![]() ![]() ![]() |
Barla Lâhikası - Mektup No: 64 - s.1431 |
Sözler'le kuvvetü'z-zahr olduğunuz mü'minler, bataklıktan çıkardığınız
mütehayyirler, ayılttığınız sarhoşlar, iade-i şuur ettirdiğiniz divaneler, şu
zamanda Kur'ân'dan daha iyi mürşid olamayacağına inandırdığınız hakikaten
müştak insanlar, ilzam ettiğiniz münafıklar, mülhidler, hattâ kaçırdığınız
şeytanları her gözü olan ve bakan gördü, akıldan nasibi olan anladı, kalbi
bozulmayan inandı. Bu azîm muvaffakiyâtın sırrı, acz yolunun rehberi olan
Kur'ân'ın ve Nurların dellâlının gösterdiği hakikî acze karşı Hâlıkın
ihsanındadır. 1
âyet-i celilesine istinaden, her ne matlubunuz varsa Kur'ân'dadır. Buna muvaffak olmak
için, Nurlarla alâkadar olmak, Kur'ân'a hâdim olmak, Allah'a karşı haddini ve acz-i
tam içinde bulunduğunu anlamak ve bütün mevcudiyetiyle kabul etmekle olur diye
mütemadiyen mü'minleri bu kestirme, selâmetli ve saâdetli yola çağıran
Üstadımızdan Allahü Zülcelâl Hazretleri ebeden razı olsun. Dünyevî, uhrevî
bütün muradlarını hasıl etsin. Ümmet-i Muhammed'e bağışlasın. Âmin bihurmeti
Seyyidi'l-Mürselîn.
Duanızın cümlemiz muhtacı ve duanızda bulunmak hepimizin borcudur. Sabri Efendi kardeşimiz ne güzel takdir etmiş; mâşâallah, mâşâallah! Kimin haddidir ki, bu Nurlarda yanlışlık bulsun. Evet, bazı ibareler belki edebiyat denilen şeye tam muvafık düşmüyormuş. Bunda da isabet var. Çünkü edebiyat satılmıyor, Kur'ân'dan nurlar gösteriliyor. Bu fakir kardeşiniz bu Sözler'i okuduğum zaman Üstadımı temsil eder bir hal alıyorum. Tâbiratınızla, şivenizle okumak bana o kadar zevkli, lezzetli geliyor ki, tarif edemem. Onun için bir harfe dokunmayı azîm bir günah işliyor telâkki ediyorum. Bazan verdiğiniz salâhiyetin manevî kuvvetiyle namınıza olarak bir harfin yerini değiştiriyor veya kaldırabiliyorum. İşte bendeki telâkki ve tesir bu mahiyettedir.
Bu mektubu müsvedde ettiğim vakit tam bu anda müezzin minarede "Allahu Ekber" demişti. Ben de "Allahu Ekber (Celle Celâlühü)" ile mukabele etmiştim. Bu hal, işteki kudsiyete açık bir işaret değil mi?
Dördüncü hususî mesele: Eski Said lisanıyla da olsa ne kadar muvafık
istimal-i silâh ediyorsunuz, bârekâllah! Mânevî taşlarınız 2 âyet-i kerîmesinde işaret
buyurulduğu üzere hedeflerine isabet ettiğine kaniim. Allah böylelerinin şerlerini
kudret kılıcıyla kessin. Böylesi hâin ve zâlimleri Kahhâr ismine tevdi ederiz.
Hizmette füturum yok; fakat mânilerin hadd ü pâyânı yok. Fakat dünyayı sırtıma
yükleseler, her tarafımı ateşle sarsalar, bu ulvî düşünceme mâni olamazlar. Amma
buna gönül razı değil, çok şeyler arzu ediyor. Ne çare, nefis ve cin ve ins
şeytanları müthiş topuzlarla karşıma dikildiklerinden, ister istemez mücadeleye
mecburum, hakikî hizmetten geri kalıyorum. Buna ne kadar müteessif olsam azdır.
Hulûsi
Altı sene bana kemal-i sadakatle, hasbî olarak hizmet eden ve harika olarak benim gibi bir asabî adamı hiçbir vakit gücendirmeyen ve müsvedde kâtipliğini daima yapan Süleyman Efendinin fıkrasıdır.
Efendim Hazretleri,
Evvelâ mübarek ellerinizi öper, mukaddes dualarınızı beklerim. Fakir hademeniz ve talebeniz ve kardeşiniz olan Süleyman, şimdiye kadar telif olunan mübarek Nurları birer birer mütalâa ederek her birisinden ayrı ayrı ve büyük nurlu güneş gibi ışıklar gördüm ve çok büyük istifade ettim. O nurlar uhrevî yolumu irae ettiler. Allah sizden razı olsun. Âhiret yolunda bulunan çok noksanlarımı gösterdiler, teşekküründen âcizim. O Nurları temsil ve tasvir edecek kudreti kendimde görmediğimden, ruhumu yoklayarak hissiyat-ı kalbiyemi şöyle tasvir etmeye-min gayri haddin-cür'et eyleyeceğim. Hatâ vâki olursa da affımı istirham ediyorum.
Efendim, görmüş olduğum Risale-i Nur deryâsındaki lezzet ve saâdetin dünyada hiç emsalini göremediğim gibi, kendi vicdanî muhakemem neticesinde kat'iyen anladım ki, o risaleler herbiri başlı başına ve ayrı ayrı birer tefsir-i Kur'ân'dır. Mahlûkat içerisinde hilkaten insan şeklinde ve hakikat noktasında insaniyetten sukut eden ve serâpâ mânevî yaralar içinde bulunan insanlara bu Nurların mütalâası serî, şifalı bir ilâç ve yaralarına gayet nâfi bir tiryak ve merhem olduğunu ufacık karihamla anlayabildim. Bu Nurların kıymetini zaman gösterecek ve dillerde destan olarak şark
Barla Lâhikası - Mektup No: 65 - s.1432
ve garbı gezecek itikadındayım. Ve inşaallah Avrupa'ya karşı dahi Kur'ân'ın ne kadar parlak bir güneş olduğunu gösterecektir.
Tekrar ellerinizi öperek, duanızı isterim, efendim hazretleri.
Süleyman
Sıra No: 65
Şu fıkra aklen Hulûsi, kalben Sabri, vicdanen Hüsrev hükmünde olan Refet Beyin mektubudur.
Bu defa Süleyman Efendi vasıtasıyla Yirmi Beşinci Sözü, tashih olunmak üzere
huzur-u âlinize takdim ediyorum. İ'câz-ı Kur'ân elhak bir şâheserdir. İhtiva
ettiği hayret-bahş hakaik itibarıyla âsâr-ı âliyenizin en mühimmidir. Mucizât-ı
Ahmediyeyi okudum. Çok mükemmel ve ruha ulviyet ve inkişaf bahşeden çok kıymettar
bir eserdir. Şu kadar ki, mucizat-ı Ahmediyenin en büyüğü Kur'ân-ı Mucizü'l-Beyan
olduğuna göre, i'câz-ı Kur'ân'ın ruhumda husule getirdiği tebeddülât ve
münderecatından ettiğim istifade çok azîmdir. Bu eserinizle
5
âyet-i celilesinin muhtevî olduğu şümullü ve pek azametli olan maânî-i ulviye
ispat edilmiş oluyor. Bugünkü terakkiyat-ı fenniye ve ihtirâât-ı beşeriyyeyi kendi
mahsulât-ı fikriyeleri addeden ve bir hazine-i hakaik olan Kur'ân-ı Mucizü'l-Beyânı
mühmel bırakarak Avrupa'dan ilim ve irfan dilenciliği yapan ve akıllı geçinen
gafiller, beşerin dünyevî ve uhrevî saâdetini temin edecek maâliyat ve desâtir-i
muazzamayla memlû bulunan bu âsâr-ı muhteşemeyi bir nazar-ı insaf ve bir teyakkuz-ı
ârifâne ile mütalâa etselerdi, dalmış oldukları hâb-ı gafletten pek çabuk
uyanacaklardı. Fakat, heyhât, bizler arpa ambarı içinde açlıktan ölen tavuklara
benzeriz. Elimizde bir mecmua-i hakâik dururken ona karşı göz yumar ve başkalarından
istiâne ederiz.
İ'câz-ı Kur'ân'ın yüksekliği hakkında ne yazsam azdır. Kalemim onu tavsiften âcizdir. Kudret-i kalemiyem olsaydı, hakkını vermeye çalışırdım; olmadığı için âcizâne olarak sözümü kesiyorum. Kemal-i hürmetle mübarek ellerinizden öper ve hizmet-i Kur'ân'da sâbit olmam hakkındaki duanızı talep ve istirham ederim, efendim.
Refet
Binbaşı merhum Âsım Beyin fıkrasıdır.
Envâr-ı Kur'âniye mizan ve burhanlarından ve kıymeti takdir edilemeyen Sözler
namındaki risale-i şerifeler fakiri ihyâ ediyor, kalbimi nurlandırıyor. 6 Çoktan beri aramakta iken,
lehü'lhamd, Cenab-ı Hak Sözler'i bu fakire ihsan buyurdu. Kalb ve gönlüme
âciz kalemim ve kalim tercüman olamıyor.
Âsım
Sıra No: 67
Bahtiyar kardeşim Hüsrev,
Şu Risale* bir meclis-i nuranîdir ki, Kur'ân'ın şu münevver, mübarek şakirtleri, içinde birbiriyle mânen müzakere ve müdavele-i efkâr ediyorlar. Ve yüksek bir medrese salonudur ki, Kur'ân'ın şakirtleri onda herbiri aldığı dersi arkadaşlarına söylüyor. Ve Kur'ân-ı Mucizü'l-Beyânın hazine-i kudsiyesinin sandukçaları olan Risalelerin satıcı ve dellâllarına muhteşem ve müzeyyen bir dükkân ve bir menzildir. Herbiri aldığı kıymettar mücevheratı birbirine ve müşterilerine orada gösteriyor. Bârekâllah, sen de o menzili çok güzel süslendirmişsin.
Said Nursî
Barla Lâhikası - Mektup No: 68 - s.1433
Sıra No: 68
Said'in bir fıkrasıdır.
(Nur Risalelerine çok müştak ve onların mütalâasından intibaha düşen bir doktora yazılan mektuptur. Bu üçüncü zeyle çendan münasebeti azdır; fakat kardeşlerimin fıkraları içinde bu da benim bir fıkram olsun.)
Merhaba ey kendi hastalığını teşhis edebilen bahtiyar doktor, samimî ve aziz dostum,
Senin hararetli mektubunun gösterdiği intibah-ı ruhî şâyân-ı tebriktir. Biliniz ki, mevcudat içinde en kıymettar, hayattır. Ve vazifeler içinde en kıymettar, hayata hizmettir. Ve hidemat-ı hayatiye içinde en kıymettarı, hayat-ı fâniyenin hayat-ı bâkiyeye inkılâp etmesi için sa'y etmektir. Şu hayatın bütün kıymeti ve ehemmiyeti ise, hayat-ı bâkiyeye çekirdek ve mebde ve menşe olması cihetindendir. Yoksa, hayat-ı ebediyeyi zehirleyecek ve bozacak bir tarzda şu hayat-ı fâniyeye hasr-ı nazar etmek, ânî bir şimşeği sermedî bir güneşe tercih etmek gibi bir divaneliktir.
Hakikat nazarında herkesten ziyade hasta olan, maddî ve gâfil doktorlardır. Eğer eczahane-i kudsiye-i Kur'âniyeden tiryâk-misâl imanî ilâçları alabilseler, hem kendi hastalıklarını, hem beşeriyetin yaralarını tedavi ederler, inşaallah. Senin şu intibahın senin yarana bir merhem olduğu gibi, seni dahi doktorların marazına bir ilâç yapar.
Hem bilirsin, meyus ve ümitsiz bir hastaya manevî bir tesellî, bazan bin ilâçtan daha ziyade nâfidir. Halbuki, tabiat bataklığında boğulmuş bir tabip, o biçare marîzin elîm ye'sine bir zulmet daha katar. İnşaallah bu intibahın seni öyle biçarelere medar-ı tesellî eder, nurlu bir tabip yapar. Bilirsin ki, ömür kısadır, lüzumlu işler pek çoktur. Acaba benim gibi sen dahi kafanı teftiş etsen, malûmatın içinde ne kadar lüzumsuz, faydasız, ehemmiyetsiz, odun yığınları gibi câmid şeyleri bulursun. Çünkü ben teftiş ettim, çok lüzumsuz şeyleri buldum. İşte o fennî malûmatı, o felsefî maarifi faydalı, nurlu, ruhlu yapmak çaresini aramak lâzımdır. Sen dahi Cenab-ı Haktan bir intibah iste ki, senin fikrini Hakîm-i Zülcelâlin hesabına çevirsin, tâ o odunlara bir ateş verip nurlandırsın. Lüzumsuz maarif-i fenniyen, kıymettar maarif-i İlâhiye hükmüne geçsin.
Zeki dostum, kalb çok arzu ederdi, ehl-i fenden envâr-ı imaniyeye ve esrar-ı Kur'âniyeye iştiyak derecesinde ihtiyacını hissetmek cihetinde Hulûsi Beye benzeyecek adamlar ileri atılsın. Hem madem Sözler senin vicdanınla konuşabilirler. Herbir Sözü, şahsımdan değil, belki Kur'ân'ın dellâlından sana bir mektuptur ve eczahane-i kudsiye-i Kur'âniye'den birer reçetedir farz et. Gaybûbet içinde hâzırâne bir musâhabe dairesini onlarla aç. Hem arzu ettiğin vakit bana mektup yaz. Ben cevap yazmasam da gücenme. Çünkü eskiden beri mektupları pek az yazarım. Hattâ üç senedir kardeşimin çok mektuplarına karşı bir tek yazdım.
Said Nursî
Sıra No: 69
Sabri'nin fıkrasıdır.
Eyyühe'l-Üstadü'l-Azam,
Bilhassa dest ve dâmen-i mübareklerinizi bûs edip, her an ve zaman muhtaç bulunduğum daavât-ı Üstadânelerini niyaz eylerim. Bir hafta evvel Süleyman Efendi kardeşim vasıtasıyla irsal buyurulan envâ-ı iltifatı şâmil lütufname-i ekremîlerini, kemal-i hasretle alarak müftehiretle okudum. Bir fıkrasında tevafukat-ı gaybiye hakkındaki kanaat-ı âcizanem sual buyuruluyor. "Neam, sadakte, eyyühe'l-Üstadü'l-Muhterem" kelimeleriyle icabet ediyorum. Zira, şu tevafukat-ı gaybiye-i acibe, bilumum bahr-i muhit-i nurun talebelerini ve hattâ talebelerin cemaat-i müstemialarını mest ve hayran ve medyun-u secde-i şükran bırakmıştır. Nurların şu muciznümâ kerametlerini, ancak ve ancak mir'ât-ı Muhammediye (a.s.m.) ile müşahede edebiliriz. Bu hakikatin diğer bir marifeti olan:
Âyinedir bu âlem, herşey Hak ile kaim,
Mir'ât-ı Muhammed'den Allah görünür dâim.HAŞİYE
Şu iki mısra-ı mânidârı, perişan arîzamı şereflendirmek niyetiyle derc ediyorum. Bu fakir ve âciz talebeniz, şu hayret-fezâ kerâmet-i Kur'âniyeyi ve i'câz-ı Nebeviyeyi müşahede ettiğim günden beri, bu babda çok derin düşüncelere dalıyorum. Ve "Şu tevafukat-ı acibeye müşabih tevafukat, başka kitaplarda bulunur mu?" maksadıyla çok temaşa ediyorum, göremiyorum. Görülse de pek nâdir bir haldedir. Şu halde tevafukat-ı gaybiye,