![]() ![]() ![]() |
Barla Lâhikası - Mektup No: 97 - s.1446 |
Bu enharda öyle azîm şifalar var ki, hastalar içse, her türlü devayı içinde bulurlar. Yaralılar içse, bin türlü yaralarına merhem bulurlar. İhtiyarlar içse, hayat-ı ebediyenin civanmerd gençlerinden olurlar. Tazeler içse, saadet-i dâreyni bir anda elde ederler.
Risaleleri okuyanlar, sevgili üstadım, sizin ne büyük ve âli bir kalbe mâlik bulunduğunuzu teslim için, bilmem tefekküre ihtiyaç var mı?
Bunca zamandan beri "Kur'ân-ı Azîmüşşânın dellâlıyım ve bu kudsî vazifemi hiçbirşeye değişmem" diye vâki olan ilânâtınıza bir kat daha kuvvet veren, bu kerreki neşir buyurduğunuz Yirmi Dokuzuncu Mektubun Sekizinci Kısmının sekiz sayfalık olan Sekizinci Remzi ne güzel gösteriyor. Ve bu gösterilen hakikatlara meftun olmamak mümkün mü?
Ah, sevgili Üstadım, lisan ve kalemim müsait olsa, herbir risale için lâyık oldukları şekilde medhiyeler yapıp takdim etsem! Heyhat, herşeyde olduğu gibi, bu hususta da ben fakirim.
Evet, sevgili Üstadım, sevincimizi arttıran bir mesele daha var. O da Kenzü'l-Arş duasının feyzinden gelen bir nükte-i Kur'âniye nâmı altında neşredilen iki sayfalık huruf-u hecâiye-i Kur'âniyenin bu kısma ilâvesi ve bu kısmın da, yazmakta olduğumuz tevafuklu ve hâşiyeli Kur'ân-ı Kerîmin baş tarafına, umumun istifade ve istifazalarının kolaylıkla teminine binaen derc edilmesi hakkındaki tensib-i fâzılâneleridir. Bu tensip bizce de, pek çok musîb görülmekle, fakir talebenizin nazarını mâziden hale, halden de istikbale çeviriyor. Ve istikbaldeki parlayan nurları göstermekle, nihayetsiz sürurlara müstağrak kılıyorsunuz.
Ahmed Hüsrev
Refet'in fıkrasıdır.
Muhterem ve çok kıymetli Üstadım Efendim,
Yirmi Dokuzuncu Mektubun Sekizinci Kısmının Remzini dikkatle okudum. İhtiva ettiği harika-nümâ rumuzat ve o rumuzâtın ifade ettiği yüksek hakaik, fakire azîm istifadeler temin etti. Ve beni derin derin tefekküre ve teemmüle sevk eyledi. Çocukluğumdan beri hakaik-i diniyeye çok merak eder ve her fırsattan istifade ederek tetkikat ve tetebbuatta bulunurdum. Ne yazık ki, emelime muvaffak olamazdım. Bu sebepten yeis ve nevmîdiye dûçar olurdum. Nâmütenâhi şükürler olsun ol Hallâk-ı Azîme ki, zat-ı âliye-i fâzılâneleri gibi, her asırda emsâline ender tesadüf olunan bir dâhî-i âzama bizleri mülâki kıldı da, otuz seneden beri ruhumun çok büyük iştiyak ve tahassürle beklediği bir üstad-ı muhtereme nâil eyledi.
Madem şimdiye kadar böyle hakikatler hiçbir eserde görünmemiş ve işitilmemiştir; yazılması çok muvafıktır ki, okuyan her ehl-i imanın, Kur'ân-ı Hakîmin hazâin-i nâmütenâhiyesinden bir kısım cevâhiri elde etmek suretiyle, hem ağniyâ-i mâneviye adedine dahil olsun ve hem de künûz-u mahfiyeye ıttıla kesb etmek gibi, ruh-u beşerin en büyük ihtiyacatını tatmin etmiş bulunsun. Hülâsa, tevafukat ve rumuzat-ı Kur'âniye, tebşirat-ı azîmeyi ihtiva etmesi itibarıyla, kemal-i hassasiyetle takip ve tetkik olunmaktadır. Bundan dolayı nihayetsiz hürmet ve tâzimatımı arz eder ve mübarek ellerinizden öperek, Cenab-ı Hakkın bize inkişaf-ı kalbî ihsan buyurması hususundaki dua-yı hayriyelerini istirham eylerim, sevgili Üstadım Efendim.
Refet
Rüşdü'nün fıkrasıdır.
Pek kıymettar ve pek muhterem Üstadım Efendim Hazretleri,
Nurlarıyla kara kalbimi nurlandırmış olduğunuz Mektubat'ınızdan,
i'câz-ı Kur'ânîden İhlâs-ı Şerif, Muavvizeteyn, Fatiha-i Şerif surelerinin
tevafukat-ı hurufiye sırlarını gösterir, Yirmi Dokuzuncu Mektubun Sekizinci Remzini
din kardeşlerimle birlikte okuduk. Çok şükür, bin şükür elhamdü lillâh. Cenab-ı
Vâcibü'l-Vücud ve Tekaddes Hazretlerinin kelâmı olan Kur'ân-ı Azîm-i Hakîmin
sırlarına hayret ve bütün kalbimle ve lisanımla 4 dedim.
Barla Lâhikası - Mektup No: 99 - s.1447
Üstadım, yeni tevafukatlı Kur'ân-ı Azîmüşşânın baş tarafına bu remzin ilâvesi, hak ve hakikati ilân maksadına muvafık olsa da, okudukça doymak ve usunmak bilinmeyen ve her okudukça dünya lezzetinden bin kat fazla lezzet veren ve kararmış kalbleri nurlandıran ve bize bizim lisanımızla hallerimizi teşrih ve tarik-i Hakkı gösteren risale-i pürnurlarınızda da beraber ayrıca bulunması ve Kur'ân-ı Hakîmin başına mümkün olursa hem Arapçasının ve hem de Türkçesinin konulması muvafık olacağı zannındayım, Efendim Hazretleri.
Rüşdü
Saatçi Lütfi Efendinin fıkrasıdır.
İ'câz-ı Kur'âniyeden İhlâs-ı Şerîfle Muavvizeteyn ve Fatiha-i Şerife sûrelerinin tevafukat-ı hurufiye sırlarını gösteren, Yirmi Dokuzuncu Mektubun Sekizinci Remzini aldım ve okudum. Neşir buyurulan işbu risaledeki tevafukat, şimdiye kadar emsâli nâmesbuk bir sırrı meydana koymuş. Bu hususa dair mütalâada bulunmak, kuvve-i kalemiyemin ve havsala-i mevcudemin kat kat fevkinde bulunmakla beraber, afv-ı Üstadânelerine mağruren şu kadar diyebilirim ki: Neşir buyurulan risaledeki izahat, herhangi bir bedbîn ve kör olan bir gafili uyandırmaya ve hattâ bütün mevcudiyetiyle kararmış kalbleri tenvire ve irşada pek büyük delil bulunduğundan, Muhterem Üstadımızın tasavvurî kararı veçhile, her ferdin Kur'ân-ı Azîmü'l-Burhandaki mucizatı görmesi için Kur'ân'ın baş tarafına derci hususu pek muvafık görüldüğünü arz eylerim, Efendim Hazretleri.
Saatçi Lütfi
Âsım Beyin fıkrasıdır.
Üstadımı bu fakire lütuf ve kereminden ihsan buyuran Kadîr-i Mutlak, Ezel ve Ebed
Sultanı Cenab-ı Hayy-i Lâyemût Hazretlerine, her dakikada yüz binlerce hamd ve
şükür etsem-ki ediyorum-yine yüz binde bir borcumu bile ifâ edemem.
7
Pür-taksîr olan bu fakir, bilâfasıla otuz dört sene olan hayat-ı askeriyemde,
muktezâ-yı beşeriyet, az ve çok mâsiyet fırtına ve dalgalarına tutulmuş, vazife-i
diniye-i uhreviye ve ubudiyet ciheti pek çok noksan kalmış ve hâb-ı gaflet perdesine
bürünmekle imrar-ı hayat etmiş olduğumu şimdi anlıyorum ve kusurlu geçmiş
zamanlarıma pişman ve nâdim olup, evvelki güldüklerime şimdi ağlıyorum. Bu da, siz
Üstadıma ve risalelerinize kavuşmakla hasıl olmuştur ki, yüz binlerce şükür,
Cenab-ı Hak sizi bu fakire ihsan buyurdu.
Dört sene evvel Burdur'a geldiğimde, kardeşimiz Şeyh Mehmed Efendinin delâlet ve tavassutuyla muhabereye başlamış ve binnetice hikmet-resan ve nur-feşan ve müşkil-küşâ ve kâinatın muammâ-yı tılsımını açan anahtarları bu fakirin eline veren yine o risalelerdir. İşte o bahâ takdir edilemeyen o anahtarlar, öyle mücevherat ve pırlanta elmaslar ki, ne diyeyim, iktidarsızlığımdan lisanım ve kalemim kalbimin tercümanı olamıyor, âciz kalıyor.
Şeriat, hakikat ve marifet hazine ve definelerini küşât edecek ve eden, ancak ve ancak bu Nur risale-i şerifeleridir. Bu Nur risalelerinin herbirisi birbirinden nurlu; hele İ'câz-ı Kur'ân nurun alâ nur! Nasıl tavsif edeyim? Bir gülistan-ı ferah-fezâda gayet nâdide ve hoş bu ezhâr-ı lâtife gûna-gûn bulunup da, hangisini koparmaya, koklamaya, tercih etmeye mütehayyir kalıp da, neticede hepsinden bir deste, bir demet yapmaya karar verdiği gibi; bu risale-i şerifeler de yazanı, okuyanı, dinleyeni nur bahçesine, nur deryasına gark edip de mütefekkir, mütehayyir edip, hepsinden bir çiçek demeti yapmaz da ne yapar? İnsanı, fakat o insanı tahayyür ve tefekkür sahrâsında mest-i lâya'kıl bırakmaz da ne yapar? Bütün dünyevî beşeriyet ve hayvaniyet hâssalarından tecerrüt etmesine, Hâlıkına ubudiyet-i mütemadiyede bulunmasına, mezmum bilcümle ahlâkları def ve tard etmesine, ilh. gibi hissiyatıyla mütehassis edip de nefs-i emmareyi öldürmez de ne yapar?
Diyebilirim ki, bu Nur risale-i şerifeleri bir gülistan-ı cinândır. Bu gülistandan istifade edemeyen bed-mâyelere, nasibedâr olamayanlara sad-hezâr teessüf! İşte o gibilere ilham-ı Rabbânî erişsin de, Yirmi Üçüncü Söz risale-i şerifesinin âhirindeki iki
Barla Lâhikası - Mektup No: 101 - s.1448
levhanın birincisi ki, hicab-ı gafletten nihanı, ikinci levhadaki zeval-i gafletle ayâna tebdil edebilsinler.
Cümle mü'minîn-i muvahhidînin tarik-i hidâyette hatve-endâz olmaları için, Cenab-ı Vacibü'l-Vücud Hazretlerine kavlen dua ve tazarrû etmekliğim ve fiilen de, henüz dörtte birini yazamadığım, bu Nur risale-i şerifelerinin fakirde mevcut olanlarını, itimad ettiğim, muhabbet ve aşkı olduğunu hissettiğim ihvâna, ezcümle (......) gibi zevât-ı muhtereme, Cuma günleri fakirhanede toplanıldığı vakit, bizzat okuyor ve ellerine birer Nur parçalarından verip akşama kadar ve bazı geceleri okunmakta devam ediliyor. Hepimiz Cenab-ı Kadir-i Kayyûm'a ubudiyet ve niyazımızı îfa ediyoruz ve Zat-ı Üstadânelerine karşı da, bu borcumuz olan dua-yı Üstadânelerini yâd ve tezkâr ediyoruz.
"Cenab-ı Zülcelâl ve'l-Kemal Hazretleri, muhterem Zat-ı Üstadânelerini dünyalar durdukça Nur Risalelerini rehberlikte, delâlette ve nur dellâllığında ilâ-âhiri'd-deveran kaim buyursun" duasını her namazın âhirinde hemşirenizle beraber vird-i zebân etmişiz, Efendim Hazretleri.
Âsım
Ahmed Galib'in Sözler hakkında bir fıkrasıdır.
Âdem-i ilm-i hakikattir sözün,
Tercüman-ı kenz ü vahdettir sözün.
Hazret-i Haktan atâ-yı mahzdır,
Neş'e-i Şît-i hüviyettir sözün.
Ders-i hikmetten bütün ulvî beyan,
Misl-i İdrîs, pür-hikmettir sözün.
Mevc-i tûfân-ı dalâletten siper,
Keşti-i Nuh-u selâmettir sözün.
Sarsar-ı ilhaddan inkaz eden,
Şû'le-i Hûd-u hidâyettir sözün.
Tezkiyet-bahş-ı kulûb-u mü'minîn,
Sâlihdâr-ı emanettir sözün.
Vahdetin esrarını ilân eden,
Ol Halîl-veş asl-ı millettir sözün.
Bahş-ı zemzem eyler ehl-i hayrâta,
İsmail-i feyz-i hürmettir sözün.
Mahz-ı tahkiktir, hayâletten âlâ,
Sırr-ı İshak-ı hakikattir sözün.
Zümre-i Tâğutu hep berbâd eder,
Lût gibi rükn-ü salâbettir sözün.
Hep kelâmullah-ı nâtık şerhidir,
Kenz-i i'câz-ı risalettir sözün.
Din-i Hakkın neşr ü tâmimi için,
Fazl-ı İsrâil-i kudrettir sözün.
Hak cemaliyle kemalin gösteren,
Hüsn-ü Yûsuf'tan işarettir sözün.
Yokluk içre, varlığa kaim olan,
Sabr-ı Eyyub-u metânettir sözün.
Mülhid firavunları gark eyleyen,
Tûr-u Mûsâ-i şeriattır sözün.
Serteser mizan-ı hikmetle rasîn,
Çün Şuayb-ı emn ü adalettir sözün.
Ehl-i idlâli eden zîr ü zeber,
Sanki Hârûn-u fesâhattir sözün.
Asker-i Câlûd küfrü mahveder,
Savt-ı Dâvud-u hilâfettir sözün.
Mârifet-i takvâ ve hikmet mülküne,
Bir Süleyman-ı emârettir sözün.
Hâsılı dertlilere dermân eder,
Dest-i Lukman-ı hazâkattir sözün.
Ba's-ü ba'del mevte kaim hüccetin,
Çün Üzeyr mazhariyettir sözün.
Söz değil, özdür bütün tibyânınız,
Veçh-i Hakka hep işarettir sözün.
Lübb-i lüb mârifettir mâ-hasal,
Yüz yüze hakka itaattir sözün.
Ehl-i şevke âb-ı hayat bahş eden,
Hıdr-ı bahreyn-i velâyettir sözün.
Bâr-ı sıkletten ukulü kurtaran,
Nur-u İlyas-ı riyazettir sözün.
Kulluğun efdalini izhâr eden,
Zülkifl-i ibadettir sözün.
Sed çeker kâfir olan ye'cüclere,
Çünkü, Zülkarneyn-i kudrettir sözün.
Sırr-ı tesbihatı telkin eyleyen,
Misl-i Yûnus gavvâs-ı hakikattir sözün.
Rahmet-i Rahmân'ı hep tezkâr eder,
Hamd-i Zekeriyya-yı rahmettir sözün.
Tâb ile şerh-i kitab-ı Hak eder,
İlm-i Yahyâ-i verasettir sözün.
Mürdeyi ihyâ, körü bina eder,
Nefha-i İsâ-yı fıtrattır sözün.
Müjde-i peyman-ı kulûb-u ehl-i hak,
Mâhi-i târik-i fetrettir sözün.
Ahmed'in miracını eyler beyân,
Şerh-i ahkâm-ı Nübüvvettir sözün.
Hak Teâlâ daima pür-nur ede,
Çünkü, irfân-ı saâdettir sözün.
Şân-ı Üstadda ne dersen Galiba,
Ez ki, bir iman-ı hayrettir sözün.
Ahmed Galib