![]() ![]() ![]() |
Barla Lâhikası - Mektup No: 146 - s.1479 |
İşte o kılıçla, hiç havfsız, başlarını sarhoşlukla o bataklığa sokan
dinsizlerin kafalarına vurarak atla. Ondan sonra,
1
gibi kat'î delilleri Peygamberimiz Sallallahu Teâlâ Aleyhi Ve Sellem Efendimizden
müteselsilen, bütün Risale-i Nur'un müellifi Üstadımız Said Nursî'nin yetiştiği
ve serbest gezdiği "Şeriat-ı Garrâ-yı Muhammediye (a.s.m.)" olan hatt-ı
müstakîmi bari bir parça da sen takip et ki başın felâh bulsun.
Şu geçen Cuma günü ruhumda bir sıkıntı devam ederek, Üstadım için Bismillâhirrahmânirrahîm sırrını istinsah ediyordum. Maalesef emrâz-ı asabiyemin hadsiz istilâsı, o mühim risaleyi pek âni olarak akîm bıraktırdı. Tekrar yine başladım, bir parça yazdım; baktım ki, yine satır geçmişim, evvelki yazdığım yere mürekkep dökülmüş. Kendimde o sıkıntı hâlâ duruyor. Tekrar olarak abdest üstüne abdest aldım, bütün seyyiatımı itiraf ederek ortaya döktüm, istiğfar ettim. Mübarek dua olan salâvat-ı şerifeye başladım. Sonra kalbime geldi ki, Üstadımdan himmet isteyeyim. Üstadımın üstadına dediği gibi, ben de derim ve dedim... O hal, o vaziyet el'an devam ediyordu. Hattâ intihar derecesine kadar gelmişti. Dedim: "Aman yâ Rabbî! Bundaki hikmet nedir?" Ve o risaleyi ertesi güne tâlik ettim.
O akşam, yani Cumartesi gecesi, âlem-i menamda, Üstadım Atabeyin Zergendere
Mescidinde imiş. Sabah namazına gidiyormuşum. Tesadüfi bir karakol kumandanı bana
dedi ki: "Nereye gidiyorsun?" "Camie" dedim. Beni takiben camie o da
girdi. Gördüm ki, Üstadım bir karyola üzerindedir. Evvelki cemaatimizden hariç,
içeride beş-altı daha jandarma bulunuyor. Cemaat
2
devam ediyorlar. O beraber girdiğimiz kumandan ise, cemaatimize karşı "Aman siz ne
yapıyorsunuz?" diyerek kendisinin itliğini ispat edip, mağruriyetinden içeriye
tükürdü. O anda Üstadım o dinsizin yüzüne tükürüp "Git yanımızdan,
pis!" dedi, tard etti. Hemen o zaman elimi sağ taraftaki deliğe uzattığımda bir
kasatura geldi. Hiç meslek ve meşrebimize uymayan, her cihetle muhalif hareket eden
Hasan isminde bir adam o kasaturayı alıp ve ucuyla o dinsizi göstererek, "Aman
efendim, aman hocam, siz yalnız emir buyurunuz, bu dinsizin imhâsına sebep ben
olacağım" dedi ve aynı zamanda bir sağ omuzuna, bir de sol omuzuna vurdu ve
gitti. Bütün bu dinsizler bunu görünce tevehhüme düşüp "Başımıza belâ
bulduk, bizden Hocanın yanına kimse gitmez. Ancak Ethem ÇavuşHAŞİYE 1 var,
onu gönderelim, bizim için yalvarsın, yakarsın; aman biz hepsinden vazgeçtik"
dediler.
O sabah bu garip rüyayı Zühdü Efendi ve Hafız Ahmed ağabeylerime söyledim. Hattâ o gün Hafız Ahmed, Üstadımı ziyaret için iki bardak suyla beraber Isparta'ya gitmek istedi. Fakir de gittiğine memnun oldu. Rüyayı tenbih ettim, çünkü o gece gördüm. Nitekim söylemiş. Fakat çok acıklı haberden o kadar müteessir oldum ki, o zaman anladım, ruhumdaki sıkıntı bu imiş.HAŞİYE 2
Lütfi
Sabri Efendinin bir fıkrasıdır.
Eyyühe'l-Üstad,
Kelâmullahi'l-Azîzi'l-Mennân olan Hazret-i Kur'ân, şeâir-i İslâmiyenin hâdimlerini cenâh-ı himaye ve re'fetine alarak, bu defaki hâdise-i elîmede bir seneden beri mülhidlerin çevirdikleri plânlarını akîm bırakıp, zahiren üç kardeşimizi
Barla Lâhikası - Mektup No: 147 - s.1480
beraat ve mânen milyonlar mü'min muvahhidînin zümresine nişâne-i beraatini bahş ve mülhidlere ebediyet ve ezeliyeti izharla kendini müdafaa ve hadimlerini muhafaza ve himaye ettiğini ve edeceğini göstermekle, Kur'ân hâdimlerinin kulûbu, behçet ve sürura müstağrak olarak, ilerlemek istedikleri hâlisâne emel ve gayelerinde adımlarını daha ziyade uzatmaya ve dairelerini daha ziyade tevsie başlamışlardır. Elhamdü lillâh, hâzâ min fadli Rabbî.
Aziz Üstadım, Cenab-ı Kibriyânın mahzâ bir lütuf ve nihayetsiz bir kerem ve ihsanı olarak Nurlar Külliyatı, bu abd-i pürkusur gibi nice gafillere ihsan buyurularak, sürekli yağmurların arz üzerinde tathîrat yaptığı gibi, nurlar mahallesinde şu asr-ı dalâlet ve devr-i bid'atte çirkâb-ı hayat-ı maddiye bataklığına batan bu âciz kula, "Zararın neresinden dönsen kârdır" ders-i ikazını vererek, hamden sümme hamden, zulmet vadisinden çıkararak şâhika-i Nura yetiştirmişti.
Her nasılsa, bir sene evvel, "Ey Sabri! Belki hubb-u câha meyledersin; olur ki, o cihette bir arzu uyandırır. Gel, o bedbahtların bulanık havuzcuğuna bir daha dal, çık" denildi. Elhamdü lillâh, selâmet çıktım. Bundan halâsım nazar-ı fakirânemde pek ehemmiyetli bir kurtuluştur.
Talebeniz Sabri
Osman Nuri'nin bir fıkrasıdır.
Kitapların en büyüğüsün, Kelâm-ı Kadîm,
Hak kanunların anasısın, Kur'ân-ı Azîm,
Kudsî tarihlerin nur babasısın, Kelâm-ı Kadîm,
Sen, dinimizin bekçisisin, Kur'ân-ı Azîm.
Dört İlâhî kitabın anası, yalnız sensin,
İftihar eder seninle, bütün din-i İslâm,
Sensiz yaşamak isteyen kalbler gebersin,
Sen hakikatin ilk ve son güneşisin.
Her varlığın üstünde, sönmeyecek güneşsin,
Bütün gizli ve âşikârın miftâhı sensin,
Seni tanımayan ve tâbi olmayan, her yerde
Sahibinin gazabına uğrasın, gebersin.
Hükmün, muhakkak kıyamete kadar bâkidir,
Sana inanmayanlar âdi, zelîl, kâfirdir,
Sen, her varlığın üstünde doğan güneşsin,
Seni istemeyenler, dünyada Cehenneme göçsün.
Hâşâ! Seni beğenmeyen ve yanlış diyenlerin,
Dilleri kesilsin, yere batsın.
Sana hor bakmak isteyenleri Allah kahretsin,
Sen hakikatın ilk ve son güneşisin.Osman Nuri
Hafız Ali'nin bir fıkrasıdır.
Aziz Üstadım,
Otuz Birinci Mektubun On Üçüncü Lem'ası, "Hikmetü'l-İstiâze" nâm-ı âliyi taşıyan bir parça-i nuru aldım. Elhamdü lillâh, istinsaha muvaffak oldum. Cenab-ı Hak, hazine-i bînihayesinden emsâl-i sairesini ihsan buyursun. Âmin, bihurmeti Seyyidi'l-Murselîn.
Üstadım efendim, bu azîm hakikati taşıyan risale, fakir talebenizde pek azîm tesirat yaparak, dimağım ve bütün duygu ve hâsselerim, o azîm hakaik üzerine serpilerek, toplanmaz bir hale geldiler. Gündüzde, güneşin ziyası karşısında kalan yıldız böceği gibi, gerek güneşin tarifini ve gerekse kendi şavkıyla daire-i muhîtinde bulunanları tarif edemediği gibi; fakir, aynı hal kesb ettim.
Evvela: Bu risale, diğer tevhide dair büyük risalelerin bir büyük kardeşi olabilir. Zira, nasıl ki öbür kütle-i nur, Cenab-ı Hakkın âlem-i kebirde cilve-i cemal ve kemal ve Esmâ-i Hüsnâsını pek zahir bir tarzda âmâ olanlara da gösterdiler. Aynen bu parça-i Nur, âlem-i asgar olan ve Esmâ-i Hüsnâya ayna olan ve hilkat-i dünyanın ruhu mesabesindeki beşerin kemal ve sukutuna, ebediyet ve ademine sebep olan en büyük vesile ve desiseleri, pek yakînen keşfedip gösteriyorlar.
Saniyen: Bu hakikatleri düşünürken kalbime şöyle geldi ki: Nasıl ki, "Hüdhüd-ü Süleymanî, zeminin suyu meçhul olan yerlerinde hafriyatsız suyu bulmaya vesile idi" diyorlar. Aynen bu risale, hüdhüd-ü Süleymanî tarzında, âlem-i asgar olan insanın ezdadlardan müteşekkil cism-i vücudunda nur-u iman yatağı olan kalbi, biaynihî gösteriyor. Zemin yüzünde zararlı ve zararsız otları teşhis eden kimyagerin âb-ı hayat bulduğu gibi, binde bir hakikatini ancak görebildiğimi anladığım bu eser-i âli, bütün ehl-i iman ve zîşuura, menba-ı hakîkisi olan Kur'ân-ı Hakîm gibi, nurlarıyla âb-ı hayatı serpiyor.
Hâfız Ali (r.h.)
Ahmed Hüsrev'in bir fıkrasıdır.
Üstadım Efendim,
Bir hafta evvel "Hikmetü'l-İstiâze" isimli risalenin bir kısmını ve birkaç gün evvel de diğer kısmıyla, On Dördüncü Lem'anın Birinci Makamını aldım. Hikmetü'l-İstiâzenin Birinci Kısmını müteaddit defalar kardeşlerimle okudum.
Ey sevgili Üstadım,
Bu kıymettar risaleyle mücahid talebelerinize öyle güzel bir ilâç takdim ediyorsunuz ki,
Barla Lâhikası - Mektup No: 150 - s.1481
bu ilâçlarla mânevî yaralarımızı o kadar güzel ve çabuk tedavi ediyorsunuz ki, o pek müthiş yaralarımız bir anda iltiyâm buluyor, ıztıraplarımız o anda zâil oluyor, kalblerimiz serâpâ sürurla doluyor. Rabb-i Kerîmimize karşı taşımakta olduğumuz muhabbetimiz tezayüd ediyor. Ve Halık-ı Rahîme karşı olan âdâbımıza bile halel gelmeyeceğini okudukça, vazifedeki şevk ve gayretimizi arttırıyor.
Evet, aziz Üstadım, ekser zamanlar ins ve cin şeytanlarının hücumlarından ve
terbiye edemediğim âsi nefsimden gelen birtakım havâtır-ı şeytaniyeden kurtulmak
için pek çok çabaladığım zamanlarım oluyordu. Kalb, bu gibi hâletten kurtulmak
için inzivâ ararken, Nakşî kahramanlarının
3
diye olan esâsâtı dimağıma ilişiyordu. Fakat bu söze cevap veren aziz Üstadımın
beyanı arasında, "İnsan bir kalbden ibaret olsaydı, bu söz doğru olabilirdi.
Halbuki, insanda, kalbden başka akıl, ruh, sır, nefis gibi mevcut olan letâif ve
hâsseleri kendilerine mahsus vezaife sevk ederek zengin bir dairede, kalbin kumandası
altında ifâ-yı ubudiyeti" tavsiye buyuruluyor. Güneş gibi böyle hakikatleri
izhar eden böyle nurlu düsturlar talebelerinde esas olduğu için, sâlifü'l-arz
havâtıra çare arıyordum.
Talebelerinin her an ihtiyaçlarını düşünüp çareler arayan, ilâçlar hazırlayan, ihzârâtını zahmetsiz olarak talebelerine istimal ettiren, mukabilinde hiçbir şey istemeyerek minnet ve medhin Cenab-ı Hakka yapılmasını emreden sevgili Üstadım! Size evvelden beri "Lokman" nazarıyla bakmaktayım. Evet, hakikaten bir Lokman'sınız. Lokman Hekim gibi, kalbî arzularımızı işiterek bu risalelerle muâlece uzatıyorsunuz. Bedi' olan Cenab-ı Hakkın bedâyii içinde, kemaliyle her cihette derece-i nihâyeye vâsıl olan bedi' kelâmından, bedi' bir kuluyla ihsan ettiği bu bedayii medhedebilmek, intak-ı bilhak olmadıkça elbette imkânsızdır. Bu vâdîde ne kadar söz söylenilse yine azdır.
Sevgili Üstadım, herhangi bir risaleyi açıp okuyacak olsam, hissem kadar dersimi alıyorum. Halbuki, evvelce bu risaleleri tamamen yazdığım için, okumaya pek az vakit bulabiliyordum ve el'an da öyleyim. Evvelce okuduğum zamanlar istifadem az oluyordu. Şimdi ise, Nurların hakikatlerini gördükçe minnet ve şükrüm tezayüd ediyor, kalbim nurlarla doluyor, ruhum nurlarla istirahat ediyor, letâifim bu Nurlarla hisseleri kadar feyizyâb oluyor. Ve yine Cenab-ı Haktan ümid ediyorum ki, hissem ve istifadem gün geçtikçe çoğalacaktır ve nasibim artacaktır.
Bu hadisat gösteriyor ki, bedi' âsârın büyük bir hâsiyeti ve bir kerâmetidir ki, talebelerini başka ellere vermiyor ve nurlandırmak için başka kapılara boyun büktürmüyor. Ağlayan kalblerimize teselliler veriyor. İmanlarımızı takviye ediyor. Lika-i İlâhîyi iştiyakla istetiyor ve sonunda da, "Ya Rab! Sen Üstadımızdan hoşnud olacağı tarzda razı ol!" nidalarını, lisanen ve kalben söylettiriyor.
Talebeniz Ahmed Hüsrev
Sabri'nin bir fıkrasıdır.
Eyyühe'l-Üstad,
Eyyam-ı baharın herbir gününün, birer letâfet ve tarâvet-i bîmisâli ve acip tebeddülü, Fâtır-ı Akdes Hazretlerinin nihayetsiz kudret ve azametini irâe eylediği gibi, deryâ-yı Nurun da bînazîr ve hayret-bahş bir baharı; Minhaclar, Mirkatler, İstiâzeler ve emsâli lâtif, şirin, nuranî ezhâr ve esmâr-ı bînihayeleri, ehl-i iman ve tevhide taze hayat bahşediyorlar. Bu nurlar öyle manevî gıdalar ki, herkesi, her an doyurmaya kâfi; ve bu elmaslar öyle kıymettar birer rida'lardır ki, herkesi her zaman ısıtmaya vâfidir.
Elhamdü lillâhi hâzâ min fadli Rabbî.
Aziz büyük Üstadım, bu risaleleri okudukça ruhum güller gibi açılıyor, hayat-ı fâniyeden gelen âlâm ve meşakkati kaldırıp atıyor. Yerine, kanaat gibi bir kenz-i mahfîyi iddihar ediyor. Ve diyorum:
"Ey ruh! Şimdiye kadar mânevî talep ve arzularını temin eden Nur fabrikasının elmas ve cevherlerinden her birerlerinin ayrı ayrı kıymet ve zarafetlerini görünce, bundan daha kıymettar bir eser olamaz deyip, sen hâlen, ben kalen hükmediyorduk. Envâr-ı Kur'âniye ve reşehât-ı Furkaniye ve lemeât-ı bekaiyenin işte nihayeti yokmuş. Elhamdü lillâh hakaik-i Kur'âniyeden yevmen feyevmen nasîbedar oluyoruz ve olacağız inşaallah. Hemen Cenab-ı Kibriya, şu enhâr-ı kevseri hayat-ı bâkiye harmanı olan mahşere kadar akıtsın... Âmin.
Üstadım Efendim, bugün harekât-ı mâziyem ile ahvâl-i hâzıramı mukayese ciheti ihtar edildi. Âlâ kaderi'l-istitâati tetkik ettim. Neticede ahvâl-i hâzıramı hamden summe hamden sıklet cihetinde pek hafif ve kıymet hususunda pek ağır buldum.