“Musa`yı da an; Şüphesiz ki o, ihlâslı bir kuldu ve gönderilmiş bir peygamberdi.” (Meryem 19/51)
Kur’ân’da Hz. Musa (a.s) kıssasını okuduğumuzda aklımıza doğal olarak şu sorular takılmaktadır: Müslüman toplum Hz. Musa (a.s) kıssasından nasıl müstefid olur? Neden Hz. Musa (a.s) kıssası tam hacimli olarak Kur’ân’da bu kadar yer edinmiş? İsrailoğulları ne yaptı ki, Kur’ân onların amellerini diğer kavimlerin amellerine nazaran daha fazla gündeme getirdi? Allah İsrailoğullarını neden âleme üstün kılabileceğini ifade etti? Hz. Musa (a.s)’dan sonra İsrailoğulları’nın hatası neydi? Hz. Musa (a.s) kıssasında geçen “salih kul/Hızır” ile Hz. Musa (a.s) arasındaki diyalogdan nasıl müstefid oluruz?
Evvelen, Kur’ân-ı Kerim’de 136 kez geçen bir peygamberin kavminin yapıp etmelerinden bahsedeceğiz. Bu nedenle hacimli bir tez konusu olan bu yazım alanını, ilgili başlıkla sınırlandırarak ele almaya çalışacağız. Allah Teâlâ bizleri sayılamayacak derecede nimetlerle bezemiş, lütuf ve inayetine binaen bizlerden, verdiğimiz ahde vefakâr bir tarzda nimetlerin şükrünü eda etmemizi murad etmiş, Peygamberlerine ve indirdiklerine ayrım yapmaksızın iman etmemizi istemiştir. Dünyevi rezil işler uğruna Allah’ın emirlerine muhalefetten ve O’nun âyâtını menfaatlerine kurban etmekten sakınmamızı emir buyurmuştur. Dünyevi statüler uğruna verdiğimiz hükümler, şer’i olana muhalif ise, bu durum israiloğullarıyla aynı ahlaki rezilliğe saplandığımızın remzidir. Aynı durumun israiloğulları için de geçerliliğini muhafaza ettiği muradı ilahice sabittir: “Ey İsrailoğulları! Size vermiş olduğum nimet(ler)imi hatırlayın! Bana verdiğiniz sözü yerine getirin ki ben de size vadettiklerimi vereyim. Yalnızca benden korkun!” , “Yanınızda olan (Tevrat)ı doğrulayıcı olarak indirdiğime (Kur’ân’a) iman edin; onu inkâr edenlerin ilki (ve kötülük örneği) siz olmayın ve ayetlerimi az bir değer karşılığında değiştirip satmayın. Ve yalnızca Benden korkun (küfür ve kötülükten sakının)!” , “Ey İsrâiloğulları, size ihsan ettiğim nimetlerimi size tevdi ettiğim, ilâhi değerleri, şeriatı koruyun, kollayın, zayi etmeyin. Bu nimetlerin gereğini yerine getirip, Rasulüme iman ederek şükrünüzü gösterin, ilâhî emirlere itaatkâr olduğunuz çağda ve bölgedeki insanlara sizi üstün kıldığım günleri yâdedin.” (Bakara 2/40-41, 47). Tam burada yukarıda dile getirilen sual kafamızı kurcalamaya başlar: Allah İsrailoğullarını neden âleme üstün kılabileceğini ifade etti? Burada bilmemiz gereken şey, bu üstünlüğün küfür ve dalâlet içinde debelenen milletlere karşı, tevhide bağlı kaldıkları dönemlerde ve sadece kendi zaman dilimlerinde geçerli olduğudur. “Bir vakit de Musa kavmine şöyle demişti. «Ey kavmim! Allah’ın size lütfettiği nimetlerini bir düşünün; zira o içinizden peygamberler çıkarttı, sizi hür insanlar yaptı ve devrinizde hiç kimseye vermediğini size verdi.» (Bunun üzerine Hz. Musa) Dedi ki: «Ey Rabbim (görüyor ve biliyorsun ki) ben gerçekten, kendi nefsimden ve kardeşimden başkasına malik değilim (sözümü geçirememekteyim). Öyle ise, bizimle bu fâsıklar (ve sapkınlar) topluluğunun arasını ayır(manı dilerim).»” Mâide 5/20-26, 77-82; İsrâ 17/4-7 gibi ayetlerde kendilerinin yoldan sapmaları neticesinde Hz. Musa’nın onları fâsıklıkla nitelendirdiği barizdir. Ve Tevrat’ın Tesniye, 28, 29, 30, 31 bölümlerinde bu durum açıkça beyan edilmiştir. Özellikle Âl-i İmrân suresi 110. Ayet-i Kerime’de Allah Teâlâ, mümin bir toplulukla fâsık bir topluluğun remzini ayan beyan ortaya koyan bir ifadeyle şöyle buyurmuştur: “Siz, insanlar için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emredersiniz, kötülükten alıkoyarsınız ve Allah’a inanırsınız. Ehl-i kitap da inanmış olsalardı elbette onlar için hayırlı olurdu; içlerinden inananlar da var, fakat çoğu yoldan çıkmıştır.” (Âl-i İmrân 3/110). Aynı üstünlüğün cari olup olmaması ümmet-i Muhammed’in eylem ve söylemleri için de geçerlidir. Mâide suresi 20. ayetinde işaret edilen ve İsrailoğullarına has olan nimetlerden bazıları şunlardı:
- İsrailoğullarını düşmanlarını suda helak ederek Firavun’un zulmünden kurtarması: “Hani biz sizi Firavun hanedanının, devlet görevlilerinin, yandaşlarının elinden kurtarmıştık. Size dayanılmaz acılar çektiriyorlardı. Oğullarınızı boğazlıyor, kızlarınızı öldürmeyip sağ bırakıyorlardı. Başınıza gelen bu sıkıntılar Rabbiniz tarafından büyük bir imtihana tabi tutulmanızdı; kurtuluşunuz da büyük lütuf/ihsana mazhariyyetti.” Size, denizi yardığımız günleri hatırlayın. Sizi kurtarmış, Firavun’u, kavmini, ordusunu boğmuştuk. Bunun sebeplerini düşünmeli, tahlil etmelisiniz.” (Bakara 2/49)
- Musa peygamberle beraber Tur’a çıkanlara eylemlerinden dolayı şiddetli yıldırımlar, fırtınalar isabet etmiş ve hepsi de yıldırım çarpmasından ölmüş gibi baygın olarak yere serilmişti. Allah şükretmeleri için onları bu durumdan kurtarmış ve hayatta kalmalarını sağlamıştı. “Ve o zaman (yine haddinizi aşıp) demiştiniz ki: “Ey Musa, biz Allah’ı apaçık görünceye kadar sana inanmayız.” Bunun üzerine yıldırım sizi (çarpıp kendinizden) almıştı. Ve siz (öylece baygın ve şaşkın) bakıp durakalmıştınız.” “Sonra olur ki şükredersiniz diye, sizi (bir nevi) ölümünüzden sonra tekrar diriltip (hayata çıkardık).” (Bakara 2/55-56)
- Allah Teâlâ’nın onlara buluttan gölgelik yapması: “Çölde geçirdiğiniz hayat sırasında, üstünüze o bulutu gölge yaptık…” (Bakara 2/57)
- Allah Teâlâ’nın onlara menn ve selva ikramı: “..Size, sebeplerini-şartlarını oluşturarak hazırladığımız kudret helvası ve bıldırcın indirdik…” (Bakara 2/57)
- Allah Teâlâ’nın onlara taştan on iki pınar çıkarması: “Mûsâ’nın, çölde susuz kalan kavmi için Rabbinden su istediği zaman, hemen: “Asanla taşa vur” dedik. Vurunca, o taştan on iki pınar kaynamıştı. Her grup kendi su içeceği, alacağı yeri biliyordu.” (Bakara 2/60)
- Allah Teâlâ’nın Tûr Dağı’nı göğe doğru kaldırıp üzerlerine düşecek gibi göstermesi: “Hani sizden kesin bir söz almış ve Tur dağını üstünüze yükseltmiştik.” (Bakara 2/63)
- Allah Teâlâ’nın adam öldürme olayındaki gerçeğin ortaya çıkması ve bunu öldürülen adamın dilinden açıklamayı murad etmesi: “Hani bir adam öldürmüştünüz de, suçu birbirinizin üstüne atarak başınızdaki belayı defetmek istemiştiniz. Allah gizlemeye devam ettiğiniz şeyi ortaya çıkarmıştı.” “Biz onlara:“Kestiğiniz sığırın bir parça etiyle o ölüye vurun” dedik. Allah ölüleri de böyle diriltir. Size âyetlerini, mûcizelerini gösteriyor ki, aklınızı başınıza alasınız.” (Bakara 2/72-73)
Saniyen, Allah Teâlâ hak ile batılın karıştırılmamasını, hakkın/hakikatin gizlenilmemesini İsrailoğulları üzerinden bütün muvahhitlere emir buyurmuştur: “Hakkı bâtıl ile karıştırıp (gerçeği) örtmeyin ve (güç odaklarından korkarak veya menfaat umarak) Hakkı gizlemeyin. (Kaldı ki) Siz (gerçeği) biliyorsunuz. (İşinize gelmediği için üzerini örtüyorsunuz. Öyle ise bile bile Hakkı bâtıl ile karıştırıp yozlaştırmayın ve Hakkı saklayıp saptırmaya çalışmayın.)” (Bakara 2/42)
Salisen, Allah Teâlâ peygamberliğin Mustafalığına raptedilen kulluğu teğet geçmemezi salık vermiş ve O’nları önce kulluktaki meziyetleriyle örnek almamızı istemiştir: “Namazı dosdoğru kılın, (şuurla ve huzurla ikame edin,) zekâtı (kamu payını devlete) verin ve rükû edenlerle birlikte siz de rükû edip (İslami hükümlere bağlı kalın).” (Bakara 2/43)
Rabian, Allah Teâlâ İsrailoğulları özelinde, kendisini unutup, hep muhataba nasihat verme eyleminden vazgeçmemizi ve işe kendi nefsimizden başlamamızı emir buyurmuştur: “Kitabı, Tevrat’ı okuduğunuz halde, içindeki ilâhî hükümleri şahsen uygulamayı bir kenara bırakıp unutarak, insanlara Allah’a itaati, iyiliği, insanlığı ve hayra vesile olacak şeyleri mi emrederek önderlik ediyorsunuz? Hâlâ aklınızı başınıza almayacak mısınız?” (Bakara 2/44). Aynı şekilde istianeyi/ilk başvuruyu, yardım istemeyi ve yönelişi sabır/sebat/metin bir duruşla ve namazla Rabbe yapmamız gerektiğini emir buyurmuştur: “(Her konuda ve zorluk durumunda) Sabır (sebat)la ve namazla (Allah’a sığınıp) yardım isteyin. Ancak bu, (Rablerine kavuşacaklarına, O’na dönüp huzuruna çıkacaklarına inanan ve) Allah’tan saygıyla korkanlardan (başkasına namaz ve sabır) elbette büyük ve ağır (bir yük gibi) gelir (altında ezilip kalırlar; ya terk edip bırakırlar veya baştan savma kılarlar).” (Bakara 2/45).
Hamisen, yine Allah Teâlâ Hz. Musa’nın kavmi üzerinden bir şablon sunarak; bizlere tevdi edilen ilahi nimetleri ıslah aracı olarak işlevsel hale getirmemizi, ifsad/bozgunculuk aracı olarak kullanmamamızı emir buyurmuştur: “(Yine) Hatırlayın; Musa kavmi için (içecek) su aramıştı, o zaman Biz ona: “Asanı taşa vur!” demiştik de ondan on iki pınar fışkırmıştı; böylece (on iki aşiretten) her insan topluluğu içeceği yeri bilmiş (ve rahatlamıştı. Onlara) Allah’ın verdiği rızıktan yiyin, için ve yeryüzünde bozgunculuk (fesat) yaparak karışıklık çıkarmayın (demiştik).” , “Hani siz bir zamanlar “Ey Musa! Her zaman aynı yiyecek… Buna dayanamayız. Öyleyse Rabbine dua et de, bize her yerde yetişen ürünlerden sebze, salatalık, sarımsak, mercimek, soğan gibi ürünler çıkarsın” demiştiniz. Musa: “Daha hayırlı olanları, daha aşağılık olanlarla mı değiştirmek istiyorsunuz? O halde utanç içinde ve düşkün bir durumda şehre dönün, orada istediğiniz şeylere kavuşabilirsiniz” demişti. Böylece onlar zillet ve hakarete maruz kaldılar ve Allah’ın gazabına uğradılar. Bütün bunlar, Allah’ın mesajının gerçekliğini örtbas ederek kâfir olmaları ve kendilerine göre de haklı bir sebebleri olmaksızın peygamberleri öldürmek gibi bir haksızlık işlemeleri yüzündendir. Yine bütün bunlar, Allah’a isyan etmeleri ve sınırı aşmalarından dolayıdır.” (Bakara 2/60-61).
Sâdisen, Allah Teâlâ İsrailoğullarından onlardan bazı amellerin irtikâbı neticesinde, kendilerine vaad ettiği ve diğer fırkalara olan üstünlüklerini onlardan geri almıştır. İsrailoğullarının âlemlere üstünlüklerinin ellerinden alınmasına sebep olan bazı kötü fiilleri şunlardı:
- ‘İcle/Buzağıya tapınmaları: “Mûsâ ile kırk gece biraraya geleceğimize dair sözleşmiştik. Mûsâ içinizden ayrılınca, hemen onun arkasından buzağı heykelini put haline getirdiniz. Siz işte o zâlimlersiniz.” (Bakara 2/51).
- Allah Teâlâ’yı açıkça, çıplak gözle görmek istemeleri: “Ve o zaman (yine haddinizi aşıp) demiştiniz ki: “Ey Musa, biz Allah’ı apaçık görünceye kadar sana inanmayız.” Bunun üzerine yıldırım sizi (çarpıp kendinizden) almıştı. Ve siz (öylece baygın ve şaşkın) bakıp durakalmıştınız.” (Bakara 2/55).
- Allah Teâlâ’nın emirlerini kendi heva ve heveslerine göre tebdil/değiştirmeleri ve tahrif/tağyir etmeleri: “Hani biz: “Bu şehre girip yerleşin. Buradaki nimetlerden Allah’ın sünnetine, düzeninin yasalarına uygun iradesinin tecellisi içinde tercihinizi isabetli kullanarak dilediğiniz şekilde bol bol yeyin. Kapılardan, şehrin giriş noktalarından birlikte, saygıyla secde ederek girin, girerken, kelime-i tevhidi ikrar edin, doğruları söyleyin, ya Rabbi, bizi affet deyin ki, sizin hatalarınızı affedelim. İyiliği, iyi niyetleri, dinin, ahlâkın ve kamu vicdanının emirlerini, devamlı davranışlarına, ilişkilerine, görevlerine, hayatlarına yansıtan, samimiyetle ibadet eden, aktif olarak iyiliğe, iyi uygulamaya, iyileştirmeye örnek olan, işlerinde mükemmellik, dürüstlük ve başarı için dikkat harcayan, hayırlı icraatlar, kalıcı hizmetler yapan müslüman kullarımıza nimetlerimizi daha da artıracağız.” demiştik.” , “Fakat zulmü, haksızlığı alışkanlık haline getirenler, kendilerine söylenilen sözü farklı manaya gelecek şekilde değiştirdiler. Biz de, doğru ve mantıklı düşünmeyi terk edip hak dinin dışına çıkmaları, işlemekte oldukları günahları, isyanları, inkârda ısrar etmeleri sebebiyle, zâlimlerin üzerine gökten acı bir azap indirdik.” , “Asıl, kutsal kitaplardaki tahrifatı elleriyle yazılı hale getirenlerin, kutsal kitap uyduranların; uydurduklarını servet, makam, mevki gibi geçici dünya menfaatlerine çevirmek, birkaç pula satmak için, bir de: “Bu Allah katındandır” diyenlerin vay haline! Elleriyle yaptıkları yazılı tahrifattan dolayı vay ehl-i kitabın başına geleceklere! Elde ettikleri kazançtan ve itibardan dolayı vay ki, vay onlara!” (Bakara 2/58-59, 79).
- İlahi mesajın/vahyin hakikatini örtbas ederek kâfir olmaları ve haklı bir sebepleri olmaksızın peygamberleri katletmeleri gibi haksız eylemlerde bulunmaları: “…Allah’tan bir gazaba uğramışlardı. Bu, kuşkusuz Allah’ın ayetlerini inkâr ve nankörlük etmeleri ve peygamberleri haksız yere öldürmelerindendi. (Yine) Bu (belaları), isyan etmelerinden ve sınırı çiğnemelerinden (dolayı hak etmişlerdi).” (Bakara 2/61).
- Kendilerine verilen onca nimete rağmen yüz çevirmeleri ve Nasûh tövbeye yanaşmamaları: “Ama bundan sonra yine yüz çevirdiniz. Eğer üzerinizde Allah’ın lütuf ve rahmeti olmasaydı her halde hüsrana uğrayanlardan olurdunuz.” (Bakara 2/64).
- Allah Teâlâ’nın emirlerinden olan cumartesi günü balık avlama yasağını çiğnemeleri: “(Ey Yahudiler!) Andolsun, siz (içiniz)den Cumartesi (günü) yasağını çiğneyenleri (bu çirkin ve hileli işe yönelenleri) elbette bilmektesiniz. İşte Biz onlara: “Aşağılık maymunlar olun!” demiştik. (Böylece onları taklitçi ve basit menfaatlerin kölesi olup horlanan varlıklar haline getirmiştik.)” (Bakara 2/65).
- Haksız yere içlerinden zayıf olanları katletmeleri/kendi kanlarını dökmeleri, içlerinden bazılarını haksız yere sürgüne göndermeleri, esir ederek bir kısmının malına konmaları: “Sonra siz, (maalesef yine) birbirinizi öldürüyor, içinizden bir bölümünüzü yurtlarından sürüp-çıkarıyor; günah ve düşmanlıkla (onların) aleyhlerinde ittifaklar kuruyor ve şayet size esir olarak geldiklerinde ise onlarla fidyeleşiyor (özgürlük parası alıp bırakıyor)dunuz. Oysa onları (insanları haksız yere yurtlarından) çıkarmanız size haram kılınmıştı.” (Bakara 2/85).
- Kendilerine gönderilen peygamberlere karşı büyüklük taslayıp onları yalanlamaları: “Demek size ne zaman bir elçi; nefsinizin hoşlanmayacağı bir şeyle gelse, büyüklük taslayarak; bir kısmınız onu yalanlayacak, bir kısmınız da onu öldüreceksiniz, öyle mi?” (Bakara 2/87).
Yukarıda israiloğullarıyla ilgili sahnelerde görüldüğü üzere Allah Teâlâ, Hz. Mûsa kıssasından bazı dersler çıkarmamızı ve ibretler almamızı murat etmiştir. Bu dersleri ve ibretlik durumları şu şekilde sıralayabiliriz:
- Allah Teâlâ’nın emirlerini, İsrailoğulları gibi, Allah’ın lanetine/gazabına duçar olacak tarzda/mükerreren çiğnememeliyiz. “(Ey Yahudiler!) Andolsun, siz (içiniz)den Cumartesi (günü) yasağını çiğneyenleri (bu çirkin ve hileli işe yönelenleri) elbette bilmektesiniz. İşte Biz onlara: “Aşağılık maymunlar olun!” demiştik. (Böylece onları taklitçi ve basit menfaatlerin kölesi olup horlanan varlıklar haline getirmiştik.)” , “(Biz) Bunu, (maymun misali birer taklitçi ve şeytanın takipçisi olma durumunu) hem çağdaşlarına, hem sonra gelecek olanlara ibret verici bir ceza, takva sahipleri için de bir öğüt kılıverdik.” (Bakara 2/65-66).
- Cahillerin haksız fiillerinden muhatabı istihzayı, hayatımızdan kapı dışarı etmeliyiz. “Hani Musa (aralarında gizlice öldürülen birisinin katilini bulsun diye, kendisine başvuran) kavmine: “Allah, (hakikat ortaya çıksın ve kimin katil olduğu anlaşılsın diye) muhakkak sizin bir sığır kesmenizi emrediyor” demişti. Onlar ise: (Ne alâkası var?) “Sen bizimle alay mı ediyorsun?” dediklerinde; (Musa Aleyhisselam: Böyle davranıp) “Cahillerden olmaktan Allah’a sığınırım” diye cevap vermişti.” (Bakara 2/67).
- İsrailoğullarının yaptığı gibi, işleri içinden çıkılmaz hale getiren, zorlaştıran, karmaşık hale sokan, girift, çetrefilli, anlaşılması zor insanlardan olmamalıyız. “(Onlar) demişlerdi ki: “Bizim için Rabbine yalvar da o sığırın niteliklerini bize bildirsin.” (Musa) demişti ki: “Allah buyuruyor ki: O (sığır) ne yaşlı ne körpe, ikisi arasında orta yaşta dinç bir sığırdır. Artık emrolunduğunuz işi yapın!” “(Bu sefer) Dediler ki: “Rabbine adımıza yalvar da, bize (onun) rengini bildirsin.” O (Hz. Musa ise: Rabbim) buyuruyor ki: “O, bakanların içini ferahlatan sarı renkli-parlak tüylü bir inektir” demişti.” (Onlar yine:) “Rabbine adımıza yalvar da, bize onun (başka) niteliklerini de açıklayıp bildirsin. Çünkü bize göre sığırlar birbirine benzemektedir. İnşaallah (Allah dilerse) biz doğruyu buluruz” diye (bir istekte bulunmuşlardı).” , “(Bunun üzerine Musa onlara, Rabbim) Diyor ki: “O (sığır), yeri sürmek ve ekini sulamak için boyunduruğa alınmayan, salma (serbest dolaşıp kusuru bulunmayan) ve alacası olmayan bir inektir” diye bildirmiş, (o zaman mecburen:) “Şimdi gerçeği getirdin” demişler, böylece ineği kesmişlerdi. Ama (bu kasıtlı ve sorumluluktan kaytarıcı soruları yüzünden) neredeyse (bunu) yapmayacaklardı”.” (Bakara 2/68-71).
- İsrailoğullarının yaptığı gibi kendimizi Allah’ın imtiyazlı kulları olarak görmemeliyiz. “Onlar: “Sayılı birkaç gün dışında bize ateş asla dokunmayacaktır.” derler. Onlara de ki: “Allah’tan bir söz mü aldınız? Aldıysanız ne âlâ, Allah sözünden asla caymaz.” Yoksa bil(e)mediğiniz şeyleri Allah adına mı söylüyorsunuz?” , “Hayır, aksine, kim bir kötülük işler ve yapmış olduğu fenalıklar kendini kuşatırsa işte bunlar cehenneme atılacak olanlardır. Onlar orada sonsuza kadar kalacaklardır.” (Bakara 2/80-81).
- İsrailoğullarının karakteristik bir özelliği haline gelen misak unutma bizlerde olmamalı. Misakımıza muhalif eylem ve söylemlerden uzak durmalıyız. Unutmamalıyız ki bu misak, kendilerine peygamber gönderilmiş bütün insanlığın ortak misakıdır. “Hani İsrailoğullarından, “Allah’tan başkasına kulluk yapmayın, anneye-babaya, yakınlara, yetimlere ve yoksullara (ihsanda bulunup) iyilikle davranın, (onların maddi ve manevi ihtiyaçlarını karşılayın;) insanlara güzel söz söyleyin (güler yüz gösterin), namazı dosdoğru kılın ve zekâtı verin” diye misak almıştık. Sonra siz, pek azınız hariç, (sözünüzden ve özünüzden) döndünüz ve (hâlâ) yüz çevirip duruyorsunuz… (Yani Hakk davanızdan ve sadakat iddianızdan dönüp hıyanet ettiniz. Siz zaten hâlâ yüzünüzü ve yönünüzü Hakk’tan çeviren dönek kimselersiniz!)” , “(Yine hatırlayınız ki) Hani o zaman sizden, “Birbirinizin kanını akıtmayın, birbirinizi yurtlarınızdan çıkarmayın” diye misak (kesin söz) almıştık. Sonra sizler bunu (kararlı bir şekilde) onaylamıştınız, üstelik (bazı gerçeklere bizzat) şahitlik yapmıştınız. (Bütün bunların unutulduğunu zannetmek gaflettir.)” (Bakara 2/83-84).
- Yine İsrailoğullarının karakteristik bir özelliği gibi eylem ve söylemlerimizle Kitabın işimize gelen tarafını alıp işimize gelmeyen tarafını yok sayma ve inkâr politikası gütmemeliyiz. “Yoksa siz, Kitabın (işinize gelen) bir bölümüne inanıp da (zorunuza giden) bir bölümünü inkâr mı ediyorsunuz? Artık sizden böyle yapanların dünya hayatındaki cezası, rezil ve aşağılık olmaktan (zalimlere uşaklık yapmaktan) başkası değildir; kıyamet gününde de azabın en şiddetli olanına uğratılacaklardır. Allah, yaptıklarınızdan gafil değildir.” (Bakara 2/85).
- İsrailoğullarının yaptığı gibi ucuz kahramanlıklar yapmamalıyız. İyi ve kolay zamanlarda kahramanlık gösterip zor zamanlarda cepheden kaçanlardan olmamalıyız. Parası olmadığında mücahit, parası olduğunda kapitalist müteahhit olmamalıyız. Parası olmadığı zamanlarda ihlâslı, paraya, mala, mülke kavuştuğunda fiyakalı olmamalıyız. Bilmeliyiz ve inanmalıyız ki Allah Teâlâ bizleri bu imtihan dünyasında her çeşit araçla denemeye tabi tutmaktadır. Her anımızda mütevekkil olmayı meleke haline getirmeliyiz. Böylelikle sınavı geçmeyi kendimize şiar edinmeliyiz. Bu durumumuz aynı zamanda bizim hangi safta yer almış olduğumuzun da bir nişanesidir. Kendilerine nimet verilenlerin, Allah’ın askerlerinin (Hizbullah) tarafı mıyız; yoksa İblisin ve hizbuşşetanın tarafı mıyız. “(Ey Nebim!) Görmedin mi; (Hz.) Musa’dan sonra (Mısır’dan çıkarılan ve ıssız, verimsiz çöllerde esir hayatı yaşamaya mecbur bırakılan) İsrailoğullarının ileri gelenleri peygamberlerine gidip: “Bize bir komutan-melik tayin et ki; (onun emrinde) Allah yolunda (cihad edip) çarpışalım” demişlerdi. (O zat kendilerine şunu) Söyledi: “Ya size kıtal=cihad farz kılınır da, sonra sözünüzden döner ve çarpışmaktan=cihaddan kaçarsanız (büyük bir günah yüklenmiş olursunuz. Gerçekten hürriyet ve selamete kavuşmak için cihad etmek mi istiyorsunuz, yoksa kuru kahramanlık mı taslıyorsunuz?” Onlar ise cevaben:) “Bizler niçin Allah yolunda çarpışmayalım (ve niçin cihaddan kaçalım) ki; yurtlarımızdan, (yuvalarımızdan zorla) çıkarılmış ve çoluk çocuğumuzdan ayrılıp (buralara sürülmüşken… Böyle esir ve zelil yaşamaktansa ölmeyi tercih ederiz)” dediler… Fakat (ne yazık ki) kendilerine (zulümle ve zalimlerle) çarpışma (ve cihad izni) yazılıverilince içlerinden pek azı hariç, çoğu (cihaddan ve sorumluluktan) yüz çevirip (ayrıldılar.) [Tefsirlerin ve tarihçilerin rakamına göre yirmi bin kişiden on beş bini caydı, ancak beş bini kaldı.] Allah (zaten) zalimleri bilir. (Ve böyle imtihanlarla herkese de gösterir.)” , “Peygamberleri (sözünde sadık kalanlara) dedi ki: “Allah (CC) Talut’u size Melik (cihad emiri ve yönetici) olarak tayin etti. (Haydi artık ona biat ve itaat edin.)” Bunun üzerine bazıları: “O bizim üzerimize nasıl komutan olabilir? Ki bizler liderliğe ondan daha layıkız. Halbuki ona geniş servet ve mal da verilmemiştir” diyerek (itiraz ettiler… Cihad sorumluluğundan kaçmak için komutanda kusurlar aramaya, nefsaniyet ve enaniyet yüzünden ortalığı bulandırmaya başladılar… O beş bin kişinin de üç bin kadarı böylece ayrıldı ve ayıklandı. Geride sadece iki bin kişi kadar kaldı. Ve peygamberleri onlara) şunları söyledi: “(Neden nefsinize uyup bu komutana itaatten kaçıyorsunuz?) Halbuki Allah (CC) onu sizin üzerinize seçti (ve başınıza gelmesini takdir etti), onun ilmini ve kuvvetini arttırdı. (Bir cihad emirine ve devleti yönetenlere gereken sıfatlar da bunlardır.) Allah mülkünü dilediğine verir. Allah’ın (lütfu) geniştir ve her şeyi hakkıyla Bilendir… (Bu komutana itaatsizliğiniz, aslında Allah’ın takdirine ve taksimine itirazınız ve itimatsızlığınız yüzündendir.)” (Derken) Talut (yanında kalan az sayıdaki) orduyla birlikte (savaşmak üzere bulundukları yerden) ayrılıp (yola çıktığında:) “Doğrusu, Allah sizi (önümüze çıkacak) bir ırmakla imtihan edecektir. (Susamanıza rağmen, karşıya geçinceye ve ben size izin verinceye kadar) Kim bu (su)dan içerse, (artık) o benden değildir. Kim de -eliyle bir avuç hariç- doyasıya tadıp içmezse o bendendir. (Anlarım ki sadık ve sağlam birisidir)” dedi. (Ama) Küçük bir kısmı hariç, hepsi o sudan içmişlerdi. Nihayet (Talut ve) iman edenler beraberce (ırmağı) geçince onlar (geride kalanlar):“Bugün bizim Calut’a ve askerlerine karşı koyacak gücümüz yoktur” diyerek (fesada yönelmişlerdi). Allah’(ın va’adine, nusretine ve rahmetine) kavuşacaklarına iman ve itimatları (ve Rablerine hüsnü zanları tam ve sağlam) olanlar ise dediler ki: “Allah’ın izniyle, nice az (ama itaatkâr ve sebatkâr) topluluk, çok daha kalabalık (ve güçlü sanılan) topluluklara galip gelmiştir.(Çünkü) Allah sabreden (mü’minlerle) beraberdir.” Onlar(dan iman erleri) Calut ve askerlerine karşı çıkarken de şunları söylemişlerdi: “Rabbimiz, (cihaddan kaçmamak, ordudan ve itaatten ayrılmamak için) üzerimize sabır ve metanet yağdır; ayaklarımızı (hizmet ve istikamet üzerinde sabit ve) sağlam tut ve (Senin Hakk Dinini ve adalet düzenini) inkâr eden topluluklara karşı bize yardım et…” (diye dua etmişlerdi.). Böylece, Allah’ın izniyle onları (çok az sayıdaki sadıklar, kalabalık ve donanımlı düşmanları) yenilgiye uğrattılar. (Daha peygamber olmamış bulunan ve genç bir subay olarak orduya katılan Hz. Davud, düşman tarafın henüz bilmedikleri ve şaşkınlıkla izleyip panikledikleri, yeni bir teknolojik silah hükmündeki attığı sapan taşıyla, zırhlar içinde ve fil üzerinde gururla meydan okuyan kâfir komutanı Calut’un gözlerini kör edip, beynini akıtarak devirince; başsız kalan düşman birlikleri dağıldılar ve bozulup kaçtılar; böylece) Davud Calut’u öldürdü. Allah da ona mülk ve hikmet (hükümdarlık ve bilgelik) verdi; ona dilediği şeylerden (yöneticilik, adalet, sanat ve teknoloji bilgilerinden) öğretti. Eğer Allah’ın, insanların bir kısmı ile bir kısmını defedip (engellemesi) olmasaydı, yeryüzü mutlaka fesada uğrardı. Ancak Allah, âlemlere karşı büyük fazıl (ve ihsan) sahibidir.” (Bakara 2/246-251).
(Hz. Musa halkına şöyle seslenmişti:) “Ey kavmim, Allah’ın sizin için yazdığı (imtihan aracı ve hürriyet diyarı olarak saptadığı) kutsal topraklara (Kudüs ve civarına) girin ve sakın gerisin geri arkanıza dönüp (davanızdan vazgeçmeyin), yoksa hüsrana uğrayanlar olarak (Hakk’tan ve hayırdan) çevrilip gidersiniz.” (Beni İsrail) Dediler ki: “Ey Musa, orada (o topraklarda) gerçekten cebbar (güçlü ve zorba) bir topluluk vardır. (Onlarla mücadele etmemiz ve yenmemiz imkânsızdır.) Onlar (Filistin topraklarından) çıkmadıkça (oradan uzaklaştırılmadıkça) biz kesinlikle oraya girmeye (yeltenmeyeceğiz), şayet onlar (bir şekilde oradan çıkıp) boşaltırlarsa, biz (o takdirde) elbette girip (yerleşeceğiz).” (Bunun üzerine) Bu korkaklar (ve kolaycı kaypaklar) arasında bulunup da, Allah’ın kendilerine nimet (fazilet ve gayret) verdiği iki kişi, (İsrailoğullarına dönüp şunları) söylemişti: “(Korkaklığa ve kahpelik yapmaya yönelmeyiniz, gevşeklik göstermeyiniz. Kutsal vatanınızı işgal eden zalim ve zorba topluluğun) Üzerine kapıdan (cepheden ve cesaretle hücum edip) giriniz. Böyle (bir gayret ve hareketle) girerseniz, şüphesiz siz galip geleceksiniz. Eğer (sahte değil samimi) mü’minlerseniz, sadece Allah’a tevekkül ediniz (şeytani kuşku ve kuruntularınızın peşinden gitmeyiniz!)” (Yahudiler bütün bu uyarılara rağmen) Dediler ki: “Ey Musa, o (zorbalar) orada durduğu sürece, biz hiçbir zaman asla oraya girmeyeceğiz (böyle bir tehlikeye göğüs germeyeceğiz). Bu nedenle, sen ve Rabbin gidiniz, ikiniz savaşıp (düşmanları bertaraf ediniz), biz burada (her türlü tehlike ve tecavüzden uzak durup) oturanlar olarak (bekleyeceğiz).” (Bunun üzerine Hz. Musa) Dedi ki: “Ey Rabbim (görüyor ve biliyorsun ki) ben gerçekten, kendi nefsimden ve kardeşimden başkasına malik değilim (sözümü geçirememekteyim). Öyle ise, bizimle bu fâsıklar (ve sapkınlar) topluluğunun arasını ayır(manı dilerim).” (Maide 5/21-25). Ayrıca konuyla ilgili A’râf Sûresi 109-152. ayetlerine bakılması ve tefekkür edilmesi elzemdir. - İsrailoğullarının yaptığı gibi Allah’tan asla ümit kesmemeliyiz. Bilmeliyiz ve inanmalıyız ki, felah/iyi son tüm gücümüzle daraldığımız ve “bittik” dediğimiz anda gelir. “(Derken suya varmadan onlara yaklaşmışlardı.) Vaktâki iki topluluk birbirini gördüklerinde Musa’nın adamları: “Eyvah şimdi gerçekten yakalandık” diye (telaşlanmışlardı).” (Hz. Musa ise:) “Hayır ve asla! Şüphesiz Rabbim benimle beraberdir; bana (kurtuluşa ulaştıracak bir) yol gösterecektir” (diyerek onları sakinleştirmeye çalışmıştı). Bunun üzerine Musa’ya: “Asanla denize vur” diye vahyettik. Deniz hemencecik (ikiye) yarılmış da her parçası kocaman bir dağ gibi olup (aralarında bir geçit yolu açılmıştı. (Arkadan gelen) Ötekileri (Firavun ve askerlerini) de buraya yaklaştırdık (ve peşlerinden açılan yarığa daldırdık). (Ama sadece) Musa’yı ve onunla birlikte olanların hepsini kurtarmış olduk..” (Şu’arâ 26/61-65)
Sonuç olarak, dünya imtihanında safını netleştirdiğinden dolayı, başına gelenlere metin bir duruş sergileyerek sabredip Rabbine iltica edenler gibi bizler de Allah Teâlâ’ya iltica ediyor ve O’na yalvarıp yakararak diyoruz ki; “Ey Rabbimiz biz isyandan vazgeçtik, tevbe ederek sana yöneldik. İçimizdeki beyinsizlerin yaptıklarından (ve yapmaları gerektiği halde yapmadıklarından) dolayı bizi helak mi edeceksin? İşleri bâtıl olanların yaptıklarından dolayı bizi helak mi edeceksin? Ey Rabbimiz, üstümüze sabır yağdır ve bizi Müslüman olarak öldür. Bizim velimiz, yakınımız, dostumuz sensin. Öyleyse bizi bağışla, bize acı, çünkü bağışlayanların en hayırlısı sensin. Bize bu dünyada bir bayrak altında yaşamayı, sağlıklı olmayı, zenginliği, sâlih ameller işlemeyi, iyilikler yapmayı, âhirette, ebedî yurtta da mükâfatlandırılmayı divan defterine yaz. Ey Rabbimiz, bize dünyada da iyilik ver, ahirette de iyilik (ver) ve bizi ateşin (cehennemin) azabından koru”