-1 C
Bursa
24 Kasım 2024 Pazar
spot_img
Ana SayfaKültür - SanatMedeniyetimizin Büyük Krizi ve Sezai Karakoç

Medeniyetimizin Büyük Krizi ve Sezai Karakoç

İnsan, insanlığını kaim kılan unsurları maddede ve manada cisimleştirmek, kurumsallaştırmak ister. Bunun için aile, toplum, devlet ve medeniyetler kurar. İnsanlık kendi kendine yabancılaşmışlığın yeni bir evresini yaşarken İslam medeniyeti dünya güçlerinin savaşım alanlarının kenarında sessiz sedasız yeni bir süreci başlatıyordu. Pers ve Roma mücadelesine sahne olan dünyada Hz. Muhammed’in (s.a.v.) peygamberlik ve önderlik misyonlarının bileşkesi ile 3. güç ortaya çıktı. İslam Medeniyeti Emevi-Abbasi döneminden sonra Türklerin katkısı ile Osmanlı tecrübesi ile medeniyet olarak devamlılığını sağladı. Batı medeniyetinin yükselişi ile durgunluk hatta yenilgi diyebileceğimiz bir döneme gelinmiş durumdadır. Medeniyetimiz büyük bir kriz yaşamaktadır. Sadece Batı üstünlüğüne bağlı olarak yorumlanamayacak kadar derin ve büyük kriz içinde bulunmaktayız. Bu durumu öncelikle doğru tanımlamalar ve algılayışlarla ortaya konulmalıdır. Son iki yüz yıllık süreç içerisinde birçok aydın ve âlim ortaya koydukları arayışlarla sorunu anlamaya çalışmışlardır. Büyük mütefekkir Sezai Karakoç’ta bu noktada bazı önemli tanımlamalarda bulunmuştur.

İslam medeniyeti tarihsel süreç içerisinde birçok evrilmeler yaşamıştır. Değişik devletler aracılığıyla mirası şekillendirilmeye ve derinleştirilmeye devam etti. Bu süreç içerisinde bazı derin bunalımlar yaşadı. Karakoç’a göre İslam Medeniyeti’nin yaşadığı bunalımlarının başlıcaları: “1. Peygamberimizin (s.a.v.) vefatı ile ortaya çıkan bunalım. Dinden dönmeler, yalancı peygamberlerin zuhuru, 2. Hz. Osman’ın (a.s.) şahadetiyle başlayıp Sıffın savaşıyla tırmanan siyasi bunalım. Devlet başı seçme bunalımı. Hilafet problemi. 3.Bunalım zihni ve fikri bunalım. Eski yunan felsefesinden etkilenme. 4.İslam medeniyeti dışarıdan saldırılara uğrayarak büyük tehlike ile karşı karşıya kaldı. Endülüs-Moğollar-Haçlılar tarafından çok büyük saldırılara uğramıştır.” (Karakoç, 1995) Bunlara ek olarak günümüzde yaşadığı bunalımdır. Bu bunalım iki yönlü yaşanmaktadır. Bir yönü dışarıdan -batıdan- gelen hem ideolojik hem fiili saldırı şeklinde yaşanırken, diğer yönü de içten içe yaşanan derin krizdir. Bu krizde İslam düşüncesi hem teorik hem pratik açıdan algı noktasında sorunlar yaşamaktadır.

“İslam medeniyeti gerilemedi, belli bir tempo ile hep ilerledi. Ama teknik ilerlemesi batının ki kadar hızlı olmadı. Batılı yazar Toynbee Osmanlı Medeniyeti için “durdurulmuş medeniyet” olduğunu belirtir. İslam medeniyeti durmuş değil, durdurulmuş olan İslam Medeniyeti ise, er veya geç harekete geçecektir. Haçlı ve Moğol tahribatından sonra harekete geçtiği gibi.” (Karakoç, 1995: 150) Sezai Karakoç’un bu düşüncesi tartışmalıdır. İslam dünyasında son 1000 yıldır düşünce noktasında bir ilerleme, çağı kavrayış ve aşma iradesi bulunmamaktadır. Medeniyet birikimini yenileyememiş, “Durdurulmuş Medeniyet” olmaktan ziyade kendi ömrünü tamamlamış bir görüntü sergilemektedir. Dondurulmuş İslam düşüncesi’nin Gazali’den sonra bir açılım sağlayamamıştır.

Sezai Karakoç’a göre yaşanan krizin sebeplerinden biri yaşam- düşünce- medeniyet algılamasında iyi-doğru-güzel olana yönelip kötü-yanlış-çirkin olanı tanımlayıp buna karşı tedbirlere girişecek bir algının gelişmemesini gösterir. “Krizimizin bir kökü de hep iyiye göre ayarlanmak, hep iyiyi düşünmek, hep iyiye kapanıp kalmak olmuş. Oysa ahirette olmadığımız, bu dünyada olduğumuzu unutmamalı, “kötü”yü de hesaba katarak tedbirli olmalı, “Düşmanlarınıza karşı aynı silahlarla karşılık veriniz” ilahi buyruğunu tam anlamıyla yerine getirmeliydik. (Karakoç, 1995: 96) Algımızda öte dünya- ahiret merkezli yaklaşım ile birlikte bu dünyada yaşanan değişimlere bigane kalınmakta, zaman içerisinde yaşanan evrimlere yabancı olunmaktadır. Uzun süren hakimiyet çağlarından sonra Müslüman zihnine artık küfrün- şirkin- zulmün- kafirlerin artık hükümran olamayacağına dair özgüven veya yanılsama zihni karşıt olana karşı tedbirsiz yakalanmasına sebep olmaktadır.

Ekonomik işlerliğin toplumsal-siyasal-kültürel etkileri İslam dünyasında hep küçümsene gelinmiştir. Ekonomi ile hemhal olmak ahiretten uzaklaşmanın sebebi olarak addedildiği için genel olarak ticarete hâkim olanlar gayri Müslimler idi. Var olan işlerlikte ise tarım kültüründen sanayi kültürüne evirilememiştir. Karakoç, bu durumu krizi oluşturan sebeplerden biri olarak işaret eder: “İslam dünyası, sadece zirai ekonomide kalmamış, imal ekonomisinde de rekor seviyesine varmıştır. Ama nende burada durmuş ve Batı tipi sanayi devrimine geçememiş ve ağır sanayi inkılabını gerçekleştirememiştir? Bunun sebebi açıktır: Kalite “fabrikasyon”da, “seri imal”de değildir. Bunun en iyi örneği, elle dokunmuş halı ile fabrikada dokunmuş halı arasındaki farktır. İslam dünyası, imalde vardığı kaliteyi yitirmemeğe savaşmıştır hep.” (Karakoç, 1995) Sanayinin gelişmesini gördükten sonra ise bunu almak için takip edilen yöntemleri sağlıklı oluşturamamıştır. Taklit merkezli, Prens Sabahattin’in deyimiyle; “Mesele, batının teknik vasıtasıyla kendimizi donatmakla hallolmaz. Mesele, Batıda bu tekniği ve bu kabiliyeti yaratan güce sahip olmadadır.” Soruna bir türlü bu merkezden yaklaşacak bir düşünce geliştirememiştir. Ekonomik anlamda halen İslam dünyası elindeki imkânlara rağmen siyasi bağımsızlığını kazanamadığı için ekonomik kazanımlarını devam ettirememiştir. “Materyalizmi doğuran ve yaşatan 2 temel yanılgı noktası bulunmaktadır. Birincisi; bozukluk, gerileme ve çöküş ruhta olsa bile, orda görünmez; bozukluğu ancak, fizikte, maddede, ekonomide somut olarak görürüz; o zaman da, sonucu sebep gibi görmek yanılgısına düşeriz. İkincisi; her ne kadar, ekonomik durum, esasta sonuç ise de, bir kere oluştuktan sonra, o da, bir sebep gibi tesir edecektir. Doğan her netice, bir sebep gibi yeni doğuşların kaynağı olur.” (Karakoç, 1995:118)

İslam dünyasında gerileme üzerine ne zaman risale yazılsa en başta tespit edilen sebeplerden biri dinden uzaklaşma, imanın zayıflaması olarak gösterilir. Oysa Karakoç bu noktada farklı düşünmektedir: “Zayıflatılan imanı yeniden güçlendirmek için çalışmalar temel olmakla birlikte, kurtuluşumuzun yeterli sebebi olamaz… Bu sebeple, mutlaka Medeniyetimizin yeniden reel planda gerçekleşmesi için gerekli kültür atılımını yapmak zorundayız. İman ve İslam yanımızı yıkamayan Batı, çevreden, medeniyet konusundan hareket ederek bir üstünlük sağladı. Sonra devletimizi çökertti, daha sonra medeniyetimizi yıktı, toplumumuzu değiştirdi.” (Karakoç, 1995: 136) İslam dünyasında tasavvufi eğilimlerin batı karşısında sunduğu çözüm dindarlığın artırılması olmuştur. Bunun dışında özgürlükler, kültürel dinamizm, siyasi algı ve medeniyet dinamiklerinin yeniden inşa edilmesi anlamında bir çözüm önermemiştir. Bu durum ise İslam dünyasının dindarlaşma merkezli açılımı eksik kalmaktadır. “Ahiretimizi kurtaralım, dünyayı kim ne ederse etsin” gibi bir yaklaşımla yaşadığımız medeniyet krizin çözülmesi imkânsızdır. Bunun yanında siyasal eğilimleri ağır basan yaklaşımda bulunanlar ise bu noktada suçlamalar yönelterek içsel dinamikleri zayıf kalmıştır.

Kurumsal olarak yıkılsalar da düşünce ve ruh açısından başka devletler ve medeniyetler aracılığıyla devam ettirilir. Ancak devr alınan miras dönüştürülerek kendi kimliği içinde mecz edilir. Din ve düşünceyi birey ve toplumdan devr alarak devlet ve medeniyet forumundaki ifadesi kaçınılmazdır. Devlet ve medeniyet ayrımını iyi belirlemek gerekiyor. Devlet; “Belli bir ülkede, bir hükümete ve ortak kanunlara bağlı şekilde yaşayan bir topluluğun meydana getirdiği siyasi teşkilat” olarak tanımlanır. Medeniyet ise “Bir topluluğun hayat tarzı, bilgi seviyesi, sanat gücü, maddi ve manevi varlığı ile ilgili vasıfların bütünü”dür. Devletler bir ırka dayalı ve belli bir coğrafyada kurulurken medeniyetlerde ise ırk ve sınır kavramı bulunmamaktadır. Devletler yıkılabilir ancak bunların temsil etmeye çalıştıkları medeniyet ise farklı devletler tarafından idame ve ikame ettirilir. İslam medeniyetin son temsilcisi konumunda olan Osmanlı imparatorluğu için düşünülenler eksik yaklaşıma sebep olmaktadır.

“Bir devletin yıkılışıyla bir medeniyetin çöküşünü elbet özdeşleştirmek mümkün değildir. Devletler batar çıkar ama medeniyet devam eder. Osmanlı devleti bir medeniyet ile özdeşleştirildiği için devletin yıkılışı medeniyetin yıkılışı gibidir.” (Karakoç, 1995: 61) bu özdeşleştirmeden dolayı psikolojik noktada önemli yıkım yaşandığını ve medeniyet üzerinde şüphelerin arttığını belirtir. Oysa ki yıkılan Osmanlı İmparatorluğu idi, İslam medeniyeti ise devam etmektedir. Bu medeniyeti dirilişe götürecek devlet arayışların kendi içinden doğal olarak çıkacaktır.

Dünya üzerinde son iki medeniyet kalmış görünmektedir. Bunlar; İslam ve Batı. Her iki medeniyet süreci de farklı milletler tarafından geliştirilmiştir. Günümüzde batı medeniyeti klasik medeniyet davranışlarından olan son olma, üstün olma, nihai olma gibi psikolojiye girmiş dünya üzerindeki hâkimiyetini devam ettirmeye çalışmaktadır. İslam ise ihtişamlı günlerinin özlemiyle bir taraftan kendini yeniden tanımlama sürecini yaşarken bir taraftan da batının saldırıları oluşan yok etme çemberini kurmaya çalışmaktadır. Her iki medeniyet içerisinde homojen insanlar yoktur. Batı içerisinde İslam medeniyetini savunanlar olduğu gibi İslam medeniyeti içinde batı medeniyetini savunanlar da vardır ve sayı olarak büyük bir oran oluşturabilmektedir. Bu geçirgenlik artarak devam etmektedir. Yeni bir çıkış arayan İslam medeniyetini geçmişteki Şam, Bağdat ve İstanbul merkezleri dışında yeni merkezde mi ortaya çıkacak yoksa dünya üzerindeki hareketlilik noktaları olmadığı için kendi eski medeniyet merkezlerinde mi inşa edilecek bilinmiyor. “İslam kaç medeniyet hamlesi yapmıştır, bir düşünelim ve geleceği tarihin bu açısından görelim. Medine Medeniyeti temeldir ve başlangıçtır. Sonra Şam ve Bağdat sitelerinin medeniyet hamleleri gelir. Endülüs medeniyeti, İslam medeniyeti içinde başlı başına bir şubedir. Selçuklu, Osmanlı, Maveraünnehir medeniyeti birer varyasyondur. Bir de İslam’ın ruhu vardır ki bu medeniyetleri ören, doğuran odur. İslam ruhu gittikçe canlanarak dirilecektir.” (Karakoç, 1992: 185)

“Medeniyetler tarihinde hamle dönemleri ve onu izleyen kazanılanları yerleştirme dönemleri arka arkaya gelir. Bu bakımdan, batıda Osmanlı, Doğuda Babür yeniden doğuşlarıyla, İslam Medeniyeti, ilk dönemlerden biraz farklı da olsa –ki bu şartlar gereğidir- yeni bir İslam yaşayışının yeryüzünü anlamlandırmasına devam etmesi hamlesi olmuştur.” (Karakoç, 1995: 108) Karakoç, İslam medeniyetinin yeniden doğuş imkan ve gücüne sahip olduğunu bunu inşa edecek süreci beslemek gerektiğini düşünür. Bazılarının İslam dinini devlet düzeyinde kurumsal ifadesini mümkün kabul etmese de dünya üzerinde alternatif sunabilecek birikimi ortaya koyacak alternatif görünmemektedir. Karakoç, bu imkanın bulunduğunu belirtir: “21 y.y. da, İslam, devlet sorununu yeniden ele alabilir, bu konuda yeni yorumlar getirebilir, ya da dış şartları yeniden potasında eritip kristalleştirebilir, ama Budizm ve Hıristiyanlık gibi devletten adeta tamamen soyutlanıp uzaklaştırılamaz. (Karakoç, 1995: 90)

“İnsanlığın var olduğu andan bu yana iki medeniyet çarpışmaktadır. İyinin medeniyeti ile kötünün medeniyeti. Doğru ile yanlışın, güzel ile çirkinin medeniyetleri. Tuba medeniyeti ile zakkum medeniyeti. Bal ile zehir… Bunların ayrılmasından, çarpışmasından doğan iki medeniyet. (Karakoç, 1992: 185) Yeni bir medeniyet doğmalıdır. Küllerinden dirilmeli, insanlığa diriltici nefesini vermelidir. Bu medeniyetin doğum yeri olarak Sezai Karakoç tarihsel devamlılığın sonucu olarak Ortadoğu’yu gösterir.“Gerçek medeniyetin doğum yeri, bugün Ortadoğu dedikleri bölgemizdir. O medeniyetin tek devamcısı, tek varisi de İslam Medeniyeti’dir. (Karakoç, 1992: 185) Ortadoğu- Mezopotamya medeniyetlerin beşiği olarak durağanlıktan kurtulmalı, kendi iradesini ifade etmelidir. Burası huzura kavuşursa insanlık huzura kavuşabilir. Burası huzursuz ve kaos içinde bulunduğu müddetçe insanlığın düzen ev dirlik içine girmesi beklenemez. İnsanlığın ilk atası Adem’in ilk evi, yerleşimi, devleti ve medeniyetleştiği yer olarak merkez gücünü korumaktadır. Diriliş Hareketi öncüsü Karakoç, çözüm için teklifi ise; “Merkez noktada inanç ve metafizik çözüm, sonra halka halka bilim, zihin faaliyeti, sanat ve edebiyat, politika hareketleriyle gelişen önlenmez kurtuluş hareketi.” (Karakoç, 1995: 115)


Kaynakça:

  1. Karakoç, Sezai. Fizik Ötesi Açısından Ufuklar ve Daha Ötesi. 1995. Diriliş Yayınları
  2. Karakoç, Sezai. Sütun. 1992. Diriliş Yayınları
Önceki İçerik
Sonraki İçerik
YAZARIN DİĞER MAKALELERİ

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

SOSYAL MEDYA

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
4,338TakipçilerTakip Et
- Reklam -spot_img

Yeni İçerikler

Son Yorumlar

Hatice yorumladı Yalan Dünya
Sümeyye yorumladı Yalan Dünya
Başak koçoğlu yorumladı Gençlik ve Din
Yunus yorumladı Gençlik ve Din
Levent Ateş yorumladı Gençlik ve Din