17 C
Bursa
23 Kasım 2024 Cumartesi
spot_img
Ana SayfaÇeşitliEvrensel Kanayan Yaramız Göç

Evrensel Kanayan Yaramız Göç

Son yıllarda ülkemize gelen göçmen ve mültecilere olan halkın nefret/kin saldırısına tepki olarak aynayı ters çevirip göç kavramına farklı bir perspektiften bakmayı amaçlayarak bu yazıyı derledim. Bu anlamda önyargıları kırmak için fayda sağlayıcı bir düşünce yazısı olmasını diliyorum.

Öncelikle göçmen nedir diye soracak olursak, “ülkesinden belirli bir nedenden ötürü gönüllü ayrılan kişi” diyebiliriz. Peki mülteci nedir? Zorunlu bir nedenden ötürü ülkesinden başka bir yerde korunma talep eden sığınmacılara denir. Aslında bu kavramlar bize sanıldığı kadar da uzak değildir. Bizler Türk olarak göçmen asıllı bir milletiz. Şöyle bir geçmişe bakarsak Türklerin göçmen kimliği asırlar öncesine kavimler göçüne dayanmaktadır. Tarihimiz boyunca gerek Ergenekon’da gerekse Bozkurt’da Türklerin göçmen kimliği ön plana çıkar. Aslında diyebiliriz ki Türkiye’nin kendi hikayesi de bir göç hikayesidir. Türkler olarak Orta Asya ile yetinmeyip Viyana’ya kadar gitmemiz, Orta Asya’dan Avrupa’ya kadar uzanan hikayemiz bizim göçmen kimliğimizi net bir şekilde ortaya koyar. Peki bu göç hareketini doğuran ana sebep nedir?

Bizler de dahil olmak üzere çoğu insan ‘daha iyi yaşama arzusu’ ile bir yerden bir yere göç etmiştir. Bu durum oldukça doğal bir süreçtir. Her insanın daha iyi bir yaşam arzulamaya hakkı vardır ve kimse bu sebeple vatan haini olmakla suçlanamaz. Dünya tarihindeki örnekleri incelediğimizde son zamanlarda konuşulan mülteci ve göçmenlerin geri gönderilmesi yönünde görüşlerin ne kadar hukuk ve mantık dışı olduğu, uygulanabilirlik yönünden bir işlevinin olmadığını anlamamız zor olmaz;

Almanya 2.Dünya Savaşı sonrası 1961’den sonra ciddi bir işçi göçü almıştır. Almanya artan göçmen nüfusunun kalıcı olup yerleşmemeleri için göçmenleri halktan ayrı bir yerde konumlandırmış. Tüm bu süreç boyunca da sosyal uyum faaliyetleri düzenlemeyerek göçmenlerin ülkelerine geri dönmelerini amaçlamıştır. Fakat beklenilenin aksine ülkeye yerleşen göçmenler geri dönenlerin ciddi oranda üzerinde olduğu bilinmektedir. Hatta Almanya ülkesindeki göçmenleri geri göndermek için para dahi vermiştir. Buna karşılık çok az bir kısmı ülkesine geri dönmüş ve sonrasında ise bu sebeple Almanya’dan ayrılanların yarısının tekrar Almanya’ya döndüğü de bilinmektedir. Almanya bunun neticesinde sosyal uyum faaliyetlerine girişmiş, öncelikle Almanca öğrenimini zorunlu hale getirmiştir. Ama bunun öncesinde 2 kuşak (kayıp kuşaklar olarak geçer) hiç dil öğrenmeyerek ve ötekileştirilmenin bir sonucu olarak ülkeye düşmancıl duygular beslemişlerdir. Almanya bu iki kuşaktan sonra gelenlerin sosyal uyum ile yaşadığı ülkeye bağlılık hissetmelerini sağlayarak ülkenin güvenliği ve refahını sürdürülebilir kılmayı amaçlamıştır.

Bir diğer örnek olarak da İngiltere’de göçmen sayısı fazla olan bir ülke diyebiliriz ki, Londra’da şuan etnik anlamda kozmopolit bir yapıya sahip olup 300 farklı dil konuşulduğu söyleniyor.

Bu iki örneğe baktığımızda gözlemlenen sonuç, göçün doğal bir süreç olduğu ve tarih boyunca da varlığını koruduğu, var olmaya da devam edeceği olgusudur.

Bugün ülkemizde bulunan göçmen ve mültecilerin penceresinden göç sürecine bakacak olursak; 2011de Suriye’de yaşanan iç çatışma ve anlaşmazlıklar sonucu milyonlarca insan yerinden yurdundan edilerek kitleler halinde ülkelerini terk etmek zorunda kalmışlardır. Bu insanlar yanlarına aldığı küçük bir bavula sığdırabildikleri dışında geride birçok değerli şeyi bırakarak bir bilinmezliğe doğru yürütmüştürler. Şimdi burada geride bıraktıklarından en kıymetlisi nedir diye düşündüğümüzde cevabı ‘aidiyet duygusu’ olarak almamız mümkün. Bu insanlar ait olduğu yaşamlarının bir parçası olan birçok unsurdan vazgeçmek durumunda kalarak tam bir tabirle ‘eksik’ yola çıkmışlardır. Arkalarında bıraktıkları enkazı zihinlerinde taşıyıp önlerinde bulunan bilinmezliğin içinde bir umut güzel yaşama arzusu ile, güvende olma ihtiyacı ile, belki kabul görmek ve belki yeniden aidiyet duygusunu göç ettiği yerlerde inşa etmek dileğiyle.

Diğer taraftan 2011’den bu yana Türkiye’ye büyüyerek gelen göç dalgasının Türk vatandaşlarında oluşturduğu kaygıya da bir mercek tutacak olursak; 1913-2011 yılları arasında 88 yılda Türkiye’ye gelen Göçmen-Mülteci sayısı 1.8-2 milyon arasında iken 2011-2017 yılları arasında 6 yılda gelen mülteci sayısı 4 milyondur. Bu fark azımsanmayacak kadar fazla ve aynı zamanda ürkütücüdür. Türk vatandaşları doğal olarak ulusal bir güvenlik kaybının söz konusu olacağı yönünde endişelenmiştir. Aynı zamanda bu düzensiz göçün işsizliğin artmasına yol açacağı, maddi kaynakların giderek yetersizleşeceği kaygısı da genel anlamda Türk vatandaşlarının endişeleri arasındadır. Tüm bu kaygı ve düşünceleri giderebilecek olan ise; iyi bir süreç yönetimidir.

Göçün iyisi ve kötüsü yoktur. Asıl olan iyi yönetilmiş bir göç sürecidir. Bu süreci iyi yönetmek önce ülke içindeki nüfus dağılımını dengelemekten geçer. Türkiye’de iç göç hareketliliği Suriyeli göçmen ve sığınmacılar dışında farklı sebeplerden ötürü de yaygın olduğu görülüyor. Öncelikle Kırsal ve Kentsel alanlarda yaşamsal öneme sahip imkanlara erişiminin uçurum değerinde farklar oluşturması iç göç hareketliliğin başlıca sebebidir. Yine bakacak olursak Almanya’da nüfusu 1 milyona ulaşan en fazla 4 il var iken Türkiye’de 1 milyonu aşan ilçenin (Esenyurt) varlığı söz konusudur. Dolayısıyla bu dengesiz dağılımı düzenlemek için ülkenin kırsal alanlarda da refahı iyileştirici faaliyetler gerçekleştirmesi doğru bir çözüm olacaktır.

Göç sürecinin iyi yönetilmesi için asıl önemli faktör ise “Sosyal Uyum Çalışmaları” dır. Ülkemizde Avrupa Birliği’nin de desteklemiş olduğu göç temelli sosyal uyum faaliyetleri mevcuttur ve daha da yaygınlaştırılmalıdır. Ülkemizdeki göçmenlerin bu ülkeyi ve vatandaşlarını sevip, kendi vatanlarının yanı sıra içselleştirmesi herkes açısından temel bir ihtiyaçtır. Aynı zamanda bu süreç iyi yönetilebilirse iş gücü olarak ülkemize katkı sağlayacağı da bilinen bir olgudur.

Türkiye’nin Göç Süreç yönetim modellerine genel bir bakacak olursak; 2011 de “Koruma” ilkesi ile başlayan yönetim modeli 2013-2016 yılları arasında yaşam destek odaklı Yaklaşım modeli ile sığınmacı ve mültecilere sosyal ve ekonomik yardım desteği sağlamış, 2016 ve sonrasında ise süreç yönetim modeli sosyal uyum ve toplumsal bütünleşme modeli ile devam etmiştir. Son olarak tercih edilen ve uygulanan ‘Sosyal uyum ve Toplumsal Bütünleşme Modeli’ nin yaşam destek odaklı yaklaşımdan farkı ise yararlanıcılara yalnızca ‘alan el’ olmak rolünden sıyrılıp veren el olmayı da üstlendirerek sosyal konumunu etkileşimli bütünsel bir düzleme taşımıştır.

Refah düzeyi yüksek bir toplum var etmek için toplumsal bütünleşme ve sosyal uyum konularıyla ilgili politikaları tüm süreci gözlemleyerek yeniden revize edecek olursak sosyal uyumun nasıl artırılabileceğinden ziyade daha eşit ve daha hakkaniyetli bir toplumun inşasına katkı da bulunacak sosyal uyum sürecinin nasıl geliştirileceği konusu ön plana çıkar.

Bunların yanı sıra tüm kozmopolit ülkeler de olduğu gibi bizlerde bu insanlık dramını yaşayanları ve birbirimizi mezhep, din, ırk, etnik köken ayırt etmeden olduğu gibi sadece ‘insan’ olduğu için ve insanca farklılıkları ile kabul etmeliyiz. Her birimizin farklılığına alan açmak, daha iyi yaşamak arzusunun her insanın hakkı olduğuna olan inanca bağlılık göstermek toplumsal barış anlayışının bir gereğidir. Birlikte daha güçlü bir gelecek umuduyla farklılıkları kabul edip onlarla zenginleşmek sürdürülebilir bir hayatın temel taşıdır. Bu zenginlik toplumsal barışın anlayışının bir yansımasıdır.

Birlikte güven içerisinde, huzurla ve barışla yaşamak dileğiyle… Daha iyi bir Türkiye için, daha iyi bir Yaşam için, Toplumsal Barış için el ele olacağımız günlere…

YAZARIN DİĞER MAKALELERİ

1 Yorum

  1. Aslında hepimiz göçmeniz. Bi hicret halinde buradan dar-ı bekâya iltica ediyoruz. “İnsan bir yolcudur.
    Sabavetten gençliğe, gençlikten ihtiyarlığa, ihtiyarlıktan kabre, kabirden haşre, haşirden ebede kadar yolculuğu devam eder.”
    Mesnevi-i Nuriye –
    Ne mutlu bu hicret sırasında azığı hayırla dolana…
    Yine bu ay ki yazınız ile feyizyab olup gönüller ferşa ferşa şad oldu… Müteşekkiriz

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

SOSYAL MEDYA

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
4,338TakipçilerTakip Et
- Reklam -spot_img

Yeni İçerikler

Son Yorumlar

Hatice yorumladı Yalan Dünya
Sümeyye yorumladı Yalan Dünya
Başak koçoğlu yorumladı Gençlik ve Din
Yunus yorumladı Gençlik ve Din
Levent Ateş yorumladı Gençlik ve Din