BİR MEDENİYET PROJESİ OLARAK İSTİHLAF
Kur’ân-ı Kerîm insanlara medeniyet kurma sorumluluğunu yüklediğini net bir ifadeyle beyan buyurmuştur: “Semûd halkına da kardeşleri Salih’i gönderdik. Ey halkım: “Allah’a kulluk edin. Sizin O’ndan başka ilahınız yoktur.” dedi. “Sizi yer yüzünde meydana getiren ve sizi orayı imar etmekle görevli kılan O’dur. Öyleyse O’ndan bağışlanma dileyin. Sonra O’na tevbe ile yönelin. Rabb’im, çok yakın’dır, isteklere cevap verendir.” (Hûd 11/61).
İstihlaf başlı başına bir medeniyet projesidir. “Hani! Bir zamanlar Rabb’in, meleklere: “Ben yeryüzünde bir halife tayin edeceğim.” demişti. Melekler: orada bozgunculuk yapacak, kan dökecek birisini mi halife yapacaksın? Oysa biz Seni övgü ile yüceltip kutsuyoruz.” dediler. Allah: “Ben sizin bilmediklerinizi bilirim.” dedi. (Bakara 2/30).
Bu istihlaf projesi bir imar projesidir. Bütün âlemi imar etmenin başka bir adıdır. Burada amaç, önce sağlam bir islam toplumu inşa ve ikame etmektir. Ardından bütün kainatı kapsayacak ve mamur etme üzerine kurulu, bir misyon ve vizyonu olan; her dem söylem ve eylem sahibi, dinamik ve şümullü bir insan (merkezinde insan olan) medeniyeti kurmaktır.
Bu imar projesinde pergelin bir ucu daim şeriatın sahibiyledir. Diğer ucu bütün kevn iledir. Bundan amaç faal bir iman ve eylem adamı yetiştirmektir. Allah Teâlâ pasif bir imanı hazzetmez. İşte bütün kâinatın yegâne sahibi olan Allah, bu imar işini “halife” kavramıyla ebedileştirmiştir.
Tam da burada dikkat edilmesi gereken önemli nokta şudur: Allah, insanı diğer varlıklara nazaran daha mükemmel (istidat ve ahlak) yaratmış olmasına ve onu mükerrem kılmasına rağmen; onu kusursuz kılmamıştır. Ona, kusurlarıyla mündemic bir şekilde imar görevini tevdi etmiş ve her daim kusurlarını telafi imkânı vermiştir. Allah insanı bu yönüyle yani açmazlarıyla baş başa ve çaresiz bırakmamıştır. Kendisine işin yolunu yordamını da göstermiştir. “Fakat Âdem Rabbinden aldığı birtakım kelimelere sarıldı, (Allah) da onun tövbesini kabul etti: çünkü O, evet O’ydu tövbeleri kabul etme makamında olan, her işinde merhamet sahibi olan”.” (Bakara 2/37).
Tîn Sûresi bu anlattıklarımızın özetlenmiş halidir. Allah bu sûrede dört önemli şahsiyete (Hz. Nuh, Musa, İsa, Muhammed aleyhimüsselam), zamana ve mekana/beldeye (dört vahyin merkezine) yeminden sonra insanın kıvama ermesinin ve kainatı imar etmesinin kodlarını/şifrelerini/koordinatlarını ve yazılımını vermiştir. “İncire ve zeytine and olsun, Sina Dağı’na, bu güvenli kente. And olsun ki insanı en iyi biçimde yarattık. Sonra onu aşağıların aşağısına indirdik. Ancak iman eden ve salihatı/ihsan makamında eylemler yapanlar hariç. Onlar için minnet altında bırakmayan bir ödül vardır. Hal böyleyken, sana dini yalanlatan nedir? Allah; hüküm verenlerin, en iyi hüküm vereni değil mi? (Tîn 95/1-8).
Yine İsra suresinde idrak edebilene işin yolu yordamı beyan edilmiştir. “And olsun ki insanoğlunu kerem sahibi kıldık. Onları karada ve denizde taşıdık. Ve onları temiz şeylerle rızıklandırdık. Onları, yarattıklarımızın birçoğuna üstün kıldık.” (İsra 17/70).
Kerîm kitabımız Kur’ân’a bütüncül ve nazar penceresinden baktığımızda bu imar projesinin amacının insanın dünyada salihat/ihsan makamında iyi işler yapması ve bu salihatı öncelemesi olduğunu görürüz. Bu salihatın ana noktasını bozulmamış fıtrat oluşturmaktadır. O fıtratın ne olduğunu da Âlemlerin Rabbi olan şöyle beyan buyurmuştur: “O halde hanif olarak dine yüzünü ikame et. İnsanları, üzerinde yaratmış olduğu Allah’ın fıtratına. Allah’ın yaratmasında değişme olmaz. Kayyum olan din budur. Fakat insanların çoğu bilmiyorlar.” (Rûm 30/30). Allah Rasulü’de (a.s.) bu konuyu iyice idrak etmemiz için şöyle buyurmuşlardır: “Her doğan çocuk fıtrat üzere doğar, daha sonra anne-babası onu Yahudî, Hıristiyan veya Mecûsî yapar.” (Müslim, Cenaiz, 80).
İnsan bu imara önce kendinden; kendi kalbinden başlamalıdır. Çünkü kalb, beden ülkesinin sultanıdır. Kalbi imar olmayanın işleri âsân olmaz. Bu konuda Allah Rasûlü (a.s.) şöyle buyurmuştur: “…Bilin ki! Vücutta öyle bir et parçası vardır ki o, iyi (doğru ve düzgün) olursa bütün vücut iyi (doğru ve düzgün) olur; o bozulursa bütün vücut bozulur. Bilin ki! O, kalptir.” (Buhârî, Îmân, 39).
Bir başka hadislerinde Allah Rasûlü (a.s.) kalbin asıl mimarından bahisle şöyle buyurmuşlardır: Şehr b. Havşeb (r.a) anlatıyor: “Ümmü Seleme’ye (ra); “Ey müminlerin annesi! Allah Resûlü (a.s.) senin yanındayken en çok hangi duayı ederdi?” dedim. Ümmü Seleme (r.a), “Onun çoğunlukla ettiği dua şuydu: “Ey kalpleri çeviren (Allah’ım)! Benim kalbimi dinin üzere sabit kıl.” Ben kendisine, “Ey Allah’ın Resûlü! “Ey kalpleri çeviren (Allah’ım)! Benim kalbimi dinin üzere sabit kıl.” diye neden çok dua ediyorsun?” dedim. Allah Resûlü (a.s.) şöyle buyurdu: “Ey Ümmü Seleme! Hiçbir insan yoktur ki kalbi Allah’ın (c.c) iki parmağı arasında olmasın. O (c.c), dilediği (kulunun kalbini) istikamet üzere kılar, dilediğini ise saptırır.”( Tirmizî, Deavât, 89)
Özetlemek gerekirse bize verilen ömür de imar kavramından neşet etmiştir. Aynı kökten gelir. Eğer bir insan, zamanını boş işlerde (lehv/lağv) kullanmışsa ömrünü imar etmiş ve gerçekten bir ömür yaşamış olmaz. Sadece, bugünkü AVM kültürüne münhasıran, tüketim tuzağında zaman tüketmiş olur. Sonuçta dünyasını mamur etmekten imtina etmiş olur. Bunun anlamı da, kendisine verilen ömür sermayesini, yaz mevsiminin eriten/kavuran sıcaklığında buz satan /bütün sermayesi buz olan adam misali, ona verilen, en değerli olan şeyini heba etmiş olmasıdır.
Gelin yazımızı Allah Rasûlü’nün (a.s.) ashabına öğrettiği bir duayla hitama erdirelim: “(Allah’ım) Kulağımın kötülüğünden, gözümün kötülüğünden, dilimin kötülüğünden, kalbimin kötülüğünden, tenimin kötülüğünden sana sığınırım.“