Saklandığı yerden yavaşça çıktı, kimsecikler yoktu. Uzun zamandır orada büzüşmüş, küçülmüş, erimiş, saklanmıştı. Nedense ne zaman cevap bulamasa gizlenirdi. İçine içine saklanır, için için ağlar, içinden içinden dualar ederdi…
Babası hep söylerdi, oğlum plan yapma, sen ince ince türlü türlü planlar yaparsın, Rabbin başka bir planı vardır onu uygular. Ne plan yapıyordu ne de hır, bir tek gayesi vardı huzur içinde yaratılış gayesini bulmak.
İçindeki boşluğun adını koyabilmek için arıyordu, içini türlü karmaşalara götüren anlam arayışı elinden akan zamanı kayıp olarak hissettiriyordu.
Ne kadar çok farklı bilgi vardı, çok farklı bir çok ilim. Cilveli kadın gibidir ilim, naz eder, saklanır, görünür uzaklaşır, ta ki niyetin sağlam, gayretin yaman olana dek, terleyince, azmedince gelir kucaklar büsbütün varlığını kapsardı.
İlim onun için aklını başından alan bir cazibeydi. Ömrünü anlamak, anlatmak ve anlaşılmak üzerine inşa ediyordu. Esas olanı bulduğunda her şeyi bırakacaktı.
Atadan görme ritüeller, adet, töre, alışkanlık ve dini aktiviteler biraz boş görünüyordu. Annesi kızardı çoğu zaman bu kadar soru sorma neyi bulacaksın bu karmaşık dünyada, bulunacak olsa nice alim, veli, filozof bulurdu.
Belki haklıydı annesi ancak, neden bunca giz bunca tarifsiz etki vardı insan ruhunda…
Her okuduğu kitapta kafası dağılıyor, fikrine sis çöküyor, zihin göğünde şimşekler çakıyordu. Ta ki zihnindeki sağanaklar yağıp şimşekler çakmaya başlayınca duruluyordu.
Ruhundan mis gibi teslimiyet kokusu geliyor, usul usul ebedi yolculuğun ayak izlerini görüyordu.
Çok geçmeden bulurum ben asıl gayeyi, biliyorum boşuna yaratılmadığımı ve asıl hareket noktasına eriştiğimde çok daha huzurlu olacağım demişti.
“Cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Zariyat 56)
Rabbini tanımak, onun emir ve yasaklarını öğrenmek, bir sıra ile yapılsa da özünde o keskin ve baş döndüren tadı alamıyordu. Elinden geldiğince daha fazla ibadet etmek, daha fazla takva ehli olmak da lezzete kavuşturmuyordu.
“Kim, (ibadetlerini yapar ve günahlarından) temizlenirse, faydası kendisinedir.” (Fatır, 18)
Ta ki o sabah yatağında nefes alamadığı için kan ter içinde çırpınırken uyandırılana kadar. Garip bir hız gelmişti hayatına ve hiç ummadığı kadar karmaşa.
Hastane koridorları, tetkikler, beklenen sonuçlar ve hep yere düşen bakışlar. Çok nadir görülen bir kansere yakalanmıştı vücudu, veya üretmişti vücudu, veya veya…
Anlatılması zor bir durumdu, hayatını gözden geçirirken içinde kansere neden olarak sıralananların bir tanesi bile yoktu. Sağlıklı beslenir, düzenli uyur, sporunu ihmal etmez, pozitif düşünür, iyilik ve yardım ederek ruhunu yenilerdi.
Ne kin tuttuğu biri, ne unutamadığı eziyet, ne zahmet ne sıkıntı olmuştu hayatında. Öyleyse neydi bu sebepsiz sıkıntı kaynağının hayatına girmesi?
“İşte yaptıkları iyiliklerin âhirette karşılığını alacak olanlar bunlardır. Allah, hesabı pek çabuk görendir.” (Bakara, 202)
Allah’ın bir muradı vardı, onu anlamalıydı. İçinde garip bir acziyet hissi, insanın çabasının ne kadar az bir etkiye sahip olduğu, aklın hiçbir şeye hüküm kuramayacağı, hatta zerreyi yönetmekten aciz olduğunu derin derin hissediyordu.
Ağrısı yoktu, ruhundaki azaptan başka, oturdu seccadeye açtı ellerini, bir bir anlattı içindekileri. Ben kendi bedenimde ki bak yine kendi bedenim diyorumsöz sahibiyim sandım. Onu her haliyle taşırken emanetin olduğunu unuttum. Bazan başka gözler güzel geldi de benimkini beğenmedim. Kimilerinin yanında boyum kısa, kimilerinin yanında bedenim zayıf oldu. Bazılarının saçları bulut gibi dolu, bazılarının ki güneş gibi sarıydı. Hep beni biraz az biraz eksik buldum. Biliyorsun ben Elhamdülillahı çok az söyledim, sana hamd olsun demeyi ihmal ettim.
Şimdi huzurunda görebildiğim tek şey, sana ait bir emanetin istifadesinde çok eksik kalmışım. Hadi bana bir şans daha ver demeyeceğim. Bana emanet ettiğin herşeyin sana ulaşmam için olduğunu görmediğim için af dileyeceğim.
Her baktığımda her tanıştığımda senin emanetlerini nasıl güzel kullandıklarını, ihya ettiklerini göremediğim için utanıyorum. Oysa sen her kuluna ayrı bir çok özellik, ince ve özel sayısız detay yüklemişsin. Hepimiz insanız ancak hepimiz aslında bambaşka, birbirinden bağımsız asla biri diğerine benzemeyen sayısız dünyalarız.
Beni seni bulamadığım için böyle sağlam zincirlerle sana çektiğin için sonsuz şükürler olsun. Gelmemi istediğin yer tam olarak acziyetimi kabul etmek, bundan yüksünmek değil bunula huzura ermek.
Zamanı yaratan, süreler tayin eden, içine ince ince varlığının kudretini ve onun sunduğu nimetlerin tadını gizleyensin.
“Kim âhiret kazancını isterse onun kazancını artırırız. Kim de âhireti bırakıp sadece dünya kazancını isterse ona da ondan bir parça veririz; fakat onun âhirette bir nasîbi olmaz.” (Şura 20)
Ayetlerin arasında seni ararken, gayretle bulabileceğimi sanmıştı, oysa sadece nasiple ve teslimiyetle bulunursun. Seni buldurduğun için hamd olsun. Senin kudretini idrak etmek teslimiyetin tadını artırıyor. Sana sığınmak bedenimi güçlü, ruhumu özgür kılıyor. Senin varlığın ve kudretin karşısında hiç bir şey varlığını ispat bile edemiyor.
“Bizden üzüntüyü gideren Allah’a hamdolsun.” (Fatır, 34) ve “O Allah’a hamdolsun ki bize olan vaadini gerçekleştirdi ve bizi arza varis kıldı. Cennette istediğimiz yerde oturuyoruz.” (Zümer, 74) ifadeleriyle yine hamd edeceklerdir.
Nimetlerin denizinde keyifle salınırken, snin kulluğun lezzetinden mahrum bıraktım ruhumu hadi şimdi dayanabileceğim kadar sevgini, dayanabileceğim kadar korkunu ver de kulun olmanın hazzıyla can bulayım.
Beni ve sevdiklerimi seni tanıma, sevme, hakkıyla ibadet etme nimetleriyle rızıklandır ve Cennetinde beraber olmayı nasip et…