Kafası karışıyordu çoğu zaman, elindeki ekrana bakarak sızlandı. “Bu kadar korkunç suç ve günahı görünce, cehennemde bize yer kalmaz diyorum.” Arkadaşı gülümsedi, “Öbür dünyada yer sıkıntısı yok. İmkanlar sonsuz, dilerse mevcudun on katını bile sığdırır. Bize düşen, cennet gayretimizde sadık ve samimi olmak…”
“Hayır ama bir düşün, dünyanın pisliğini yap, kır geçir çirkinlikten etrafındakileri, sonra minik bir şirinlikle affedil ve cennete git. Benim ne suçum var, her isteğime gem vuruyorum…”
“O kadar basit değil o söylediğin…”
“Kim zerre miktarı hayır yapmışsa onu (karşılığını) görür. Kim de zerre miktarı şer işlemişse onu (karşılığını) görür.” (Zilzal 7-8)
Korkunç kötülükleri sildirecek yollar var, ancak bunu istemek ve çabalamak gerekiyor.
“Bilmiyorlar mı ki, kullarının tövbesini kabul eden Allah’tır, sadakaları kabul eden de O’dur. Şüphesiz Allah tövbe kapısını alabildiğine açık tutmaktadır, rahmetiyle her şeyi kuşatmaktadır.” (Tevbe 104)
Bu çok korkunç fiilleri olanlar için baktığımızda adil değilmiş gibi görünse de durup dururken oraya varmıyor kimse. Önce pişman oluyor ve sonra onun acısıyla yanıp kavruluyor, ta ki işlediğinden eser kalmayıncaya kadar. Yok mu içimizi yakan pişmanlıklarımız? Hele bir de helallik almadan ölmüşse muhatabımız, nasıl da acıtıyor insanı.
Günah da çeşit çeşit. Biri kendini tutamayıp yaptıklarına tevbe edip gözyaşı dökerse affedilir. (Gözünü hoş olmayan görüntülerden koruyamamak gibi…) Diğeri, emir olunduğun bir ameli bile isteye irade kullanarak yapmaman. Burada pişmanlık, iade ve tevbe gerekir. (Vakit çıktığı halde emrolunduğun namazı kılmamak gibi…) Bir de emir çiğniyorsun irade kullanarak ve birinin hakkına giriyorsun. İşte bu en zoru, pişmanlık, iade, helallik ve tevbe. (Birinin arkasından konuşup kötülemek gibi…)
“Senden başka hiçbir ilah yoktur. Seni eksikliklerden uzak tutarım. Ben gerçekten (nefsine) zulmedenlerden oldum.” (Enbiya, 87)
İnsan nefsi durdurulması zor bir tazyik uygular. En basit isteklerinden başlar ve sürekli içinden içinden sen bunu hak ediyorsun, bu çok masum bir istek, bir mahzuru yok der. Mubah bir fiili süsler ve çoğaltır, onunla meşgul ederek ondan aldığın keyfi. Daha sonra mubah kullanma sınırının dışına taşmaya başlar, bir şey olmaz zaten mubah diye devam eder. Yemeklerde olduğu gibi, helal yemeklerden yemekte bir sakınca yok ancak çok yemek mekruh. Tek çeşit veya tek öğün varken çok çok çeşit ve pek çok öğün sınırları aşmak olduğu gibi nefsin içimizde uyuyan farklı başlarını uyandırır.
“Açlıktan başka bir yöntemle su üstünde yürüyen olmamıştır,” yazıyor Kimyayı Saadette. Demek ki inanç ve irade yanında açlıkla terbiye olan beden su üzerinde yürüyebilir hale geliyor.
Mideden yayılan rehavet ve hazlar insanın diğer bütün arzu ve heveslerini coşturur. Açlık sınırında bir beslenme, beden için gerekenle iktifa ederek sağlıklı olmaya gayret edilen bir yemek yeme biçimi, acıkmadan yemeyip tam doymadan kalkmak hem dünya hem ahiret için uygun ve faydalı olandır.
Demek ki aslında her şey içlerimizdeki özlerimizle ilgili. İmanın güçlü ve sen Rabbinin rızasını gözetiyorsan ona göre hareket ediyor, ufak tefek sapmalardan korkunç hüzün ve acı duyuyorsun. Yaptıklarınla ve yapmadıklarınla Allah’ın rızasını kazanmayı murat ediyorsun, tabi ki senin yerin diğerleriyle aynı olmayacak.
“Öfleye püfleye şu namazı da kılıp aradan çıkalım da rahat edelim,” diyorsan, “Ne vardı sanki biz de bu sıcakta açık giyinseydik,” gibi hükmi meseleleri kınıyor ve isteksiz ve mecburi, keyifsiz ve zoraki ibadet ediyorsan ona göre karşılık alacaksın.
Bazen uzaktan hoş gördüklerimiz içerden kor misalidir. Kendinden bakıp kendinden göreceksin, eğer bir amelde Allah’ın gadabına ait sert ve net ifadeler var ve sen bunu yaptığında acı duyuyorsan, bunu kim yapsa acı duyarsın. Tanı veya tanıma, o fiili işleyen için acı çeker affını dilersin. Burada ayrıştıran nokta, o insanın seninle aynı olduğunu hatırlamak, onunla aynı olduğunu anlamaktır.
Bizi farklı kılan rahmeti ilahi, sonsuz merhamet içlerimize saklanmış ve ibadetlerle besleniyor. Bunun nimet olduğunu, lütuf ve ihsan olduğunu görüp hamd etmez, gereğince kullanmaz, asi ve gaflette olanlara özenip bizi zulümde veya zararda zannedersek, bu Allah’ın ihsanlarını küçümsemek olur ki Rabbim muhafaza eylesin.
Dünyada tek başına, ahirette tek başına olduğunu idrak edip Rabbinle baş başa olmanın tadını hissetmekten geçiyor çözüm. Aynan emir ve yasaklar, halin tek uğraşın, vaktin tefekkür ve tekamül olduktan sonra onun bunun eyleminin çetelesi senden sorulmadığını bilip davranırsan dünyan da güzelleşir ahiretin de…
Eleştirmek için hataların, güzelleştirmek için ahlakın, değiştirmek için hal ve tavrın, çoğaltmak için hayır ve hasenatın sana iş olarak yeter de artar bile.
Sırat üzerinden uçarak geçmek hedefi olanın, kimin neyle uğraştığını gözleyecek kadar vakti olmaz. Cenneti ala muradı olanın, kulların kusurlarını fark edecek boşluğu bulunmaz. Şefaate kilitlenmiş bir gönül, gönül kırıp, hüküm verip birileriyle dalaşamaz…
Bütün mesele sende ve içindeki gayede, sonrası mı? Kim zerre iyilik işlemişse onu, kim zerre kötülük işlemişse onu görür. Bırak herkes Rabbiyle bireyselde halletsin, sen hayrı dile, hem sana, hem tüm inanan kullara. Dile ki senin için istediğin herkes için olunca senin işinde kolay olsun, onların ki de…
Unutma, gönlündekileri bilen ve ona göre hüküm veren bir Rabbimiz var, elhamdülillah.