5.5 C
Bursa
22 Aralık 2024 Pazar
spot_img

Anlamak

Her birimiz için ilaç niteliğindeki şu ayet-i kerimeyi, hassaten inanmış ve sakınan dostlara ve dahi kendime sık aralıklarla okumayı tavsiye ederim. Beşer nisyan ile maluldür nihayet.

Hucurat Suresi, ayet 12’de:
“Ey iman edenler! Zannın çoğundan sakının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin gizli hallerini ve kusurlarını araştırmayın. Birbirinizin gıybetini yapmayın…” buyuran Rabbimiz, sosyal hayattaki iletişim hatalarına ve yanlış anlama, algılamaların da önüne geçmek için evrensel mesajıyla muhatap etmiştir bizi.

Handikaplarımızın başında gelen ‘zan’ üzerinden konuşmak, karşılıklı iletişimi yaralıyor ve her birimizin kalbini ve niyetini okumak anlamına geliyor. Beşerin aklından geçen veya yaptığı bir eyleme yüklediği anlamı, kurduğu bir cümlenin satır aralarını okumaya çalışmak, onlara kendi algılarımızla, bilgi ve kültürümüzle anlam yüklemeye çalışmak her daim yanıltıcı ve aldatıcı olacaktır.

Din ve psikolojinin at başı birlikte götürdüğü, insan ruhunun derinliklerine inebilmek konusunda, asıl itibariyle din daha radikal ve realisttir. İslam dini, insanın kalbindekilerle kişiyi Rabbiyle baş başa bırakır ve niyetlerin sadece yaratıcıya malum olduğunu bildirerek, sorumluluğunu da, yaptığı amelini anlamlı kılıp kabul ve değerini de yine yaratıcıya bırakır.

Ne yazık ki herhangi bir iletişim veya ortamdan ayrıldıktan sonra, muhatabı hakkında bir fikir beyan etmeyen insan var mıdır? Bir hastalık gibi ruhumuza yerleşmiş dedi-kodu ve sanılarımız, karşımızdaki muhatabımızı olduğu gibi kabul edebilme yeteneğimizi köreltiyor. İnsanı kendi biricik özellikleriyle tanıyıp, kabul edip, genetik özellikleri, mizacı, yetiştiği ortam, aldığı eğitim ve devam eden süreci, inançları, sosyal statüsü, sosyal bilinci gibi insanı değişime ya da yaptırım gücüne zorlayan etkenlerin hepsini bilmemiz ya da kişinin yüzüne bakarak anlayabilmemiz, okumamız mümkün değildir.

Bu yüzden İslam dini, insanın içinin ve kararlarının okunmasına itiraz eder. İnsanın zahirine, amellerine, yaptıklarına, edasına, tavırlarına bakar.

Modern psikoloji, insana verdiği özgürlük kavramını bir ruhsat gibi kullandırdığı ve neredeyse her eylemini psikolojik bir travmaya bağlayıp masumlaştırdığı, pişmanlık ve tövbenin içinde yer almadığı, manevi gözlemin ve bir üst aklın takibini materyalist bir sisteme indirgediği için bugün yeryüzünün ‘Halifesi’ olacak insan, terakki edeceği yerde tefessüh etmiş, yeryüzünün en canavar ve en merhametsiz varlığı haline gelmiştir.

İnsan sadece kendisiyle yarış halinde olmalı halbuki. Her gün binlerce manevi kaza ile yara alıyor, bazen saracak sargı bezinin, iyileştirici merhemin nereden geleceğini bilmiyoruz. Vaktimizin çoğu, karşımızdaki insanın hareket, tavır, yaşam tarzı gibi bizi ilgilendirmeyen, tamamen kişinin sorumluluğunda olan şeylerini konuşmakla geçiyor. Bir de anlamlandırmakla.

Tam tersi, apaçık yapılmış ve toplum ve bireysel sağlığımızı etkileyecek kasıtlı dejenerasyonlarda tepki vermede ise insanın kalbini okumada gösterdiğimiz kadar cesur değiliz. Yani görünen o ki, düzeltebileceğimiz şeylerle savaşmayıp, manipüle ve zanlarla yönetiyoruz dünyamızı. Bu yüzden de kimse kimseye inanmıyor, güvenmiyor. Çalıştığımız ortamlar, yakın çevremiz, ailemizde bile müthiş bir güven kaybı var. Bunu o kadar tehlikeli buluyorum ki. Ruhu elinden alınmış, kalbini göğüs kafesinde değil elinde taşıyan insan olmak, insan neslini zorluyor.

Adeta robotlaştık. Çalışmayan kalpler ise, abartmıyorum, inanılmaz paslanmış durumda. Okuduğum bir cümle öyle hoşuma gitti ki, nihayet dedim, gündeme böyle bir cümle düştü, en acil ve ihtiyaç hissedildiği şu günlerde; “Şükür beynin cilasıdır” diyen araştırma sonuçlarını görmek. Zaten Efendimiz asırlar öncesinden; “İnsanlara teşekkür etmeyen, Allah’a da şükretmez.” (Tirmizi, Birr, 35) buyurarak, insanların birbirlerinin hatalarını araştırarak zanlarıyla değerlendirmelerini yasaklayıp, tam tersi iyiliklerine odaklanıp teşekkür ve şükür mantığıyla değerlendirerek, ruhuna iyi davranmasını tavsiye etmiştir.

Böyle yapmak, yani beyni olumlu düşünmeye sevk etmek, aynı zamanda doğal antidepresandır ve vücudu iyileştirici birçok salgıyı da salgılatır. Endorfin, serotonin ve dopamin salgılayıp iyileşmek elimizde. Bunu Allah’a minnet ve hamd, kula teşekkürle yapabiliriz. Yoksa insanların iç dünyalarında ve hayat şartlarında ne var diye ömrümüzü tüketerek değil. Bu bize lazım da değil. Velev ki bir problemi çözmeye yönelik olursa başka.

Her daim değişmeyen gerçek budur; insan ne ederse kendine eder. Günün akşamında eğer körleşmemiş bir vicdanı, bozulmamış bir inancı, istila edilmemiş bir gönlü hâlâ kalmışsa, bütün bunlarla muhasebesi ancak kendisine iyi davranmasıyla mümkün olacaktır. Bu da çevresindeki her varlığa karşı iyi niyet, yani hüsn-ü zanını korumakla mümkündür.

Doğruyu bilmiyor, düşünemiyor, savunamıyorsak bari susmanın asaletine sığınalım.

Önceki İçerik
Sonraki İçerik
YAZARIN DİĞER MAKALELERİ

2 YORUMLAR

  1. Hep bir şeylerin eksikliği ile fazlaca yayından çıkan ok misali kelimeleri savuruyoruz . Kendimizden eksiklik ile fazlası nefse ağır geliyor . Asıl olması gereken ise zanda bulunduğumuz şahsa hangi duygu ile baktığımız ya da onun beni rahatsız eden bu tutumunun bana artısı, eksisi ne bunu bulmak gerekir. Kısaca zoruma giden ne ? Bans göre çözüm ise iyi hal ile hallenip , yermek yerine kötü halden sakınmak olmalı diye düşünüyorum.
    İnsan incelikleri olan tezhip… misali değerlidir. Sadece kendine yol almalı .
    Sizin cümllerinizde bu inceliklerin hayat bulup, yol oluşu ne güzel. Yüreğinize sağlık.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

SOSYAL MEDYA

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
4,338TakipçilerTakip Et
- Reklam -spot_img

Yeni İçerikler

Son Yorumlar