Değerli okuyucularım,
Aylık yazımızda konuyla ilgili olarak İslam fıkhın diğer kaidelerini silsile halinde örnekleriyle beraber açıklamaya devam edilecektir. Günlük hayatımızda bireysel ve sosyal bağlamında bizlere yön verecek, karşılaştığımız çeşitli sorunların çözülmesinde yardımcı olacak, ayrıca yargı ve fetva alanında da rehberlik edecek olan fıkhî kaideler önem arz etmektedir. Kaidelerin seçilen kısmı devamla şöyledir:
- Âdetin Delaletiyle Hakikî Mana Terk Olunur
Bir cümleden anlaşılan hakikî mana, bazen âdetin delaletiyle terkedilip hükme bağlanmaz. Örneğin,
- İnsanların hakiki manasını terk edip mecazi manasıyla kullanmaya başladıkları kelimelerin mecazi manaları esastır. Mesela kelime olarak “dâbbe” kelimesi ayağı olup yere basan her hayvanı kapsarken halk dilinde sadece dört ayaklı hayvanlar için kullanılmıştır.
- Bir kimse et yemeyeceğine dair yemin ederse, zaruret halinde domuz veya insan eti yiyecek olursa yeminini bozmuş sayılmaz; çünkü âdet ve teamüle göre bunlar yenilen et gurubuna girmemektedir Âdet yönüyle bu ikisi de yenilmez.
- Bir kimse, “Vallahi falan adamın eşiğine ayak basmayacağım” derse ve eşiğe ayak basmadan içeri girerse yine de yeminini bozmuş olur. Çünkü her ne kadar hakikî mana “Eşiğe ayak basmaksa da” örf ve âdete göre bununla o adamın evine girmeyeceği manası kastedilmiş oluyor.
- Adet Devam Edegelen ya da Galip Olduğunda Muteber Sayılır
Demek ki, her âdet muteber sayılmaz; ancak devam edegelen, süreklilik arz eden, ya da galip durumda olan âdetler dikkate alınır. Değişken olduğunda dikkate alınmaz. Örneğin,
- Alım-satımda altın lira üzerine pazarlık yapılırsa o beldede devam edegelen yahut ekseri kullanılan altın lira hangisi ise ona itibar edilir.
- Bir pazarda iki kişi alım-satım yaparken peşin veresiye diye bir şey beyân edilmezse, o beldede o mal hakkında uygulanan olan örf ve âdete göre muamele edilir.
- Tanesi 50 kuruştan bir miktar yumurta ısmarlanır ve yumurtanın gramajı belirtilmezse, o beldenin uygulanan yahut galip olan âdetine itibar edilir.
- Örf Olarak Bilinen Şey Şart Kılınmış Gibidir
Bir belde halkı arasında alışılagelen şey “Örf olarak bilinen” olduğundan şart kılınmış gibi hükme medar olur. Örneğin,
- Herhangi bir akitte geçen dinar, o beldenin örfüne göre hesaplanır.
- Kızını kocaya veren bir baba, onun için hazırlayıp verdiği çeyizi, bilâhare emaneten verdiğini iddia edecek olursa, bu hususta beldenin örfüne göre hükmedilir. O belde kıza verilen çeyizi emanet olarak değil, mülk olarak veriyorsa, babanın bu husustaki iddiası reddedilir.
- Bahçe veya tarlasına tuttuğu işçiye, yemek de verilip verilmeyeceği, söz konusu edilmemişse de işçiler yemek de isteyecek olurlarsa, bu hususta da o beldenin bilinen örfüne göre hareket edilir.
- Örf ile Tayin, Nas ile Tayın Gibidir
Örneğin,
- Yemin kefaretinde miskinin doyurulması veya giydirilmesinin ölçütünün örfe göre belirlenmesi gibi.
- Hakkında nas bulunmayan bir şeyde örfe itibar edilir… Ölçü veya tartıya girdiği hakkında nas bulunmayan bir şey hakkında örfe göre muamele yapılır.
- Çarşıdaki esnafın çoğu, çarşıyı korumak için ücretle bekçi tutacak olurlarsa, esnaftan bir kısmı buna muhalif kalsa bile, bekçi ücretini hepsi de istisnasız ödemek mecburiyetindedir.
- Müşterek (Ortak) bir malın hisse-i şayiasının ortak-dan başkasına îcârı doğru değildir.
- Vücutta Bir Şeye Tâbi’ (Bağlı) Olan Hükümde de Ona Tabidir
Kaidenin Arapçadan doğrudan çevirisi “Tabi tabidir.” şeklindedir. Mecelle’de bu kaide açıklamasıyla birlikte tercüme edilmiştir. Aynı yapıda, tek bir bünyede olan şeylerin hükümlerinin de aynı olduğunu ifade eder
- Gebe bulunan bir hayvan satıldığında karnındaki yavrusu da ona tabi’ olarak satılmış olur. Çünkü rahimdeki yavru vücutta anasına tâbidir; o halde satış hükmünde de ona tâbi olur.
- Bir arazi satıldığında, içinde bulunan ağaç ve su da ona tâbi olarak satılmış olur. Bunun gibi, rehin olarak verilen gebe bir hayvana veya ağaçlı bir araziye, doğan yavru ile mevcut ağaçlar da dahildir, aynı hükme girer.
- Tabi’ (Bağlı) Olan Şeye Ayrıca Hüküm Verilemez
Bu kaide yukarıdaki kaideyi açıklar mahiyettedir. Tâbî olana ayrıca hüküm verilemez ve birinin ortadan kalkmasıyla diğerinin hükmü de ortadan kalkar.
Örneğin,
- Bir hayvanın karnındaki yavrusu ayrıca satılmaz.
- Bir evin kapı ve penceresi takılı olduğu halde ayrıca satılmaz. Satılan ev ile birlikte onlar da satılmış kabul edilir. Ama yavru doğduktan, kapı ve pencere söküldükten sonra satılabilir; artık yavrusu anasına, kapı pencere de eve tâbi’ değildir.
- Asıl Sakıt Olduğunda Fer’i de Sakıt Olur
Örneğin,
- Asıl borçlu bulunan kimse borcunu ödeyip kurtulunca onun kefili olan kimse de o borçtan kurtulmuş olur. Çünkü borçlu asıldır; kefil onun feridir. Asıl beri olunca feri de beri olur.
- Alacaklı alacağını tamamen alsa, yanında rehin bulunan şeyi elinde tutma hakkı kalkar. Çünkü rehin alacağa bağlı ve onun feri sayılır.
- Velayeti Hasse, Velayeti Ammeden Daha Kuvvetlidir
Bir vakfe mütevelli olan şahsın velayeti, hâkimin velayetinden daha kuvvetlidir yani önceliklidir; çünkü mütevellinin velayeti hususîdir, hâkimin ise umumîdir. Bu itibarla;
- Hâkim, velisi bulunan yetimi evlendiremez. Ancak o yetimin velisi olmadığı zaman velâyet-i amme yetkisiyle evlendirebilir.
- Maktulün velisi kısas talep eder; dilerse sulha gidip affedebilir. Fakat idareci affetmeye yetkili değildir. Çünkü idarecinin velayeti, velâyet-i ammedir, velisinin ise hassedir.
- Yazı ile Açıklama, Sözle Açıklama Gibidir
Örneğin,
- Borçlu, alacaklının kendi el yazısıyla “falan kimsede bulunan şu kadar alacağımı aldım”. Veya “borçlu adı geçen borcunu tamamen kapatmıştır”, yazılı olduğunu iddia eder ve yazılı kâğıdı çıkarıp ispat ederse, iddiası kabul edilir. Çünkü yazı ile açıklama sözle açıklama gibidir.
- Bir kimse ölmeden önce hazırladığı vasiyetnamesine “falan adama şu kadar borcum var” diye yazarsa bu, sözle açıklama yerine geçeceğinden muteber sayılır.
- Dilsizin Bilinen İşareti, Dil ile Açıklama Gibidir
Konuşma melekesi yerinde olan veya bir an için dili tutulan kimsenin işaretine itibar edilmez. Ancak dilsizin işaretle yaptığı izah diliyle belirttiği şey beyan gibidir. Alım-satımda, kira verme ve hibede, rehin ve nikâhta, talâk ve ibrada, ikrar ve kısasta muteberdir. Bu hususlarda yazı yazma kudreti de olsa yine işaretine itibar edilir.
- Tercümanın Sözü Her Hususta Kabul Olunur
Tercüman, bir dili başka bir dile çeviren kimseye denilir. Mütercimin ibaresi, sahibinin ibaresi gibidir. İmam Ebû Hanife ve İmâm Ebû Yusuf’a göre mütercimin bir kişi olması da yeterlidir.
- Hatası Zahir Olan Zanna İtibar Edilmez
Bir şeyin vukuu zannedilir; sonra da öyle olmadığı tespit edilirse, o zanna itibar edilmez. Örneğin,
- (A), (B) ye borçlu olduğunu zannederek bir miktar para ona verdikten sonra borçlu olmadığı anlaşılırsa, zanna itibar edilmeyeceğinden verdiği parayı geri alır.
- Kendisine ait olduğunu zannederek bir koyun kesip yer veya satar, sonra başkasına ait olduğu anlaşılırsa onu ödemesi gerekir.
- Burhan ile Sabit Olan Şey Aynen (Aslen) Sabit Gibidir
Kesinlik ifade eden önceliklerden meydana gelen veya beyyine-i âdile ile sabit olan şeye «burhan» denilir. Buna kuvvetli ve kesin delil de denilebilir.
Burhan ile sabit olan şey, ilm-i istidlalidir; gerçeğe dayanmakta ilm-î zaruriye benzer. Bu itibarla burhan ile sabit olan şey, muayene ve müşahede ile sabit olan şey gibi kesinlik ifade eder. Örneğin,
Davalı olan birisi hâkim huzurunda aleyhinde iddia edilen davayı ikrar edecek olursa, hâkim delil araştırmadan davayı hükme bağlar. Çünkü kişinin kendi aleyhindeki iddiayı ikrar etmesi, muayene ve müşahede derecesinde sayılır.
- Beyyine (İspatlama) İddia Edene, Yemin ise İnkâr Eden Üzerinedir
Hazret-i Peygamber (s.a.v.): “Beyyine iddia eden üzerine yemin, inkâr da eden üzerine düşer” diye buyurmuştur. Hukukta bu hadîs esas olarak kabul edilmektedir. Çünkü Beyyine zahirinin aksini ispat için, yemin ise aslını baki kılmak içindir. Beyyine, iddia edilenin doğruluğunu, gizli ve kapalı olan şeyin ispatını meydana koyacak kuvvetli delil demektir. Şahitlik, ikrar, sened gibi…
Örneğin,
(A), (B)’den alacak dâva eder, (B) borçlu olduğunu inkâr ederse, burada borçlu olmamak asıldır ve açıktır. Borçlu olmak ise, sonradan oluşan gizli ve kapalı bir olaydır. O hale (A) dan beyyine talep edilir. (A) beyyine getirmezse (B)’ye yemin gerekir.
Hanefî Mezhebine göre beyyine getirmeyen davacıya yemin verilmez. Şâfiî Mezhebine göre davacıya iki yerde yemin teklif edilir:
- Dâvasını ispata yalnız bir şâhit getirdiğinde…
- Davacı dâvasını ispat edemediğinde, davalı bundan imtina ederse, davalıya yemin teklif edilir.
- Kişi İkrar Ettiği Şeyle İlzam Edilir
İkrar, sözlükte: bir şeyi dil veya kalp ile yahut her ikisiyle ispat etmektir; inkârın zıddı olmuş olur. Istılahta ise: kendi üzerinde bulunan başkasına ait hakkı haber vermektir. Bu bakımdan ikrar, kişiyi ikrar ettiği şeyle ilzam eder… Ancak, kişi kendi lehinde başkasının yapmış olduğu ikrarı reddederse artık o ikrarıyla ilzam edilmez. Örneğin,
- (A), (B) ye 1000 lira borçlu olduğunu ikrar eder, (B) de bunu reddetmezse, (A) üzerine 1000 lira borcu gerekli olur.
- (A) nın evinden çalınan bir malı, (B) “Ben çaldım” diye ikrar ederse, tazmin etmesi gerekli olur.
- Zarar Görme, Menfaat Karşılığına Göredir
Yâni bir şeyin menfaatine nail olan kimse, o şeyin zararına da katlanır.
Örneğin,
- Müşterek bir arabanın sağladığı menfaat ortaklara ait olduğu gibi bu arabanın tamirine sarf edilen de yine onlara aittir.
- Müşterek bir mülkün hâsılat ve menfaati ortaklarının hisselerine göre olacağı gibi, onarım ve ıslahı için yapılan masraf da yine onların sayılır.
- Bir Fiilin Hükmü Failine İsnad edilir; Geçerli Bir Sebep Olmadıkça Âmirine İsnad Edilmez
Çünkü bir şeyi işlemeye dair verilen emir, zorlayıcı ve ilzam edici değildir. Çünkü âmirin verdiği emir, o işin yapılmasını veya fiilin işlenmesini talepten ibarettir. Fiilin işlenmesi ise, memurun ihtiyar ve isteğiyle oluyor. O halde, geçerli bir sebep olmadıkça işlenen fiilin hükmü failine isnad edilir; âmirine değil… Ancak birkaç yerde müstesna, yâni o yerlerde hüküm âmire isnad edilir; memure değil. Şöyle ki,
- Amir Sultan (hükümdar) olursa,
- Amir; memurun efendisi, yâni memur köle olursa,
- Memur sabi (çocuk olursa).
- Hukuki Olarak Cevaz Verilen Tazmin Edilmez
Bir şeye hukuki açıdan cevaz verilmişse, o şey sebebiyle vuku bulacak bir zarar, o malın sahibine tazmin edilmez. Örneğin,
Bir adama kendi mülkünde kazmış olduğu kuyuya birinin hayvanı düşüp telef olsa tazmin edilmesi gerekmez. Çünkü şahsın kendi mülkünde tasarruf hakkı bulunmaktadır.
- Hayvanın Kendiliğinden Yaptığı Cinayet ve Zararı Heder Sayılır
Sahibinin ihmal ve kastı olmaksızın bir hayvan bulunduğu mer’ada bir zarar yapacak olursa, o zarar hederdir; hayvanın sahibinden tazmin edilmez.
- Başkasının Mülkünde Tasarrufta bulunmak Caiz Değildir
Çünkü başkasının mülkünde izni olmadıkça tasarrufa kimsenin hakkı yoktur. Şahsi mülkiyet söz konusudur.
- Mubah olan Şeylerden Herkesin Yararlanması Caizdir
Örneğin,
Deniz, göl ve ırmaklardan herkesin yararlanması caiz görülmüştür. Çünkü hususi bir mülkiyete ait değildir.
- Alınması Yasak Olan Nesnenin Satılması ya da Verilmesi de Memnudur
Örneğin, Şarabın satın alınması, satılması ya da verilmesi, bir yerde saklanması da haramdır.
- Zahir Olan Sözlerin Tevil ve Tefsire İhtiyacı Yoktur
Açıktan söylenince ne kastedildiği anlaşılan sözdür. Mana açık olduğundan tevil ve tefsire ihtiyaç kalmaz. Söz olduğu gibi kabul edilir.
Sonuç
Aylık yazımızda seçtiğimiz 23 fıkhî kaide zikredilmiş, söz konusu kaidelerin açıklaması yapılarak daha kolay anlaşılabilmesi için günlük olayların çözümünde örnekler sunulmuştur.
İstifade Edilen Literatür/Fıkhı Kaideler:
- Sahîh-i Buhârî, Abdullah b. Abbas’tan rivayetle, hadis no: 4552.
- Mir’ât-ı Mecelle / Müfti Mes’ud Efendi. İstanbul, 1899.
- Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye / İstanbul, 1914.
- Hukuk-ı İslâmiyye ve Istılahat-ı Fıkhiyye Kamusu / Ömer Nasuhî Bilmen. İstanbul, 1949.
- Reddü’l-Muhtar Alâ Dürri’l-Muhtar / Şeyh Muhammed Emin, 1886.
- Haşiyetü Nesemâti’l-Eshar Alâ Şerhi İfâdeti’l- Envâr / İbni Âbidîn. İstanbul, 1900.
- Kur’an Ahkamı ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, / Celal Yıldırım, Bahar Yayınları, İstanbul, ts.
- el-Minhâj fi’l-Kavaidi’l-Fıkhiyye, Riyâd Mansur el-Huleyfi, Riyad, 2020.