22.2 C
Bursa
12 Mart 2025 Çarşamba
spot_img
Ana SayfaGenelSeni Yatağından Kaldıracak Bir Davan Yoksa

Seni Yatağından Kaldıracak Bir Davan Yoksa

Yola revan olmalı.

Yol nedir peki? Ol dediğinde olduranın yolu. Ne buyurdu Mevla: “Kun feyekun” (Yasin/82) ‘Ol, der oluverir.’

Yaratıcının en önemli özelliği yaratmasıdır, yoksa nasıl yaratıcı olur ki? İnsan ise yapar. İnsan, çalışmaya, çabaya, azmetmeye, karar vermeye, idrak etmeye, algılamaya, iradeye ihtiyaç duyar. Rahatını bozacak, yattığı yerden kaldıracak, koşturacak, yoracak, hatta bütün sevdiklerinden geçecek bir davası olmalı. Bir ideal, bir gaye, bir hedefi olmalı. İnsan düşünen, iyi-kötü ayrımını yapabilen, hayvan ve diğer yaratılmışlardan ayrılarak, adeta içlerinden süzülerek dünyaya niçin gelmiş olsun ki?

Etrafıma bakıyorum.

Bir sirkülasyon, bir hareket… Niçin, diyorum. Eşya değiştiren, araba değiştiren, evini yenileyen, lüks yiyecek ve içeceklerle dolaplarını dolduran, tek hayalleri gidecekleri tatiller veya ram olacakları sınırsız, bitmeyen istekleri olan insanlarız hepimiz.

Neden sürekli dünya bizi böyle sürüklüyor diye soracak olursak, cevabımız hemen “ihtiyacımız var” olacak. İhtiyaç kavramı görecelidir; insanların yaşam tarzına, gelirine, kültürüne, çevresine göre bile değişkenlik gösterir.

Halbuki asli ihtiyaçlarımız zaten gereklilik iken, sırtımıza, evimize, gözümüze, gönlümüze yük olan şeylerden bahsediyorum. Bazen anlık, bazen de elimize geçtiği anda değerini kaybeden ve bizi sürekli daha yenisine, daha pahalısına, daha iyisine sürükleyen kapitalist bir sistemin esaretinden bahsediyorum.

Bu korkunç bir tuzak, teslim olmayan yok gibi. Çünkü insan rahata ve konfora çabuk alışır. Bu, insanın fıtratında var. Bu yüzden imtihan ve kanaat-ihtiyaç dengesi var.

Yukarıda saydığımız bütün nimetlere ulaşanlarla ve dahi denize sıfır yalılarda, lüks evlerde oturan, lüks arabalara binen, pahalı moda giysiler giyen, istediğini yiyen insanlarla konuşuyorum, onlara soruyorum:

Her gün oturup denizden geçen gemileri sayıyor, kalın sesleriyle çığlık çığlığa bağıran ve denizin dalga sesine karışan martıları duyuyor, denizin sabah akşam değişen renklerini, gemilerin etrafındaki yakamozları temaşa ediyor musunuz?

Lüks arabalarınız size dertlerinizi unutturup, sizi huzurdan huzura salıyor mu? Giydiklerinizin, yediklerinizin farkında mısınız?

Cevap yok oluyor. “Alışmışız, bu normalimiz, aslında ekstra bir mutluluk hissetmiyoruz.” diyorlar. Hatta birçoğu bu imkânların yokluğunu düşünemeyip bütün ömürlerini kazanma ve kaybetme kaygısıyla geçirdiklerini ifade ediyorlar.

“Yok.” diyorlar, “Bize farklı gelmiyor, alıştık.” diyorlar. İlk gördüklerinde böyle miydi halbuki? İnsan, arzuladığı ve kendisine ulaşılmaz gelen nimetleri elde ettiğinde, her pahalı şey artık ucuzdur. Her güzellik geçici ve alışılırdır.

Zaman hep bunun şahididir ki üzerinden biraz zaman geçen her şey eskir, göz de gönül de alışır. Velev ki bu bir dünya malı olsun, bir makam, mevki, bir sevgi, aşk olsun; yine de hiçbir bağlılık ilk zamanki gibi kalmaz. Yıpranır, kanıksanır. Artık onun modası geçmiştir.

Bundandır ki dünya, intikamını içindeki açgözlüleri doyurmayarak, onlara doyumsuzluk vererek alır adeta.

İnsan en çok yemek için çalışıyor, hatta kazandıklarının çoğunu yeme-içme hazzına harcıyor. İnsan ne yerse yesin, günün sonunda posa oluyor.

Bahsettiğim şey bir para ya da zenginlik karşıtlığı değil. Kıskançlık veya ulaşamadığına “mundar” demek hiç değil.

Yeryüzünde milyonlarca yıldır başka varlıklar da vardı. Nereden biliyoruz derseniz, Kur’an’dan: “Orada bozgunculuk yapacak, kan dökecek birini mi yaratacaksın?” (Bakara/30)

Öyleyse Rabbim bizi yaratırken bir murat, bir sebeple yarattı. Kendisinin bilinmesi, O’na kulluk edilmesi, anlamlı bir hayat, yeryüzünü yaşanılır kılmak, hayırlı ve güzel şeyleri çoğaltıp, dünyanın huzurunu bozan şeylerle mücadele etmemizi istedi. Yüce kitabımızdan ve hadislerden görüyoruz.

Bu bilgiler de sadece inananları bağlıyor. İnsan inanmadan nasıl başını yastığa koyup gözlerini yumabilir ki, ya uyanamazsa?

Demem o ki farkındalık veya anın içinde değerlerimiz olmalı ve devam etmeli.

Her aklı başında insanın gözlemidir bu. Apaçık ve aşikâr ki dünya; içindekilerin mutluluğu, mutmainliği, kanaati, fedakârlık ve iyiliği kaybettiği bir yer hâlinde şu an.

Zaten cennet olmazdı da insan, ruhaniyetinin gücüyle dayandığı nesnelerin çürük olduğunu fark edebilirdi.

Belki de insanoğlunun işine gelmiyor anlamak. Anlamak için düşünmek, duymak, görmek, algılamak lazım.

Sosyal medyanın, kuru gürültünün, safsatanın yönettiği insanlardan olmamak için biz Müslümanlar olarak ne yapıyoruz?

Travmatik bir insan bir danışmana gidince sorulan ilk sorulardandır: “Şikâyet ettiğin mevcut problemi çözmek için ne yaptın? Gayretin, isteğin, çaban var mı?”

Hepimiz her gün bir yığın kalbi, akli, dini krizlerle karşılaşıyoruz.

Krizi yönetmenin en önemli şekli, anladıktan sonra aceleyle sağlıklı kararlar alıp uygulamaktır.

Zaman geçiyor ve her birimizin ağırdan alma lüksü artık yok.

Acilen ayağa kalkmalı, bir yerlerden başlayarak bir şeyler yapmalıyız.

YAZARIN DİĞER MAKALELERİ

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

SOSYAL MEDYA

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
4,338TakipçilerTakip Et
- Reklam -spot_img

Yeni İçerikler

Son Yorumlar