Dinin zaman- tarih içerisinde insanlık ile yaptığı yürüyüşte her aşamada farklı algı ve yorumları beraberinde getirmiştir. Dinin yaşanması noktasında âlimler peygamberlerin varisleri olmak konumundan dolayı önemli sorumlulukları vardır. Âlimler bu algı ve yorumların anlamı- pratiği üzerinde çözümleme yaparlar. Âlimler yorum ve düşünceleri ile dinin bireysel- toplumsal- siyasi- ekonomik- kültürel alanlardaki pratiği noktasında yön verirler.
Âlimlerin toplum ve siyaset ile ilişkileri kadar birbirleri ile olan ilişkileri önemlidir. Her birinin etkinlik ve iktidar alanı vardır. Bu iktidar alanını genişletme ve bilgi- yorumunu daha geniş kitlelere ulaştırma noktasında gayretleri bulunur. Bu gayret ve çabalar belli bir çerçeve- sınırdan sonra birbirleri ile temas etme mecburiyetini doğurmaktadır. Birbirleri tanışma ve etkilenme teması oluştuğunda farklı farklı tavırlar ortaya çıkmaktadır. İslam peygamberi Hz. Muhammed(s.a.v) “Ümmetimin âlimlerinin ihtilafında rahmet vardır.” hadisi âlimlerin birbirleri ile ilişkisinde önemli bir unsura değinmektedir. Âlimlerin farklı düşünmeleri ve yorum getirmeleri zarar değildir. Olay veya durumun görünüşünün farklılıkları dolayısıyla değişik yorumlamaların olması da doğaldır. Bu farklı bakış açıları kişi- olay veya durumun daha iyi anlaşılmasına ve uygun davranışlar serd edilmesine katkıda bulunur.
Hükümdarlar- Padişahlar- Yöneticiler siyasi iktidar alanının mücadelesini verdikleri gibi âlimlerde bilgi alanındaki iktidar alanında hâkimiyet mücadelesi vermektedirler. Her âlim normal şartlarda teorik olarak diğer âlimin fikir ve düşüncesinde ki olumlulukları- tespitleri alıp daha zengin bir düşünce üretme kaygısı gütmesi gerekir. Diğer âlimin ne dediğini gerçek anlamda araştırıp- okuyup gerekirse kendisiyle hasbihal edip bu düşünce perspektifini öncelikle anlamaya çalışmalıdır. Aracılar veya rivayetlerle yapılan fikir alışverişinde ne yazık ki yanlış anlamalar sebebiyet verecek aktarımlar yaşanabilir. Kendisinin göremediği ve tespit edemediği yaklaşımları başka bir âlimin elde etmesinden dolayı bir çekememezlik içine girmez aksine bundan dolayı sevinir ve kendi düşünce perspektifi içerisine yerleştirmeye çalışır.
Tarih ve şimdiki zaman göstermiştir ki âlimlerin birbirleri olan ilişkileri çoğunlukla yukarıda bahsettiğimiz minval üzere gelişmemektedir. Âlimler öncelikle sahip oldukları düşünce birikimleri bireyselleştirirler. Çevrenin gösterdiği teveccühü arkalarına alarak hemen bunu sosyal ve siyasal ranta çevirmeye başlarlar. Sosyal ve siyasal iktidar alanı oluşturup bu gücü artırmak ve yaygınlaştırmak amacına matuf gayretlere girerler. İktidar güçlerini kullanıp diğer âlimleri öldürten, sürgün ettiren birçok örnekler yaşanmıştır. Âlimin mücadelesi, bir düşünce- yorum ve içtihadın hayata intibak ederek rahmetleşmesi değil kendi psikolojik ve sosyolojik varlık alanını tahkim etmeye çabasına dönüşmektedir.
Âlimler arasında farklı ilişki biçimlemeleri oluşur. Bu süreçte diğer âlimin varlık ve düşüncesini tehlikeli addedip bunu savuşturmak için değişik yollar kullanmaya başlarlar. Bu çabalar siyaset aktörlerinin mücadelesinden daha çok çetin ve zorlu geçer. Çünkü her şeye yön veren bilgi ve felsefedir. Bu en yok edici silahlardan daha etkilidir. İşte âlimler bu süreçte diğer âlimlerin yorum ve düşüncelerine kendilerini kapatırlar. Kendi fikirsel alanı güçlendirmek amacıyla izleyenlerine onları- diğerlerini okumayı, dinlemeyi ve konuşmayı yasaklarlar. Diğer âlimin görüş ve düşüncesini gerçek anlamda ve üslupta eleştirmek ve geliştirmek yerine bunlardan bulabildiği farklı ve istismara açık sözleri alarak kötüleme ve iftiralara girişir. Eğer siyasete etki edecek kanallara sahipse bu yollarla onu engellemeye çalışır.
Âlimlerin geliştirdikleri diğer ilişki türü de muhatap almamaktır. Aynı veya farklı alanda belli bir seviye sahibi kişi ve yorumları dikkate almaz. Kendini bu alanın sahibi olduğunu düşünür. Diğerlerini küçümser ve onların fikirleri üzerinde tefekkür etmeye lüzum görmez. Diğer âlimin eserlerini takip etmez ve bunların üzerinde tahlillerde bulunmaz. Kendisini otorite gördüğü için diğerleri ile hiçbir sosyal ve bireysel ilişki biçimini kullanmaz. Normalde kardeşlik terennümleri söyler ama diğeri söz konusu olduğunda en ağır ve mütecaviz sözleri söylemekten de kaçınmaz.
Âlimlerin oluşturdukları düşünce halkalarında diğerlerinin varlığını hoş görmezler. Türkiye’de âlimlerin üzerlerinde etkin oldukları gazete, radyo ve televizyonlar vardır. Hiç birisi diğerini çağırıp bu imkânını onunla paylaşmazlar. Herkes kendi basın- yayın kanalında sadece bir kişinin fikirlerini ve öngörülerini paylaşırlar. Diğer âlimi davet edip kendi kitlesi ile tanıştırma ve diyalog oluşturma yoluna gitmez. Gazetesinde yer ver vermez, radyosunda konuşturmaz, televizyonunda misafir etmez. Diğerinin kendi iktidar alanına etki edeceğinden korkar ya da giden âlim de bu kitleye nasıl etki edip kendi çevreme dönüştürebilirim endişesini taşımaya başlar.
Âlimlerin ihtilafı rahmet olup insanlığın üstüne yağacağına, insanların birbirlerine karşı ayrışma, çatışmasına yani fitnelere mahal vermektedir. Somut ve medya üzerinden sürdürülen ve bir gösterge olarak önümüzde duran bu sürecin ne yazık ki derinlerde bu ülke âlimleri arasında devam eden durumun parçasıdır. Tarikat, cemaat veya bireysel olarak varlık gösteren yapılanmalardaki âlimler birbirlerini sevmemekte, gıybet etmekte, tahkir ve tezyif etmektedirler. Diğerinin varlığı çoğu kez zalim bir sultanın varlığından daha tehlikeli olarak düşünebilmektedir.
Türkiye’de dinin anlam- yorum ve pratiği noktasında çaba gösteren âlimlerin gerek birbirleri gerekse de toplumla ilişkileri sorunludur. Edindiği ve kendisine bahşedilen bilgiyi rahmet ve huzur vesilesi değil de kendi bireysel iktidar alanının ideolojisi haline getirmektedir. İnsanların teveccühünü hemen itaat- teslimiyet merkezli ilişki biçimine çevirerek bir kitle oluşturma çabasına girer. Oluşturduğu bu kitleyi bazen siyasi iktidarlara karşı bir güç olarak kullanır, bazen ekonomik bir işletme gibi işletim sağlar bazen de açık- kapalı sosyal baskı merkezi olarak kullanır. Düşünce ve anlam dünyasındaki kırılmaları- eksikleri kabul etmez tekebbürle bu bunları bile bir hikmet olarak takdimde mahzur görmez. Eğer Türkiye’deki bireysel- toplumsal ve siyasal yozlaşmaların kaynaklarından biri de işte âlimlerin bu düşünce ve tavırlardır. Âlimler, şeyhler, kanaat önderleri, hocalar kendi bilgi iktidarı kavgalarından çıkıp asli rollerine kavuştukları ölçüde toplumsal aydınlanma yaşanacaktır.