Bir perşembe
gecesi, Habîb-i ekrem 's.a.v.', Ömer 'r.a.' hakkında düâ
etdi. Düâsı kabûl oldu.
Buyurdular ki,
- Yâ Rabbî! Şu iki kişiden hangisi sana sevgili ise dîn-i islâmı onun
ile azîz eyle. Ömer bin Hattâb veyâ Amr bin Hişâm.
Ertesi gün,
Kureyşin büyükleri Haremde toplandılar.
- İşbu Ebû Tâlibin yetîmi Muhammed Mustafâ 's.a.v.' zuhûr edip, âbâ
ve ecdâdımızın dînini ibtâl etdi. Putlarımız için, fâide ve zarar
vermez
diye kötüledi. Gayretine dokunmuyor mu ki, yâ Ömer, bu denli kudret ve
heybetin, izzet ve satvetin var iken, putlara yardım etmeyi, onu
öldürmeği
düşünmüyor musun, diye tahrîk etdiler.
Hazret-i
Ömerin câhiliyye damarı kalkdı. Sonu kötü olan bir gayretle,
kılıncını takındı. Resûlullah 's.a.v.' hazretlerini öldürmeğe giderken,
Benî Zühreden Nu'aym 'radıyallahü teâlâ anh' hazretlerine rastladı.
- Yâ Ömer, nereye gidersin dedikde, cevâb verip,
- Şu Kureyşin büyüklerine ahmak diyen ve putlarımıza bâtıl diyen,
Muhammedi
katl etmeğe gidiyorum, dedi.
Nu'aym 'radıyallahü teâlâ anh' dedi ki,
- Yâ Ömer! Hayret edilecek bir işe yeltenirsin. Başa çıkamıyacağın
sevdâya düşmüşsün. Eğer bu işi başarırsan, Benî Hâşim ve Benî Zühre
seni
sağ koyacaklarını mı sanıyorsun. Yürü var, işine git, deyince,
Ömer 'radıyallahü teâlâ anh' dedi ki,
- Yâ Nu'aym! Yoksa sende mi, Muhammedin dînine girdin. Eğer öyle ise,
evvelâ seni katl edeyim.
Nu'aym hazretleri dedi:
- Muhammedin dînine sâdece ben mi girdim, sanırsın. Kız kardeşin ve
enişten de girmişlerdir.
Ömer, bu haberi işitince, gadabı dahâ fazla olup, nereden ma'lûm
onların
müslimân oldukları, dedi.
Nu'aym dedi:
- Eğer inanmaz isen, kız kardeşinin evine var. Bir koyunu kendi elin
ile boğazla, pişirsinler. Onlar senin boğazladığın koyunu yimezler ise,
o zemân bilmiş olasın ki, onlar islâm dînine girmişlerdir.
Hazret-i Ömer 'radıyallahü teâlâ anh' o tehevvür ile gidip, kapılarına
vardı. İçeriden kulağına bir ses geldi. Dikkat ile dinledi. Anladı ki,
okudukları kelâm, hiç insan sözüne benzemez. Meğer o vakt Tâhâ sûresi
nâzil
olup; hazret-i Fahr-i kâinât aleyhi efdalüttehıyyât, muhâcirînden
Habbâbı 'radıyallahü anh' onlara göndermişdi. Onlara, o sûrenin
âyetlerini ta'lîm
ediyordu. O vakt, bunlar hazret-i Ömerin korkusundan, kapıyı
bağlamışlardı.
Ta'lîm ile meşgûl iken, hazret-i Ömer kapı ardından dinledi.
Dinledikçe,
istidâdlı kalblerine, ezelî olan kelâmın rahmânî nûrları gelmeğe
başlayıp,
şeytânî küfr zulmeti mahv olmağa başladı. Sabr etmeğe mecâli kalmayıp,
kapıya eli ile vurdu. Kapı bağlanmış idi. Dikkat kesildikleri gibi,
içeride
olanlar, korkularından susdular. Habbâbı 'radıyallahü anh' gizlediler.
Sûre-i kerîmeyi saklayıp, kapıya bakdılar ki, gelen hazret-i Ömerdir
'r.a.'.
Kılıncı yanında, heybetle ve satvetle gelmiş ki, yüzlerine bakmaz. Kız
kardeşi,
- Hoş geldiniz deyip, içeri alıp, oturdular.
Gelmelerinden dolayı, yiyecek tedârik edip, koyun getirdiler. Hazret-i
Ömer 'r.a.' kalkıp, kendi boğazladı. Pişirdiler. Hazret-i Ömer, ezelî
kelâmın
te'sîrinden mest olmuş, ne konuşmağa mecâli ve ne oturmağa sabrı ve
karârı
var idi. Ne hâl ise, taâmı pişirip, ortaya getirdiler. Hazret-i Ömer
dedi,
gelin berâber yiyelim. Her biri bir özr behâne edip, yimediler.
Kendileri
de birkaç lokma aldılar. Dîn-i islâma girdiklerini tahkîk edip, hayreti
de çoğaldı. Taâmı [yiyeceği] kaldırdıkdan sonra, süâl buyurdular ki;
- Okuduğunuz ne idi.
Onlar okuduklarını inkâr eylediler. Korkularından konuşmağa başladılar.
Hazret-i Ömer 'radıyallahü teâlâ anh' buyurdular ki,
- Bilmiş olunuz ki, ben Kureyş arasında kılınç bağlayıp, o da'vâ ile
geldim ki, varıp, Muhammedi katl edeyim. Yolda gelirken, sizin de
Muhammedül-emînin
dînine girdiğinizi işitdim. Geldim ki, evvelâ sizi katl edeyim. Sonra
Muhammedi
katl edeyim. Lâkin, kapıya geldim. Kulağıma bir ses geldi. Dinledikce o
kelâmın lezzeti bir hâl verdi ki, o kötü fikr benden gidip, kalbime
şevk
ve muhabbet dolup, beni tedirgin eyledi. Elbette inkâra mecâl vermeyip,
getirin okuduğunuzu, dinleyelim, dedi.
Kız kardeşi ve eniştesi, bu sözü işitdiklerinde, sevindiler. Kalbi
islâm tarafına meyl etmişdir diyerek, dediler ki,
- Okuduğumuz, Allahü teâlânın ezelî olan kelâmıdır. Hak Sübhânehü ve
teâlâ, hazret-i Cebrâîl aleyhisselâm vâsıtası ile, Resûl-i ekrem
's.a.v.'
hazretlerine indirmişdir. Dinlemek istersen, evvelâ gusl eyle. Ondan
sonra
okuyalım, göresin.
Hazret-i
Ömer 'r.a.' kalkıp, huzûr-ı kalb ile, gusl edip, gelip, kıbleye
dönüp oturdu. Kız kardeşi kalkıp, ta'zîm ve tekrîm ile, sûre-i şerîfi
eline
alıp, (Bismillahirrahmânirrahîm). (Tâhâ ...) diye okumağa başladı.
Nazm-ı
şerîfin fesâhat ve belâgatinden, kalbi çok yumuşadı. (Ben o Allahım ki,
benden başka ibâdete müstehak ilâh yokdur. O hâlde yalnız bana ibâdet
et
ve beni hâtırlaman için nemâz kıl) meâlindeki Tâhâ sûresinin 14.cü
âyetine
gelince, Kur'ân-ı kerîmin nûru kalbine nûrâniyyet verip, Kur'ânın eseri
açığa çıkıp, küfr ve şekâvet zulmeti gitmeğe başladı. Dedi ki, beni,
iki
cihânın fahri, Muhammed Mustafâ 's.a.v.' hazretlerinin huzûruna
ulaşdırın.
O sırada Habbâb bin Erat, perde arasından dışarı çıkıp, dedi ki,
- Yâ Ömer, müjdeler olsun sana ki, Allahü teâlâya, Resûlullah
'sallallahü
teâlâ aleyhi ve sellem' hazretlerinin etdiği düâsı, senin hakkında,
kabûl
oldu. Allahü teâlâya hamd olsun.
Sevinerek, önüne düşüp, hazret-i Sultân-ı Enbiyânın olduğu eve götürdü.
Bütün Eshâb-ı güzîn 'rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma'în', hazret-i
Ömerin
geldiğini görünce, hazret-i Fahr-i kâinâta haber verdiler.
- Bırakın gelsin. Başında devlet var ise îmâna gelir, buyurdu. Hazret-i
Ömer 'radıyallahü teâlâ anh' hazret-i Peygamberin 'sallallahü teâlâ
aleyhi
ve sellem' mubârek nûr cemâlini müşâhede ile müşerref oldu.
Resûl-i ekrem hazretleri buyurdular ki,
- Yâ Ömer, dahâ küfr ve şekâvetden vazgeçmek yok mu?
Hazret-i Ömer, Peygamberin mubârek cemâline nazar edip, kelâmını duyup,
nazarlarına kavuşunca, hemen karârsız kalmayıp, yüksek dergâhlarına yüz
sürüp, sonra,
- Yâ Resûlallah, hiç şek ve şübhe kalmadı. Hak Peygambersin. Bana îmânı
arz eyle, dedi.
(Eşhedü en lâ ilâhe illallah. Ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve
Resûlüh)
deyip, şecere-i îmânı [îmân ağacını] temîz kalbine dikdi. Cümle Eshâb-ı
güzîn 'rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma'în' tekbîr getirip, sürûr-ı kalb
ile, hazret-i Ömer ile kucaklaşıp, boynuna sarıldılar. Allahü teâlâ
hazretlerine
hamd ve senâ eylediler. Resûlullah 's.a.v.' buyurdu;
- Su getirdiler. Hazret-i Ömer 'radıyallahü teâlâ anh' temizlenip,
gusl eyledi. Ona Kur'ân ta'lîm buyurdular. Kalbini îmân nûru ile
doldurdular.
Nemâzı ve diğer dîni erkânı ta'lîm eyledi. Hazret-i Ömer onları gördü
ki,
mağara gibi gizli bir yerde dururlar.
Dedi ki,
- Yâ Resûlallah! Bu ne keyfiyetdir ki, bu mağarada ihtifâ buyurdunuz.
Se'âdet ile buyurdular ki,
- Müşriklerin mü'minlere ezâ ve cefâsından dolayı burada dururuz.
Hazret-i Ömer 'radıyallahü teâlâ anh' dedi ki,
- Onlar puta gündüz taparlar. Önünde âşikâre yer öperler. Niçin biz,
Hâlıka gizli taparız, yâ Resûlallah. Buyurun billahi varalım, biz de
Harem-i
beyt-i şerîfde nemâzı âşikâre kılalım. Görelim, bize kim mâni' olur.
Fahr-i âlem 'sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem' kalkıp, Sahâbe-i güzîn
'rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma'în' ile berâber, hazret-i Ömer
önlerinde,
elinde yalın kılınç, Beyt-i şerîfe doğru yürümeğe başladılar. Kureyş
müşrikleri
önlerinde, hazret-i Ömeri böyle gördüklerinde, sevinip, dediler ki,
- Meğer Ömer bunların hepsini esîr etmişdir, ki getirip karşımızda
kırmak ister.
Yanlarına geldiklerinde, gördüler ki, hazret-i Ömer bunların herbirine
güzel muâmele edip, bunlar ile karışmış güle-güle söyleşip gelirler.
Ebû
Cehl la'în bu hâli gördü. Müslimân olduğunu anladı.
- Âh! Gördünüz mü? Muhammed Ömeri de, kendi dînine döndürmüş. Ben size
demedim mi ki, sihrle Muhammed onu aldatır, kendine uydurur. Siz
dediniz
ki, böyle olmaz. Eyvâh, gelin görelim, şimdi ne yapalım. Ve ona ne
söyliyelim.
Yakınına geldiler. Hazret-i Ömer 'r.a.' kılıncı kaldırıp dedi; (Nazm)
Durun ben geliyorum, bize kıyâma durun,
Genç, ihtiyâr, yaşlı hepsi, efendi köle olsun.
Dîn-i islâmı teblîg için, Allah gönderdi,
Bize Peygamber olan Muhammedi 'aleyhisselâm'.
Açığa çıkardı, güzel islâm dînini,
Putlar yıkıldı, kalmadı hükmleri.
Döndüm Hakka, bunun dînine girdim,
Ey Kureyş! Hepiniz avam ve has böyle bilin!
Kâfirler, bu
hâli görüp, içlerinde telâşlanıp, it gibi çağrışdılar.
Ebû Cehl la'în, yüksek sesle dedi ki,
- Görün Muhammedi ki, Kureyşin büyüklerini müslimân yapmağa başladı.
Bu işler bize azdır. Dedim, gelin onlar çoğalmadan, öldürelim,
aldırmadınız.
Şimdi ejderhâ oldu.
Kâfirler, hazret-i Ömerden korkup, hiçbir mü'mine el uzatmağa kâdir
olmadılar. Her birinin dudağı kuruyup, kaldı. Server-i âlem 'sallallahü
teâlâ aleyhi ve sellem' ileri yürüyüp, Hacer-ül esved ile bâb-ı Kâ'be-i
şerîf arasında durup, nemâzı o gün âşikâre kıldılar. Gerçi kâfirler çok
idi. Mü'minler az idi. Nemâz bitdikden sonra kalkıp, Kâ'beyi ta'vâf
etdiler.
İbni Mes'ûd 'radıyallahü teâlâ anh' buyurdular ki, hazret-i Ömerin
'radıyallahü
teâlâ anh' müslimân olması, mü'minlere feth ve nusret ve rahmet oldu. O
müslimân oluncaya kadar dîn-i islâm âşikâre olmadı. Kâ'be-i
mu'azzamada,
müslimânlardan hiç kimse nemâz kılmamış idi. Nakl edilmişdir ki,
hazret-i
Ömer 'radıyallahü anh' îmâna geldikde, Peygamberimiz 's.a.v.'
hazretleri,
mubârek elini Ömerin 'radıyallahü anh' göğsüne koyup, üç kerre
buyurdular
ki,
- Yâ Rab! Bunun sadrında olan gereksiz sıfatı [göğsünde bulunan kötü
sıfatı] ve illeti [hastalığı] çıkarıp, onun yerine îmân ve hikmeti ver.
Kaynak:
Menakıb-i Çihar Yar-i Güzin