Abbasi halifesi Harun Reşid'in bir yemek sofrasında önüne deve eti konulmuştu. Etten bir lokma alıp ağzına koyduğu sırada, veziri Cafer Bermekî gülmeye başlamış, Harun Reşid de bunun sebebini öğrenmek istemişti. Bunun üzerine Cafer Bermekî dedi ki:
- Ey müminlerin başkanı! Şu deve eti kaça mal olmuş dersin?
- Bence dört dirheme mal olmuştur.
- Hayır! Vallahi bu et sana dörtyüz bin dirheme patlamıştır!
- Nasıl olur öyle?
- Bak şöyle: Hayli zaman önce mutfakçıdan deve eti istemiştin. Fakat o sırada mutfakta deve eti yoktu. Ben de her zaman deve etinin hazır olmasına karar verdim. O zamandan bu yana her gün halife mutfağında bu etten hazır bulunması için birer deve kesiyoruz. Bu sebeple o günden beri mutfakta deve eti bulundurmak için dörtyüz bin dirhem para harcamışız. Ne var ki, o günden bu yana halifemiz de hiç deve eti istemedi, ancak bugün istedi. Benim gülmemin sebebi işte bu. Çünkü halifemiz bu bir lokmalık eti böylece dörtyüz bin dirheme mal etmiştir.
Bunu duyan Harun Reşid ağlamaya başladı, sofrayı bırakıp yemekten vazgeçti. Öğle vakti gelince camiye gidip namaz kıldırdı. Evine dönüp tekrar ağlamaya başladı. Ardından Mekke ve Medine fakirlerine iki milyon, Bağdat fakirlerine iki milyon, Basra ve Küfe'deki fakirlere de bir milyon dirhem olmak üzere, toplam beş milyon dirhem sadaka verilmesini emretti. Sonra camiye gidip ikindi namazını kıldırdı. Ağlaması akşama kadar sürdü. Akşam vakti olunca tekrar mescide gitti, cemaate namaz kıldırıp evine döndü.
Bu sırada yanına gelen Kadı Ebu Yusuf, onun gün boyu neden ağladığını sordu. Halife, kendi isteği uğruna israf edilen paralardan dolayı ağladığını anlattı. Ebu Yusuf ise halka yedirilen o etler, bolca verdiği sadakalar ve gönlüne düşen Allah korkusundan ötürü onu sevapla müjdeleyip teselli etti.
Harun Reşid, o gün üzüntüsünden sabah yemeğini ancak akşamleyin yiyebilmişti.