ONİKİNCİ BÂB
Bu ümmetin üstünlükleri:
1.
(Mesâbîh-i şerîf)de bu bâbın evvelinde Abdüllah ibni Ömer 'radıyallahü
teâlâ anhümâ' hazretlerinden rivâyet olunmuşdur. Resûlullah 'sallallahü
teâlâ aleyhi ve sellem' hazretleri buyurdular ki:
(Geçmiş ümmetlerin ömrüne nisbetle sizin ömrünüz, ikindi nemâzı
vaktiyle güneşin batması arasındaki zemân gibidir. Sizin,
yehûdîlerin
ve nasâranın hâli şuna benzer. İşçi çalışdırmak istiyen bir adam dedi
ki,
kim benim için birer kırâta günün yarısına kadar çalışır. Yehûdîler,
günün
yarısından ikindi vaktine kadar çalışdı. O kimse sonra, kim benim için
bir kırâta günün ortasından ikindi vaktine kadar çalışır. Nasâra birer
kırâta çalışdı. Sonra şöyle dedi, kim ikindi vaktinden güneşin
batmasına
kadar ikişer kırâta çalışır. Dikkat ediniz, siz ikindi vaktinden
güneşin
batmasına kadar çalışanlarsınız. Dikkat ediniz. Sizin ücretiniz iki
katdır.
Yehûdîler ve nasâra kızdılar. Biz çok çalışıyor, az ücret alıyoruz,
dediler.
Allahü teâlâ onlara, hakkınızı vermekde size zulm etdim mi? buyurdu.
Hâyır,
dediler. Allahü teâlâ buyurdu ki, o benim dilediğime verdiğim bir
ihsândır.)
2. Ebû
Hüreyre 'radıyallahü teâlâ anh' hazretlerinden rivâyet olunmuşdur.
Resûlullah 'sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem' buyurdular ki:
(Ümmetimin içinde beni en çok sevenler, benden sonra gelen, ehlini
ve malını beni görmeğe fedâ eden kimselerdir.) Resûlullah
'sallallahü
teâlâ aleyhi ve sellem' onların şiddetli muhabbetlerini temennî eder.
Onların
birisi ki, ehlini ve malını beni görmek için ve bana vâsıl olmak için
fedâ
edeydi, o kimseler bu sıfatla sıfatlanmışlardır.
3. Enes
'radıyallahü teâlâ anh' hazretlerinden rivâyet edilmişdir.
Resûlullah 'sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem' hazretleri buyurdular
ki:
(Allahü teâlânın kullarından öyleleri vardır ki, Allahü teâlâya
birşey için yemîn etseler, muhakkak o şey yerine getirilir. Ümmetimden
Allahü teâlânın emrlerini yerine getirenler, eksik olmaz. Onlara karşı
koyanlar, küçük düşürmek istiyenler, hiçbir zarar yapamazlar. Allahü
teâlânın
emri gelinceye kadar, onlar bu hasletleri üzere olurlar.)
Bu hadîs-i şerîfi rivâyet eden Enes 'radıyallahü anh' hazretleri dedi
ki:
Râbi'a adlı
hanım benim halam idi. Ensârdan bir câriyenin ön dişini
kırdı. Resûlullah 'sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem' hazretlerinin
huzûruna
geldiler. Da'vâya Resûlullah bakdı. Kısâs yapılmasını emr etdiler. Enes
bin Nadr ki, Enes bin Mâlikin amcasıdır. O, Allahü teâlâya yemîn
ederek,
yâ Resûlallah, onun dişini kırma dedi.
Resûlullah 'sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem' buyurdular ki:
-Yâ Enes! Allahın kitâbı kısâsı emr ediyor!
Sonra dişi kırılan câriyenin yakınları kısâs yerine diyeti kabûl
etdiler.
O durumda Resûlullah 'sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem' buyurdular
ki:
- Allahü teâlânın öyle kulları vardır ki, Allahın adı ile birşey için
yemîn etseler, Allahü teâlâ bu sevgili kullarının hâtırı için, o şeyi
hemen
yaratarak, istedikleri hâsıl olur.
Müslim
şerhinde beyân olunmuşdur:
Enes bin Nadrın (Hâyır, vallahi onun
dişini kırma) demesinin ma'nâsı, Habîbullah hazretlerinin hükm-i
şerîflerini
red değildir. Belki murâdı, kısâs etmeğe müstahak olanları vaz
geçirmekdir.
Afv etmeleri için, Resûlullahı onlardan yana afvda şefâ'at etmek için
yöneltmek
için idi. Kendisini yemîninde hânis etmiyeceklerine kuvvetle inandığı
için
yemîn etdi. Veyâ Allahü tebâreke ve teâlâ hazretlerinin fadlına ve
lutfüne
i'timâdı, güveni tam olup, yemînini bozdurmayıp, hasmlarının kalbine
afvı
ilhâm buyurur, şeklindedir.
Hadîs-i şerîfin ikinci kısmı Şâm ehli için buyurulmuşdur.
Resûlullah 'sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem' buyurdular ki,
- Şâm toprağında, benim ümmetimden, Allahü teâlânın emrlerini yerine
getiren kimseler eksik olmaz. Onları zelîl etmek, onlara karşı çıkmak
istiyenler,
hiçbir zarar yapamazlar. Allahü teâlâ şânühü hazretlerinin emr-i şerîfi
gelene dekden murâd kıyâmetdir, onlar o hasletleri üzere olurlar.
4. Ebû
Hüreyre 'radıyallahü teâlâ anh' hazretlerinden rivâyet edilmişdir.
Resûlullah 'sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem' buyurdular ki:
- Ben kardeşlerimi görmeği severim!
Eshâb-ı kirâm dediler ki:
- Yâ Resûlallah! Biz senin ihvânın [kardeşlerin] değilmiyiz!
Buyurdular ki,
- Siz benim Eshâbımsınız. Kardeşlerim o kimselerdir ki,
gelmemişlerdir.
Benden sonra gelirler. Ben onların ferâtıyım. Ya'nî evvel gidip,
lâzım
olanları onlar için hâzırlarım.
Bâbın evvelinden buraya kadar zikr olunan hadîs-i şerîf, (Mesâbîh-i
şerîf)in sahîh hadîslerinde vardır. Hasen hadîslerinde ancak bu hadîs-i
şerîf vârid olmuşdur.
5. Enes
'radıyallahü teâlâ anh' hazretlerinden rivâyet olunmuşdur.
Resûlullah 'sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem' hazretleri buyurdular
ki:
- Ümmetim yağmur gibidir. Önce gelenler mi, yoksa sonra gelenler
mi üstündür bilinmez!
Türpüştî
'rahimehullah' buyurmuşdur ki, bu hadîs-i şerîf ile, evvelkilerin,
sonrakiler üzerine efdaliyyetlerinde tereddüt etmemelidir. Zîrâ önce
gelenler,
sonra gelenlerden; zemânlarının sonraki zemânlardan kıymetli
olacağından
üstündürler. Hadîs-i şerîfde tereddütden murâd, fâideli olmalarındadır.
Dîni neşr etmekde, hakîkat ile fâideli olmakdadır. Yağmur, önce ekini
bitirir.
Sonra, sapı üzerine durduğu hâlde [o hâle gelince] olgunlaşdırır,
terbiye
eder. Yağmurun fâidesinin evvelinde mi, sonunda mı olduğu bilinmez.
Böylece;
bu ümmetde de, evvelkiler dîni kâim kıldılar; kurdular. Sonrakiler,
zemânla
insanların bozduğu dîni doğru olarak, önceki gibi kurdular. Bu hadîs-i
şerîfde işâret olunmuşdur ki, muhakkak bu ümmetin âhıri [sonra
gelenleri]
hayr ve salâhda, dînin kuvvetli olmasında öncekiler gibi olur. O
rivâyet
üzerine, hadîs-i şerîfde bildirildiği gibi, Mehdî hazretlerinin
gelmesi
mahallinde, Îsâ bin Meryem 'alâ nebiyyinâ ve aleyhisselâm'
hazretlerinin
gelmesi [nüzûlü] vaktinde, geçmiş ümmetlerin aksine olarak, çok
kuvvetli
olup, önce gelenlere benziyecekdir. Zîrâ onların [geçmiş
ümmetlerin] sonra
gelenleri dîni tebdîl ve Kitâbullahı tahrîf etdiler. [Hadîd sûresi
16.cı
âyet-i kerîmesinde meâlen], (... Kur'ân-ı kerîmden evvel kitâb
verilenler
gibi olmayınız! Onlar, kendileri ile Peygamberleri arasındaki zemân
uzayınca,
kalblerine kasvet yerleşip, çoğu dinden çıkıp, kitâblarına göre ameli
terk
etdiler) buyurulmuşdur. (Meâlim-üt-tenzîl)de, sûre-i Âl-i İmrânda,
110.cu
âyet-i kerîmenin tefsîrinde, Allahü teâlâ, meâlen, (Sizler, bütün
insanlar
içinde en iyi bir ümmetsiniz, cemâ'atsiniz...!) buyurmuşdur.
Katâdeden nakl olunmuşdur ki, onlar ümmet-i Muhammeddir. Ondan evvel
hazret-i Mûsâdan, hazret-i Dâvüdden ve hazret-i Süleymândan
'aleyhimüsselâm'
gayri bir Peygamber harb ile emr olunmamışdır. Onlar küffâr ile harb
ederler.
Küffârı [kâfirleri] dinlerine dâhil ederler. Onlar, insanlar için
hayrlı
ümmet olurlar idi. Denildi ki, linnâs kavl-i şerîfi uhricet kavli
şerîfinin
sılasındandır. Ma'nâsı şu demek olur ki, Allahü tebâreke ve teâlâ
hazretleri,
insanlar için hayrlı olan bir ümmet seçdi. Yine râvîler an'anesi ile
Behrâm
bin Hâkimden, o da babasından nakl etmişdir. Resûlullah 'sallallahü
teâlâ
aleyhi ve sellem' hazretleri, Allahü teâlâ ve tekaddes hazretlerinin,
(Sizler,
bütün insanlar içinde en iyi bir ümmetsiniz, cemâ'atsiniz...) kavl-i
şerîfinde
[Âl-i İmrân sûresi 110.cu âyeti], buyurdu ki, (Siz yetmiş ümmeti,
Allahü
teâlâ katında, onların en iyisi ve mükerremi olarak temâmladınız!)
buyurmuşdur.
Yine râvîler an'anesi ile rivâyet edilmişdir. Resûlullah 'sallallahü
teâlâ
aleyhi ve sellem' hazretleri buyurdular ki: (Dahâ önce geçen yetmiş
ümmetden
Allahü teâlâ katında en iyisi ve mükerremi bu [Peygamber efendimizin]
ümmetdir.)
Teveffi kavl-i şerîfi ifâdandır. Eşref ma'nâsınadır.
Yine an'ane
ile Ömer ibnül Hattâb 'radıyallahü teâlâ anh' hazretlerinden
rivâyet olunmuşdur.
Resûlullah 'sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem' buyurdular ki:
- Bütün Peygamberlere 'aleyhimüsselâm' ben girmeden evvel Cennete
girmeleri
harâm kılınmışdır. Yine bütün ümmetlere, benim ümmetim girmeden
evvel
Cennete girmeleri harâm kılınmışdır.
Yine an'ane
ile, Abdüllah bin Berdeden, o da babasından rivâyet etmişdir.
Resûlullah 'sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem' buyurdular ki:
- Cennet ehli yüzyirmi saf olur. Sekseni bu ümmetden, kırkı sâir
ümmetlerdendir.
(Me'âlim)den nakl burada temâm oldu. Bizi Muhammed aleyhisselâmın ümmetinden eyleyen Allahü teâlâya hamd olsun. (Ravda-tül Ulemâ) sâhibi beyân etmiş ki, denildi, her safın arası meşrıkla magrib arasınca olur. Her safın arası dünyâ misâli olur.
6.
(Mesâbîh)de, Hesâb, Kısâs ve Mîzân bâbında, sahîh hadîs olarak nakl
olunmuşdur.
Resûlullah 'sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem' hazretleri buyurdular
ki,
- Nûh aleyhisselâm, kıyâmet gününde gelir. Ona denilir ki, risâletini
kavmine teblîg etdin mi.
Nûh aleyhisselâm der ki,
- Evet yâ Rabbî!
Ümmetinden süâl olunur ki, Nûh size teblîg etdi mi. Onlar inkâr edib,
- Bize korkutucu kimse gelmedi derler.
Sonra Nûh aleyhisselâma denilir ki, şâhidlerin kimdir. Buyurur ki,
- Muhammed Mustafâ aleyhisselâtü vesselâmın ümmetidir.
Resûlullah 'sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem' buyurdular ki,
- Siz gelirsiniz ve Nûh aleyhisselâm teblîg etdi, diye şehâdet
edersiniz!
Sonra Resûlullah 'sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem', [meâl-i şerîfi]
(Böylece, size insanlara şâhid ve örnek olmanız için...) olan [Bekara
sûresinin
143.cü] âyet-i kerîmesini okudular. Bu âyet-i kerîme, ikinci cüz'ün
başındaki
âyet-i kerîmedir. Muhyissünne Begavî (Me'âlim-üt-tenzîl)de bu âyet-i
kerîmeyi
tefsîr etmişdir: Bu âyet-i kerîme nâzil olunca, yehûdî ileri gelenleri,
Mu'âz bin Cebele 'radıyallahü anh' kıble hakkında dediler ki, Muhammed
bizim kıblemizi, hasedinden dolayı terk etdi. Bizim kıblemiz Enbiyâ
'aleyhimüsselâm'
kıblesidir. Bizim insanlar arasında âdil olduğumuzu Muhammed bilir,
dediler.
Mu'âz 'radıyallahü anh', muhakkak, hak üzere ve âdil olan biziz. Allahü
tebâreke ve teâlâ hazretleri meâl-i şerîfi (... bunun gibi, sizi
adâletli
ümmet kıldık...) olan [Bekara sûresinin 143.]cü âyet-i kerîmesinde bunu
beyân buyurdu. (İbrâhîm aleyhisselâm ve zürriyyetini seçip, ayırdığımız
gibi, sizi de seçilmiş ve adâlet üzere olan ümmet kıldık) buyuruldu. Bu
da onun gibidir. Dinde eksikliği ve fazlalığı olan din ehlinin, ikisi
de
zemmedilmişdir.
Bize
Abdülvâhid bin Ahmed an'ane ile Ebû Sâ'id-i Hudrî 'radıyallahü
teâlâ anh' hazretlerinden haber verdi. Bir gün Resûlullah 'sallallahü
teâlâ
aleyhi ve sellem' hazretleri ikindi nemâzından sonra bizim aramızda
durdu.
Orada, kıyâmete kadar olacak şeyleri terk etmekden zikr etdi [söyledi].
Bir gün hurma ağaçları arasında bir dıvârın yanında durup, buyurdu:
- Âgâh olun [Dikkat ediniz], dünyânın ömründen, geçen zemâna nisbetle
kalanı, bugünün kalan zemânı kadar bile değildir. Bu ümmet, yetmiş
ümmeti,
hepsinin iyisi ve ekremi olarak temâmlar!) Allahü tebâreke ve teâlâ
hazretlerinin,
[meâl-i şerîfi yukarıda zikr olunan âyet-i kerîmenin devâmı olan]
(Böylece
insanlara şâhid olacaksınız!) kavl-i şerîfini okudular.
(Kıyâmet gününde Resûller insanlara teblîg etdikleri) ile alâkalı olarak İbni Cüreyh dedi ki, ben Atâya (... Böylece insanlara şâhid olacaksınız) kavl-i şerîfinin ma'nâsı nedir, dedim. O dedi ki, insanlardan, hakkı terk edenler üzerine, Ümmet-i Muhammed şâhiddirler. (Resûl de sizin üzerinize şâhiddir.) Resûlullah 'sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem' hazretleri de onları ta'dîl ve tezkiye edici olur. Bunun beyânı şudur ki, muhakkak Allahü teâlâ şânühü evvelîn ve âhırîni cem' eder. Ya'nî Allahü teâlâ kıyâmet günü bütün insanları yüksek bir yerde toplayınca, kâfirlere (Size hiç uyarıcı, sakındırıcı Peygamber gelmedi mi) buyurur. Onlar (bize korkutucu [sakındırıcı] ve müjde verici kimse gelmedi) derler. Allahü Sübhânehü ve teâlâ Enbiyâ aleyhisselâmı bundan süâl eder. Enbiyâ cevâb verirler ki, (biz onlara vahyi teblîg etdik.) Allahü teâlâ Enbiyâdan yine süâl eder. Hâlbuki herşeyi bilir. Şâhid tutmakdan dolayı sorar. O zemân Ümmet-i Muhammed getirilir. Ümmet-i Muhammed şehâdet ederler. Muhakkak Enbiyâ teblîg etdiler. O ümmetler derler ki, bunlar nereden bilirler, bizden sonra geldiler. Sonra bu ümmetden süâl olunur. Onlar derler ki, yâ Rabbî! Sen bize Resûl gönderdin. O Resûl ile kitâb nâzil kıldın [gönderdin]. O kitâbda bize haber verdin. Resûllerin ile gönderdiğin haberlerin hepsi doğrudur. Ondan sonra Muhammed aleyhisselâm getirilir. Ümmetinin hâlinden süâl olunur. Onların temiz ve doğru olduğuna şehâdet eder. (Me'âlim-üt-tenzîl)den alınan kısm temâm oldu.
7.
(Ravda-tül-ülemâ) kitâbının yirmibirinci bâbında, Ebû Mûsâ-el-eş'arî
'radıyallahü teâlâ anh' hazretlerinden nakl edilmişdir. Biz mescidde,
Resûlullah 'sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem' hazretlerinin huzûrunda
oturmuşduk.
Habîbullahı vahy ağırlığı kapladı. Vahy geldiğinde hâl-i şerîfleri
böyle
olurdu ki, vahyin ağırlığı üzerlerini kaplardı. Hattâ a'zâ-i şerîfleri
ayrılır derecesinde olurdu. Mubârek başını bir sâat aşağı saldı. Sonra
başını kaldırdı ki, bize haber versin. İkinci ve sonra üçüncü kerre
yine
vahy ağırlığı hâsıl oldu. Yine mubârek başını saldı. Sonra, haber
vermek
için başını kaldırdı. Dördüncü kerre yine vahy ağırlığı kapladı. Yine
mubârek
başını saldı. Sonra mubârek başını kaldırıp, secdeye vardı. Biz de
onunla
berâber secdeye vardık. Secdeyi uzatdı. Mubârek başını secdeden
kaldırdı.
Biz dedik. Yâ Resûlallah! Size gelen bu dört vahyden bize haber verir
misiniz?
Buyurdular ki:
- Bana Cebrâîl aleyhisselâm, evvelki gelişinde dedi ki,
- Allahü tebâreke ve teâlâ hazretleri, sana selâm söyledi ve buyurdu:
"Yâ Muhammed! Ümmetinin üçde birinin azâb ve hesâb görmeden Cennete
girmesini mi istersin, yoksa bütün günâhkârlarına şefâ'at etmeği mi
istersin!"
- Cebrâîl aleyhisselâm, benden yana işâret etdi. Şefâ'atini ihtiyâr
etdim. Sonra, ne vakt ki Cebrâîl aleyhisselâm gitdi. Ben istedim ki,
size
haber vereyim. O sâat yine geldi. Ve dedi ki,
- Muhakkak Rabbil'âlemîn sana selâm söyler ve buyurur ki:
"Ey Habîbim! Ümmetinin yarısının hesâbsız ve azâbsız, Cennete girmesini
mi istersin. Yoksa ümmetinin bütün günâhkârlarına şefâ'at etmeği mi
istersin."
- Ben şefâ'atı ihtiyâr etdim [seçdim] ve istedim ki, size haber
vereyim.
O sâat yine geldi. Ve dedi ki,
- Muhakkak Rabbin selâm söyledi ve buyurdu ki,
"Ey Habîbim! Ümmetinin üçde ikisinin hesâb ve azâb olunmadan Cennete
girmesini mi istersin. Yoksa ümmetinin bütün günâhkârlarına şefâ'at
etmeği
mi istersin."
- Ben şefâ'ati ihtiyâr etdim [seçdim] ve istedim ki, size haber
vereyim.
O sâat yine geldi. Ve dedi ki,
-Muhakkak Rabbin sana selâm söyler ve buyurur ki: [Vedduhâ sûresi 5.ci
ve Tâhâ sûresi 130.cu âyet-i kerîmesinin bir kısmını okudu. Meâl-i
şerîfi]
"Yâ Muhammed! Onlar bana ve sana îmân getirseler ve beş vakt nemâzı
kılsalar, farzları edâ etseler ve senin sünnetini yerine getirseler,
sen
râzı oluncaya kadar şefâ'at etmene izn veririm."
Muhammed 'sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem' buyurur ki:
- Bana kâfi gelir, bana kâfi gelir!
[Vedduhâ sûresi 5.ci âyet-i kerîmesinde meâlen,] (İleride [kıyâmet
günü] Rabbin sana şefâ'at makâmı vermekde hoşnûd olacaksın) ve Tâhâ
sûresi
130.cu âyet-i kerîmesinde meâlen, (... Tesbîh et [nemâz kıl] ki,
Allahın
rızâsına eresin) buyuruldu.
8. (Ravda-tül-ulemâ) kitâbının aynı bâbında; Abdüllah ibni Abbâs 'radıyallahü teâlâ anhümâ' hazretlerinden rivâyet olunmuşdur. Allahü tebâreke ve teâlâ hazretlerinin kavl-i şerîfinde; [Hicr sûresi 2.ci âyet-i kerîmesinde meâlen], (Kâfirler, dünyâda hezîmet, yâhud ölüm ânında, kıyâmet azâbı vukû'unda, müslimân olmaklığı temennî ederler. Denildi ki, kâfirler Cehennemde mü'minlerin günâhkârlarını görüp, siz müslimânlar iken Cehennemdesiniz. İslâmınız size ne fâide etdi derler. Bir zemân sonra, Allahü teâlânın fadlı ve rahmeti ile o müslimânlar nârdan çıkıp, Cennete gitdiklerinde, kâfirler o vakt ne olaydı biz de ehl-i islâmdan olaydık, derler.)
Abdüllah
ibni Abbâs 'radıyallahü anhümâ' buyurdu ki, bu ümmetden bir
tâife sırat üzerinde habs olunur. Hâlbuki, Muhammed Mustafâ 'sallallahü
teâlâ aleyhi ve sellem' hazretleri, bütün Peygamberlerden önce Cennete
dâhil olur. Ümmeti de, bütün ümmetlerden önce Cennete dâhil olur.
Resûlullah 'sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem' Cennete girdikden sonra,
Allahü tebâreke
ve teâlâ hazretleri, sıratda kalan tâifenin nâr [Cehennem]dan tarafa
gönderilmesini
ve (Mâlik)e teslîmini emr eder.
Mâlik, onları görünce,
- Yâ eşkiyâ cemâ'ati, siz kimsiniz ve kimin ümmetindensiniz. Cehenneme
girenlerin son bulduğunu işitmişdim. Cehennem ehlinin hepsi bana, bağlı
ve zincire vurulmuş hâlde ve yüzleri üzerine sürünüp ve yüzleri kara,
gözleri
göğermiş hâlde gelirler. Ammâ, sizin elleriniz bağlı değil ve zincire
vurulmamışsınız.
Yüzleriniz kararmamış. Gözleriniz göğermemiş. Ayaklarınız üzerine
yürürsünüz;
kimsiniz, der.
Onlar, derler ki,
-Yâ Mâlik bunu bize sorma. Zîrâ biz, muhakkak sana bunu haber vermeğe
hayâ ederiz. Velâkin biz; Kur'ân-ı kerîme uyan, Ramezân ayında oruc
tutanlarız.
Biz hacca gidenlerdeniz. Biz gâzîleriz [cihâda gidenlerdeniz]. Biz
zekât
edâ edenlerdeniz. Biz yetîmlere ikrâm edicilerdeniz. Biz cünüb olunca
gusl
edenlerdeniz. Biz beş vakt nemâz kılıcılardanız.
Mâlik der ki,
-Ey mahşer eşkiyâsı! Allahü teâlâ Kur'ân-ı azîmde sizi ma'siyyetden
men' etmedi mi.
Onlar derler ki,
-Yâ Mâlik, bize tevbîh etme. Şimdi Allahü teâlânın tevbîhinden ve
süâlinden
kurtulduk.
Sonra onlar bu hâlde iken, Arş tarafından bir nidâ edici, şiddetli
nidâ eder ve der ki,
- Yâ Mâlik, onları Nârın [Cehennemin] üst tabakasına dâhil et.
Hâlbuki onlar, Cehennemin kenârında dururlar. Sonra Mâlik der ki,
-Yâ mahşer eşkiyâsı! Şübhesiz söyleneni işitdiniz. Fehm etdiniz.
- Evet işitdik, lâkin bize mühlet ver. Bir sâat nefslerimiz üzerine
ağlıyalım, derler.
Mâlik der ki,
-Benim size mühlet vermeğe izn yokdur.
Mâlike Arş tarafından nidâ gelir ki,
- Yâ Mâlik, terk et onları, nefsleri üzerine ağlasınlar.
Sonra nefsleri üzerine ağlamağa başlarlar. Derler ki,
-Biz nârda [Cehennemde] nasıl sabr edelim. Biz güneşin harâretine sabr
edemezdik. Katran elbisesi giymeğe nasıl sabr edelim. Biz yumuşak
elbiseler
giymeyi tercih ederdik. Zakkum yimeğe ve hamîm içmeğe nasıl sabr
edelim.
Biz hep güzel yemekler yir, soğuk içecekler içerdik.
Bunlar böyle ağlarlar iken, Arş tarafından bir nidâ gelir.
-Yâ Mâlik! Bunları nârın [Cehennemin] birinci tabakasına gönder.
Sonra onların yanına şiddetli melekler gelir. Onlar, kalb olmadığı
için acıması olmıyan zebânîlerdir. Herbir insana bir zebânî yapışır. O
sırada, hepsi seslerini yükseltirler ve derler ki,
- Yâ Muhammed, Yâ Ebel Kâsım, Yâ Ebel Erâmil velyetâmâ. Yâ Fahrel
kıyâmeh.
Yâ Fâtihal bâb. Yâ nârın kapısını ümmetine kapayan! Yâ ümmetine şefâ'at
eden. Biz ümmetinin za'îfleriyiz. Nârın [Cehennemin] ateşine
dayanamayız.
Şefâ'atin ile bize imdâd et. Yâ Mâlik, biz ümmet-i Muhammeddeniz.)
Sonra Mâlik hazretleri Cennetden tarafa teveccüh eder [döner]. Ellerini
kulaklarına koyar. Müezzinler gibi yüksek ses ile nidâ eder ki:
- Yâ Muhammed! Muhakkak sen, Cennetde ni'metler içindesin [ni'metlenir
hâldesin]. Senin za'îf ümmetlerin Nârda feryâd ederler. Onların
feryâdına
yetiş [eriş]. Zîrâ za'îfdirler. Cehennemin harâretine sabrları yokdur.
O hâlde, Muhammed 'sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem' hazretlerine
haber gelir. Hemen serîrinden [tahtından] sıçrayıp ve Buraka biner ve
buyurur,
-Yâ Burak, çabuk ol ki, ümmetim za'îfdirler, Cehennemin harâretine
sabr edemezler.
Burak da ayaklarını kaldırıp, Cehennemin kenârına koyar. Muhammed
'sallallahü
teâlâ aleyhi ve sellem' hazretleri onların seslerini işitdiği vakt,
ağlarlar.
Sonra Muhammed aleyhisselâm Arşın kenârına erişir. Allahü tebâreke ve
teâlâ
hazretlerine secdeye varır. Ve şefâ'at eder. Allahü teâlâ ve tekaddes
onların
hakkındaki şefâ'atini kabûl eder. Resûlullah 'sallallahü teâlâ aleyhi
ve
sellem' hazretlerinin şefâ'ati ile Cehennemden kurtulurlar. O vakt,
kâfir
oldukları hâlde, ehl-i nâr temennî ederler; ne olaydı, müslimân olup,
Ümmet-i
Muhammedden olaydık. Allahü teâlâ hazretlerinin kavl-i şerîfi buna
işâretdir
ki, [Hicr sûresi 2.ci âyetinde; meâlen] (Kâfirlerden, müslimân olmağı
temennî
etmiyen çok az kimse vardır!) buyurulmuşdur.
9.Yine
(Ravda-tül-ülemâ) kitâbında, kırkdördüncü bâbda, musîbete sabr
beyânında;
Sâbit-el Benânî 'rahimehullah' hazretlerinden rivâyet edilmişdir. Bize
nakl edildi ki, Osmân bin Maz'ûn 'radıyallahü teâlâ anh' hazretlerinin
bir oğlu vefât etdi. Ondan dolayı üzüntüsü çok olup, mahzûn oldu.
Evinde
oturdu. Evinde bir mescid binâ etdi. Orada ibâdet ederdi. Resûlullah
'sallallahü
teâlâ aleyhi ve sellem' hazretleri işitip, buyurdu ki,
-Onu benim yanıma getirin. Onu Cennet
ile müjdeleyin!
Sonra onu, Resûlullahın 'sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem' yanına
götürdüler. Resûlullah 'sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem' ona
buyurdular
ki;
- Bil, yâ Osmân ki, muhakkak Cehennemin yedi kapısı vardır. Ve Cennetin
sekiz kapısı vardır. Cennet kapılarından her birine gitdiğinde, oğlunu
orada görüp, Allahü teâlâdan sana şefâ'at eder hâlde olduğunu görmeğe
râzı
olmaz mısın!
Osmân bin Maz'ûn 'radıyallahü teâlâ anh',
- Yâ Resûlallah; râzı oldum, dedi.
Süâl edildi ki, yâ Resûlallah!
- Bizim oğullarımız da böyle olur mu?
Buyurdular ki,
- Evet olur, kıyâmete kadar ümmetimden sabr eden ve sevâb istiyen
herkese
de böyledir!
10.Yine
(Ravda-tül-ülemâ) kitâbının Cum'a faslı bâbında nakl edilmişdir.
Bize imâm-ı Nasr-ül Harbî üstâdı Amr bin Şu'aybdan, o babasından, o
da dedesinden 'radıyallahü teâlâ anh' haber verdi. Resûlullah
'sallallahü
teâlâ aleyhi ve sellem' hazretleri buyurdular:
- Bir âlem vardır ki, beydâ ve melsâdır [beyâz ve düzdür]. Gümüş
gibidir.
Bu dünyânın yedi büyüklüğünde ve melekler ile doludur. O şeklde ki bir
iğne atsan yere düşmez. Belki meleklerin üzerine düşer. Onlardan her
bir
melek, elinde bir alem [bayrak] vardır ki, üzerinde (Lâ ilâhe illallah
Muhammedün Resûlullah) yazılmışdır. Her bir Cum'a gecesi toplanırlar. O
âlemin etrâfında Allahü tebâreke ve teâlâyı tedarru' ederler. Ümmet-i
Muhammedin
selâmeti üzerine düâ ederler. Sabâh oluncaya kadar derler ki, yâ Rabbî!
Ümmet-i Muhammede acı! Onlara azâb etme! Çünki, sabâh olup, kıyâmetden
emîn olurlar. (Yâ Rabbî! Gusl edenleri, Cum'aya hâzırlananları afv
eyle,
istediklerini bağışla!) diye düâ ederler. Rivâyet eden der ki,
alemlerin
[bayraklarının] uzunluğu kırk fersâh olur. Düâ etdiklerinde, ağlıyarak
seslerini yükseltirler. Rabbil'âlemîn onlara ne istersiniz diye
buyurur.
Derler ki, ümmet-i Muhammedi afv etmeni isteriz. Allahü teâlâ ve
tekaddes,
(onları afv etdim) buyurur.
11.Yine
(Ravda-tül-ülemâ) kitâbı altmışdördüncü bâbında, Leyletül-Kadrin
fazîleti açıklanırken nakl edilmişdir.
Denildi ki, Allahü teâlâ ve tekaddes ve azze şânühü; ümmet-i Muhammede
Ramezânda beş şey verir ki, onlardan başka kimseye vermemişdir.
1' Ramezânın ilk gecesi olduğu zemân, onlara [bu ümmete] rahmet nazarı
ile nazar eder. Her kime ki, Allahü Sübhânehü ve teâlâ rahmet nazarı
ile
bakar, ona azâb etmez.
2' Allahü teâlâ meleklere buyurur. Bu ayda ibâdetleri bırakın. Ümmet-i
Muhammede istigfâr edin.
3' Allahü teâlâ şânühü Cennet meleklerinin reîsi (Rıdvân)a buyurur.
Cenneti süsle ve kapılarını aç. Ümmet-i Muhammedden bir kimse bu ayda
ölürse,
cesedi gelinceye kadar, rûhu Cennete dâhil olsun.
4' Allahü teâlâ hazretleri, Cehennem meleklerinin reîsi (Mâlik)e,
Cehennemin
kapılarını bağlaması için emr eder. Eğer, bu ümmetden isyân edenlerden
birisi ölür ise, Ramezân ayı geçene kadar, Cehennemde azâb olunmasın.
5' Allahü teâlâ, onlara Kadr gecesini verir. Hattâ eğer bir kimse,
o gecede Allahü teâlâ hazretlerine ibâdet etse, günâhlarını afv eder. O
gecede Cehennemden âzâd olur. O gecede bütün Ramezân ayı müddetince
âzâd
olanlar kadar mü'min âzâd olur.
12.(Mesâbîh)
kitâbında, Îsâ aleyhisselâmın nüzûlü [gökden inmesi] bâbında,
sahîh hadîs olarak bildirilmişdir.
Resûlullah 'sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem' hazretleri buyurdular
ki,
- Îsâ bin Meryem 'aleyhisselâm' gökden iner. Mü'minlerin emîri,
hazret-i
Îsâya gel bize imâm ol, der.
Hazret-i Îsâ buyurur,
- Sizin ba'zınız ba'zınız üzerine emîrsiniz.
Denildi ki,
- Yâ Resûlallah, niçin o zemânda Allahü teâlâ müslimânlar üzerine emîri
kendilerinden yapar.
Buyurdular ki,
- Bu ümmetin emîrlerini kendilerinden kılmak, bu ümmete ikrâmdır ve
şânlarının büyüklüğündendir.
13. Yine
(Mesâbîh)de (Haşr) bâbında, sahîh hadîs olarak bildirilmişdir.
Ebû Sâ'id-i Hudrî 'radıyallahü teâlâ anh' hazretlerinden rivâyet
olunmuşdur.
Resûlullah 'sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem' hazretleri buyurdular
ki:
(Allahü teâlâ hazretleri [Âdem aleyhisselâma] buyurur:
Yâ Âdem!
Âdem aleyhisselâm der ki,
Lebbeyk, [buyur yâ Rabbî!] Hayr Senin elindedir.
Allahü teâlâ buyurur:
Nâra [Cehenneme] müstehak olanı gönder.
Âdem der ki,
Nâra müstehak nedir [ne kadardır].
Allahü Sübhânehü ve teâlâ hazretleri buyurur:
Her binde dokuzyüzdoksandokuzu. O zemân çocuk yaşlı olur. Hâmile
kadının
çocuğu dünyâya gelir. İnsanlar, serhoş olmadıkları hâlde serhoş gibi
görünürler.
Allahü teâlânın azâbı çok şiddetlidir.
- Yâ Resûlallah! Hangimiz o binde birden oluruz, diye sorduk.
Buyurdu:
(Bana müjdelediler. Sizden bir, Ye'cûc ve Me'cûcden bin olacakdır.)
Sonra buyurdu:
(Nefsim kudretinde olan Allahü teâlâya yemîn ederim ki, Cennet ehlinin
dörtde biri siz olursunuz!)
Biz tekbîr getirdik. Sonra buyurdu:
(Siz Cennet ehlinin üçde biri olursunuz!) Biz yine tekbîr getirdik.
Sonra buyurdu:
(Siz Cennet ehlinin yarısı olursunuz!) Biz yine tekbîr getirdik.
(Müslim) hadîs kitâbını şerh eden 'rahimehullah' demiş ki, bir
rivâyetde,
bir âhır hadîsde buyurdular ki: (Siz Cennet ehlinin üçde ikisi
olursunuz.
Cennet ehli yüzyirmi saf olacak. Seksen safı ümmetimden olacakdır.)
(Müslim)i şerh eden diyor ki, çocuğun ihtiyârlaması, hâmile kadının çocuk doğurması, bu ahvâl dünyâdan çıkmadan öncedir. Çocuğun yaşlanması, hâmile kadının çocuk doğurması, zâhiri üzerine olur. Denildi ki, belki bu ahvâl kıyâmetde olur. Ma'nâsı o demek olur ki, onların üzerine dehşetli ve şiddetli bir mertebe erişir ki, eğer hâmile tasavvur olunsa, muhakkak doğurur. Denilir ki, hâmile olarak ölen kadın, hâmile olduğu hâlde haşr olunur. Böyle olduğu takdîrde, o hâlde çocuğunu doğurur.
Nihâyet
sonra buyurdular ki:
(Müjdeler olsun size ki, şübhesiz sizden bir şahs ehl-i Cennet, Ye'cûc
ve Me'cûcden bin şahs ehl-i nâr olur!)
Sonra buyurdular ki:
(O Allahü teâlâ hakkı için ki, benim nefsim yed-indedir. Ben ricâ
ederim
ki, [Cennetlik olan bir kişi] siz olursunuz!)
(Müslim şerhi)nde beyân olunmuş ki, hadîs-i şerîfde (Siz) hitâbları, bütün ümmetdir. Birincide, ehl-i Cennetin dörtde biri siz olursunuz, buyurdu. İkincide buyurdu, üçde bir olursunuz. Üçüncüde buyurdu, yarısı olursunuz. (Müslim şerhi)nde buyurdu: (İnsanlar arasında siz) hitâbı, müslimânlaradır. İnsanlardan murâd kâfirlerdir. Ba'zı rivâyetlerde, entüm (siz) yerine el-müslimûn tasrîh etmişdir (müslimânlar buyurmuşdur). Ve finnâs (insanlar) yerine fil küffâr tasrîh etmişdir (kâfirler buyurmuşdur). Selmâsî 'rahimehullah' beyân etmiş ki, (Sizin bütün insanlara nisbetle, azlık bakımından durumunuz, beyâz bir öküzün üzerinde bulunan bir siyâh kıl gibidir. Bu derece az olmanıza rağmen ehl-i Cennetin yarısı olursunuz.)
14. Yine
(Mesâbîh) kitâbında, Havz ve şefâ'at bâbında, sahîh hadîs olarak
nakl olunmuşdur.
Resûlullah 'sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem' hazretleri buyurdular
ki:
(Muhakkak, benim havzımın iki ucunun arası Île ile Aden arasındaki
mesâfeden uzakdır. Île bir beldedir ki bahr-i ahmer [Kızıldeniz]in Şâm
tarafındadır. Oradan Adene birbuçuk aylık mikdârı yol olur. Muhakkak
onun
bardaklarının sayısı yıldızlardan çokdur. Bir kimse kendi havzına
başkalarının
develerinin girmesine nasıl mâni' olursa, ben de ümmetimden başkalarını
havzımdan men' ederim.)
Dediler,
-Yâ Resûlallah, Siz bizi bilir misin?
Buyurdular ki, (Evet sizi bilirim. Sizin için bir alâmet olur ki, başka
ümmetlerde olmaz. Siz, yüzleriniz, elleriniz ve ayaklarınız, abdestin
eserinden
ak [nûrlu] olduğunuz hâlde gelirsiniz.)
15. Yine
(Mesâbîh)de, aynı bâbın sahîh hadîslerinde, Enes 'radıyallahü
teâlâ anh' hazretlerinden nakl olunmuşdur.
Resûlullah 'sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem' buyurdular ki:
Ne zemân ki kıyâmet günü olur. İnsanlar arasat meydânında toplanır.
Ba'zısı ba'zısından yana dalga vurur, birbirine karışırlar. Sonra Âdem
aleyhisselâma gelirler ve derler ki,
- Rabbinden şefâ'at eyle.
Hazret-i Âdem der ki,
- Ben şefâ'ate ehl değilim. Lâkin, İbrâhîm aleyhisselâma gidin ki,
muhakkak o Halîl-ül rahmândır.
Sonra İbrâhîm aleyhisselâma gelirler. O da der ki,
- Ben şefâ'ate ehl değilim. Mûsâ aleyhisselâma gidin. Muhakkak o
kelîmullahdır.
Sonra Mûsâ aleyhisselâma gelirler. O da der ki,
- Ben şefâ'ate ehl değilim. Lâkin Îsâ aleyhisselâma gidin ki, muhakkak
o, rûhullahdır ve kelîmetullahdır.
Sonra Îsâ aleyhisselâma gelirler. O da der ki,
- Ben şefâ'ate ehl değilim. Lâkin, Muhammed Mustafâ 'sallallahü teâlâ
aleyhi ve sellem' hazretlerine gidin.
Sonra bana gelirler. Ben derim. Ben şefâ'ate ehilim. Sonra şefâ'at
üzerine izn taleb ederim. Bana izn verilir. Rabbimin bana ilhâm etdiği
hamdler ile hamd ederim. Bu ânda o hamdler hıfzımda değildir. Sonra,
Allahü
tebâreke ve teâlâ hazretlerine o hamdler ile hamdler ederim. Sonra,
secde
ederim. Rabbime secde etdiğim hâlde bana buyurur:
"Yâ Muhammed! Kaldır başını, söyle işitilir, süâl eyle cevâb verilir.
Şefâ'at eyle, şefâ'atin kabûl olunur."
Sonra ben derim ki,
-Yâ Rabbî! (Ümmetî, ümmetî). Rahmet et ümmetime. Ve tafdîl et onların
üzerine kerâmetle. Tekrâr buyurmaları, te'kîdden dolayı veyâ nidâ
içindir.
Böylece ümmeti kendine yakın olsunlar. Ateş onlara yakın olmasın. Zîrâ
nûr-i şerîfleri ateşi söndürür. Sonra bana denilir,
(Git ve çıkar ateşden o kimseyi ki, kalbinde zerre mikdârı veyâ hardal
dânesi kadar îmânı olsun!)
Müslim)
hadîs kitâbını şerh eden beyân etmişdir ki, îmândan murâd, a'mâl-ı
zâidedir [işlerin, amelin fazlalığıdır]. Zerre mikdârı îmânda, nefsin
tasdîki
üzerine, fazladan zâhir veyâ bâtın ameli bulunur. Zîrâ, sâdece îmânı
olup,
amelden bir fazlalığı olmıyanlara şefâ'at izni olmaz. Yanında amelden
hiçbirşeyi
olmayıp [ya'nî hiç amel yapmayıp], sâdece îmânı olan kimsenin işi,
Allahü
tebâreke ve teâlânın rahmetine kalmışdır. Resûlullah 'sallallahü teâlâ
aleyhi ve sellem' buyurdular ki: Ben de giderim. Her kimin kalbinde
arpa
mikdârı îmânı var ise, nârdan [Cehennemden] çıkarırım. Sonra avdet
ederim.
O hamdler ile hamd ederim ve secde eylerim. Bana denilir ki, yâ
Muhammed,
başını kaldır! Söyle işitilir. Süâl et, cevâb verilir. Şefâ'at et,
şefâ'atin
kabûl olunur. Ben derim: Yâ Rabbî! Ümmetime rahmet et. Denilir ki, git,
kalbinde bir zerre veyâ bir hardal dânesi mikdârı îmânı olan kimseyi
nârdan
çıkar. Zerre, ufacık sarı karıncaya derler. Veyâ bacadan giren güneş
ışığında
görülen tozların bir dânesine zerre derler. Resûlullah 'sallallahü
teâlâ
aleyhi ve sellem' buyurdular ki: Ben de giderim. Kalbinde zerre mikdârı
îmânı olanı çıkarırım. Yine gelirim, secdeye varıp, niyâz ederim. Bana
denilir, git, her kimin kalbinde, pek cüz'î, pek cüz'î, pek cüz'î
hardal
dânesi mikdârı îmânı olursa, nârdan çıkar. Pek cüz'înin tekrârı
mübâlaga
içindir. Sonra varırım, nârdan çıkarırım. Sonra dönerim. Dördüncü kerre
ben derim ki: Yâ Rabbî, Lâ ilâhe illallah, diyen kimselere şefâ'at
etmem
için bana izn ver!
Selmâsî 'rahimehullah' demişdir ki, ben ricâ ederim, bunlardan murâd
o kimselerdir ki, ömrlerinde bir amel işlememişlerdir ki, onunla
rahmete
kavuşsun ve nârdan [Cehennemden] kurtulmağa müstehak olsun. Dünyâda bu
kelime-i tayyibeyi demişdir. Sonra bu kimsenin şefâ'ate ihtiyâcı da
çokdur.
Allahü teâlâ ve tekaddes hazretleri buyurur: Onları nârdan çıkarmak
senin
üzerine değil, velâkin, izzetim ve celâlim ve kibriyâm hakkı için,
elbette
o kimseyi, Lâ ilâhe illallah, dediği için ben çıkarırım.
Halhâlî 'rahimehullah' buyurmuşlar ki, Allahü tebâreke ve teâlâ
hazretlerinin
(Leyse zâlike) kavl-i şerîfinin iki ma'nâsı olabilir. Birisi; Lâ ilâhe
illallah diyen kimseyi, nârdan çıkarmak için sana şefâ'at etmeğe izn
verilmiş
ise de, bu iş sana bırakılmamışdır. İkinci ma'nâsı odur ki, onlar
hakkında
sana şefâ'at izni yokdur. Ancak ben onları fadl ve keremimle afv
ederim.
Bu ma'nâya göre; hayrlı amel işlemiyen kimsenin nârdan [Cehennemden]
çıkarılması
şefâ'at ile mümkin olmayıp, onun işi Allahü teâlânın lutf ve keremine
kalmışdır.
16. Yine
(Mesâbîh)de, Seyyid-il Mürselîn 'sallallahü teâlâ aleyhi ve
sellem' hazretlerinin fazîletleri bâbında, sahîh hadîs-i şerîf olarak
rivâyet
olunmuşdur.
Resûlullah 'sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem' buyurdular ki:
(Allahü teâlâ hazretleri arzı [yeryüzünü] benim için cem' etdi
[küçültdü].
Ben yeryüzünün [arzın] doğusunu batısını gördüm. Muhakkak benim
ümmetimin
mülkü arzdan [yeryüzünden] bana gösterilen yere kadar yayılacakdır.
Bana
kırmızı ve beyâz olmak üzere iki hazîne verildi.)
Türpüştî 'rahimehullah' demişdir ki, bundan kasd edilen altın ile
gümüşdür.
Onun için ki, Kisrâ [Îrân] milletinin ve memleketinin nakd parasının
çoğu
altın, Kayser [Bizans] milletinin ve memleketinin nakd parasının çoğu
da
gümüşdür.
(Ben Rabbimden, ümmetimi umûmî kıtlık ile helâk etmemesini, eğer islâm
beldesinde kıtlık vâki' olursa, az bir yerde olsun; istedim. Ve
ırzlarına
dokunmamaları için, nefslerinden başka düşman musallat etmemesini,
istedim.
Rabbim bana buyurdu: Yâ Muhammed! Muhakkak ben bir hükm etsem, elbette
o red olunmaz. Ben sana, va'd verdim, ümmetin için ki, onları umûmî
kıtlık
ile helâk etmem. Onlar üzerine nefslerinden gayri, nefslerine
dokunmasınlar
diye düşman musallat etmem. Onlar birbiri arasında muhârebe ederlerse,
onların düşmanları, onların kendileridir. Ba'zısı ba'zısını helâk eder.
Ba'zısı ba'zısını esîr eder.)
Tayyibî 'rahimehullah' demişdir ki; bu ümmetin ayb kirleri ve günâh
pislikleri, yine bu ümmetin elleri ile temizlenir. Ba'zısı ba'zısını
temizler.
Zîrâ mü'minlerin ba'zıları ba'zılarının evliyâsıdır [yardımcısıdır].
Eğer
mü'min mü'mine bir şeyde yardımcı olsa, o sûretle yardımcıdır. Eğer
mü'min
mü'mine eziyyet etse, o sûretle yardımcıdır. Zîrâ o şey mü'mine
erişdikde,
ya'nî mü'min eziyyet gördükde, günâhlarına keffâretdir. Resûlullah
'sallallahü
teâlâ aleyhi ve sellem' hazretleri bunun için, ümmeti arasındaki
anlaşmazlıklarda
düâ için men' olundular.
17. Yine
(Mesâbîh) kitâbının sahîh hadîslerinde, yukarıdaki hadîs-i
şerîfin akabinde, Sa'd 'radıyallahü teâlâ anh' hazretlerinden nakl
edilmişdir.
Resûlullah 'sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem' hazretleri Medîne-i
münevverede Benû Mu'âviye mescidine teşrîf buyurdular. O mescidde iki
rek'at
nemâz kıldı. Biz de berâber kıldık. Uzun bir düâ etdi. Sonra döndü ve
buyurdu
ki: (Rabbimden üç şey istedim. İkisini bana verdi. Birisinden beni men'
etdi. Ümmetimi umûmî kıtlık ile helâk etmemesini istedim. Suda
boğulmakla
helâk etmemesini istedim. Bunları bana verdi.) (Mefâtih) sâhibi
'rahimehullah'
beyân etmiş ki, suda boğulmakdan murâd, umûmî boğulmadır. Ya'nî
Rabbimden
ümmetimin hepsini, suda, fir'avnın kavmini denizde, Nûh aleyhisselâmın
kavmini tûfanda boğması gibi, boğmaması istedim; demekdir. (Ümmetimin
arasında
harblerin olmamasını istedim. Beni men' etdi) buyurdu.
18. Yine
(Mesâbîh) kitâbında aynı bâbda hasen hadîs olarak bildiriliyor.
Habbâb bin Eret 'radıyallahü teâlâ anh' hazretlerinden rivâyet
olunmuşdur.
Resûlullah 'sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem' hazretleri nemâz kıldı
ve nemâzı uzatdı. [Ya'nî uzun okuyarak kıldı.] Dediler; yâ Resûlallah!
Bir nemâz kıldın ki, böyle uzun nemâz kılmamış idin. Buyurdular ki:
(Evet,
bu nemâz rağbet ve heybet nemâzıdır!) (Mefâtih) kitâbının sâhibi beyân
etmişdir: Bir nemâzdır ki, onda Allahü tebâreke ve teâlâ hazretlerine
rağbet
vardır. Ya'nî Allahü teâlâ hazretlerinden korku vardır. Ya'nî hudû' ve
huşû' vardır. Bu ümmete şunu öğretmekdedir ki, onlara bir yaramazlık
[musîbet]
ulaşsa, Allahü teâlâ hazretlerinden korkarak ve ona sığınarak, nemâz
kılsınlar.
Böylece, o zarar, Allahü teâlâ hazretlerinin fadlı ve rahmeti ile ondan
gitsin. Lutf ve keremiyle maksadları hâsıl olur. (Ben Allahü teâlâ
hazretlerinden,
ümmetim için üç şey istedim. İkisini bana verdi. Kendilerinden başka
düşman
musallat etmemesini, umûmî kıtlık ile helâk etmemesini istedim; bana
verdi.
Ba'zısının ba'zısına zarar vermemesini ve katl etmemesini istedim. Bunu
benden men' etdi.)
19. Yine
(Mesâbîh)de hasen olarak nakl olunan hadîs-i şerîfin akabinde,
Ebû Mâlik-el Eş'arî 'radıyallahü anh' hazretlerinden nakl edilmişdir.
Resûlullah 'sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem' hazretleri buyurdular:
(Muhakkak Allahü teâlâ azze ve celle sizi üç hasletden afv etdi.)
(Mefâtih)
sâhibi 'rahimehullahü teâlâ' demişdir ki, (Hadîs-i şerîfde geçen hılâl
kelimesi, haslet ma'nâsına gelen, 'Halk' kelimesinin çoğuludur. Ya'nî
Allahü
teâlâ azze ve celle, ikrâm ederek, sizi üç zarardan korudu.
Peygamberiniz
sizin üzerinize beddüâ etmez. Yoksa, cümleniz helâk olursunuz. Ehl-i
bâtıl
ehl-i Hak üzerine gâlib olmaz. Türpüştî 'rahimehullah' demişdir ki,
buradan
ehl-i hakkın temâmen ortadan silinmiyeceği, hiç olmazsa bir cemâ'atin
dâimâ
bulunacağı anlaşılır. Çünki, Allahü teâlâ, Resûlüne bu dîni kıyâmete
kadar
koruyacağına söz vermişdir [kefîl olmuşdur]. Üçüncüsü, dalâlet üzerine
birleşmenizden korudu.)
20. Yine o
hadîs-i şerîfin akabinde, Avf bin Mâlik 'radıyallahü teâlâ
anh' hazretlerinden rivâyet edilmişdir.
Resûlullah 'sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem' hazretleri buyurdular
ki:
(Allahü tebâreke ve teâlâ hazretleri, bu ümmet üzerine, biri
kendilerinden,
biri de düşmanlarından olmak üzere iki kılıcı cem' etmez!)
(Mefâtih) sâhibi demişdir:
Ya'nî hem müslimânlar ve hem de kâfirler ile bu ümmet aynı ânda
muhârebe
etmez. Müslimânlar yâ kendi aralarında veyâ kâfirler ile harb eder.
21.Yine
(Mesâbîh) kitâbında, o bâbın haseninde, Amr bin Kays 'radıyallahü
anh' hazretlerinden rivâyet edilmişdir.
Resûlullah 'sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem' buyurdular ki:
(Biz dünyâya gelmekde âhirleriz [sondayız]. Kıyâmet gününde, Cennete
girmekde ve sâir fazîletlerde sâbıklarız [öndeyiz]. Söyliyeceğim sözler
ile öğünmüyorum. İbrâhîm Halîlullah, Mûsâ Kelîmullahdır ve ben
Habîbullahım.
Kıyâmet günü livâ-i hamd benim elimdedir. Allahü tebâreke ve teâlâ
hazretleri
bana va'd etdi ümmetimin şânında ve onları üç şeyden halâs etdi. Umûmî
kıtlıkdan, düşmanın temâmen helâk etmesinden, dalâlet üzerine
birleşmelerinden
korudu.)
22. Yine
(Mesâbîh)de o bâbın haseninde, Ka'b-ül Ahbâr 'radıyallahü teâlâ
anh' hazretlerinden rivâyet edilmişdir. Tevrâtdan hikâye eder. Buyurdu
ki, Tevrâtda yazılmış bulduk: Muhammed 'sallallahü teâlâ aleyhi ve
sellem',
Allahü teâlânın Resûlüdür. Benim seçilmiş kulumdur. Cefâ edici, hakkı
kötüleyici
değildir. Kaba değildir. Kelbiden menkûldür: Sözde ve kalb fi'linde
kaba
değildir. Sokaklarda bağırıcı değildir. Kötülüğe kötülükle karşılık
verici
değildir. Fekat afv edicidir. Merhametlidir. Doğum yeri Mekkedir.
Hicret
yeri Tayyibe [Medîne]dir. Mülkü Şâmdır.
Halhâlî 'rahimehullahü teâlâ' demişdir ki, mülkden murâd nübüvvet ve
dindir. Ya'nî dîni bütün beldelere yayılır. Şâm ehli Resûlullaha önce
tâbi'
olmakda ve kâfirlere gâlib olmakda öncedir. Kâfirler onun üzerine gâlib
olmakdan emîn olmadı. Ümmeti çok hamd edicidirler. Allahü teâlâ
hazretlerine
gizli âşikâr her yerde hamd ederler. Yüksek yerlerde tekbîr getirirler.
Allahü teâlâ hazretlerinin azamet ve kudretinde hayretde kalırlar.
Şemse
[güneşe] râidirler. [Râi: koruyan, çoban demekdir.] (Mefâtih) kitâbının
sâhibi demişdir ki; ru'ât, râinin cemi'dir. Güneşi gözetliyenlerden
murâd,
o kimselerdir ki, nemâz vaktlerini hıfz ederler. Şemsin [güneşin]
doğuşu
ile ve batışı ve seyrine [hareketine] bakarak, nemâz vaktini bilirler.
Nemâzları vaktinde kılarlar. Bedenlerinde; diz ile topuk arasındaki
kısma
kadar izâr bağlarlar. Bedenlerinin etrâfını, yüzlerini ve kulaklarını,
başlarını ve ayaklarını yıkayarak abdest alırlar. Müezzinleri, yüksek
yerlerde
ezân okur. Muhârebedeki safları ile nemâzdaki safları aynıdır.
Tayyibî 'rahimehullah' demişdir: Teşbîh olundu. Cemâ'at ile nemâzda
olan saflar, nefs-i emmâre ile ve şeytân ile mücâhede sebebi ile
olduğundan,
din düşmanları ile muhârebe ve mücâhede saflarına benzer şeklinde
ta'bîr
buyurdular. Bu açıklamadan ötürü bunlardan her benziyen ve benzetilen
olabilir.
Belki salât safının zikrini sona almakla, benzetilen yapılması tercîh
edilmişdir.
Çünki, nemâz safındaki cihâd, (Cihâd-ı ekber)dir. Onların sesi, Tesbîh
ve tehlîl, kırâ'at-ı Kur'ân-ı azîm ve zikr okumakla bal arısının sesi
gibidir.
23. Sûre-i
Enbiyânın sonunda [105.ci âyet-i kerîmesinde meâlen], (Biz
Tevrâtdan sonra, Dâvüdün Zebûrunda yazdık ki, arz-ı Cennete benim sâlih
kullarım vâris olur!) buyurulmakdadır. Bu âyet-i kerîmenin tefsîrinde
Muhyissünne
İmâm-ı Begavî 'rahimehullah' hazretleri (Me'âlimüt-tenzîl) kitâbında
buyurmuşdur:
Sa'îd bin Cübeyr 'radıyallahü teâlâ anh' ve Mücâhid 'rahimehullah'
buyurmuşlar
ki, Zebûr, gökden indirilen kitâblardandır. Zikr, ümm-ül kitâbdır;
Allahü
teâlâ hazretlerinin katındadır. (Bundan sonra onun zikri levh-i
mahfûzda
yazıldı) demekdir. Şübhesiz ki, yeryüzü sâlih kullara mîrâs bırakılır.
Mücâhid dedi ki, ümmet-i Muhammed vârisdirler. Delîli, Allahü teâlâ
kavl-i
şerîfinde: [Zümer sûresi 74.cü âyetinde meâlen] (Allahü teâlâya hamd
olsun
ki, bize va'dini yerine getirdi. Bizi arza [Cennete] vâris kıldı!)
buyurmuşdur.
İbni Abbâs 'radıyallahü anhümâ' buyurdu: Murâd odur ki, kâfirlerin
hâkim oldukları toprakları müslimânlar alır. Bu, Allahü teâlâ ve
tekaddes
hazretlerinin dîninin izhârı ile ve müslimânların i'zâzı ile
bildirilmiş
olur. Denildi ki, arzdan, arz-ı Mukaddeseyi irâde [kasd] etdi.
'Muhakkak
ki, bu Kur'ânda (Belâg) vardır. Buradaki (Belâg) maksûda kavuşmak
demekdir.
Ya'nî her kim ki, Kur'ân-ı azîme ittibâ' eder ve onunla amel eder,
umduğu
sevâba [karşılığa] kavuşur. Denildi ki, belâgan, ya'nî kifâye vardır ve
denilir ki, bu şeyde belâg ve belîge vardır, deriz. Ya'nî kifâye
vardır.
Kur'ân-ı azîm ise Cennet azığıdır. Misâfirin belâgı gibi. İbâdet
edenlerden
maksad ise, o mü'minler ki, Allahü teâlâya ibâdet edenlerdir. İbni
Abbâs 'radıyallahü teâlâ anhümâ' (âlimler) olarak açıkladı. Ka'b-ül
ahbâr ise,
ümmet-i Muhammedin, beş vakt nemâz kılanları ve oruc tutanlarıdır, diye
açıkladı.
24. Bir
fârisî risâleden terceme olunmuşdur:
Hazret-i Süleymân 'alâ nebiyyinâ aleyhissalâtü vesselâm' bir gün, deniz
kenârında oturmuşlar idi. Bir karıncanın geldiğini gördü. Ağzında bir
yeşil
yaprak tutardı. Deniz kenârına ulaşdı. Sudan bir kurbağa çıkdı. O
yaprağı
karıncadan alıp, denize döndü. Karınca geri döndü. Karıncadan sordular
ki,
- Bunun hikmeti nedir.
Karınca cevâb verdi ki,
-Bu deryânın ortasında, Allahü Sübhânehü ve teâlâ hazretleri bir taş
halk etmişdir. O taşın arasında [içinde] bir kurdcağız [böcek] halk
etmişdir.
Beni onun rızkına sebeb etmişdir. Ben her gün o nesneyi, ona yetecek
kadar
rızkı getiririm. Deniz kenârına ulaşdırırım. Allahü teâlâ
hazretlerinin,
kurbağa sûretinde yaratdığı bir meleği o rızkı benden alır, o
kurdcağıza
[böceğe] verir. O böcek, Allahü tebâreke ve teâlâ hazretlerinin kudreti
ile, fasîh dil ile söyler ki; Sübhânallah ki, beni halk etdi, deniz
ortasında
ve taş arasında bana mekân verdi. Benim rızkımı unutmadı. İlâhî,
ümmet-i
Muhammedi ümîdsiz etme!
25.
(Mesâbîh)de, Kitâb ve sünnete sıkı sarılmak bâbının hasen hadîsler
kısmında, Bilâl bin Hâris-el Müzenî 'radıyallahü teâlâ anh'
hazretlerinden
rivâyet edilmişdir.
Resûlullah 'sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem' hazretleri buyurdular
ki:
(Bir kimse, benim terk edilmiş veyâ unutulmuş sünnetlerimden bir
sünnetimi,
meselâ cemâ'at ile nemâz kılmak gibi, bayram nemâzı gibi, Kur'ân-ı
azîm-üş-şânı
kırâ'et etmek gibi ve ilm tahsîli gibi, ihyâ etse, kendi amel etmekle,
yâ ondan yana tergîb ile muhakkak o kimseye, onunla amel edenlerin ecri
kadar onların ecrlerinden bir şey noksan olmaksızın, ecr verilir. Bir
kimse,
bid'at, dalâlet ihdâs etse [çıkarsa] ki, Allahü tebâreke ve teâlâ ve
Resûlü
ona râzı olmaz.)
Bid'at iki
nev'dir. Biri hasenedir. İmâmların ihdâs etdikleri âdet-i
hasenedir. Meselâ minâre gibi. Birisi seyyiedir. İmâmların inkâr
etdikleri
bid'atlerdir. Kabr üzerine binâ etmek gibi. Bid'ati ihdâs eden kimsenin
üzerine, onunla amel edenlerin günâhları da yüklenir ve onların
günâhından
bir şeyi eksilmez.
26. Yine o
bâbın hasen hadîsler kısmında, Ebû Hüreyre 'radıyallahü teâlâ
anh' hazretlerinden rivâyet edilmişdir.
Resûlullah 'sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem' hazretleri buyurdular
ki:
(Siz öyle bir zemânda geldiniz ki, Allahü teâlânın emrlerinden onda
dokuzunu yapıp, birini yapmazsanız helâk olursunuz! Cehenneme
gidersiniz!
Bir zemân gelecek ki, o zemânın mü'minleri, emrlerin birini yapabilip,
dokuzunu bıraksalar, Cehennemden kurtulurlar! O zemânda îmânı olanlara
müjdeler olsun!)
Türpüştî 'rahimehullahü teâlâ' beyân etmiş ki, bu kavli sarf etmek, bütün emrler için câiz değildir. [Ya'nî emr olunanların hepsi için değildir.] Zîrâ muhakkak biz biliriz, dînin aslında bildirildiği gibi öyle emrler vardır ki, mü'minlerden hiçbir ferd onu terk edemez. Onu ihmâl etmek için özr makbûl olmaz. O farzlar kendisini ilgilendirir. Bunlardan mu'âf olamaz. Bu hadîs-i şerîf emr-i ma'rûf ve nehy-i münker içindir. Ya'nî, muhakkak siz bir zemândasınız ki, sizden biriniz, emr-i ma'rûf ve nehy-i münkerden emr olunanların onda birini terk etse helâk olur. Zîrâ muhakkak din kuvvetlenmiş, hak meydâna çıkmışdır. Dînin yardımcıları çokdur. Sizden biriniz ma'zûr olmaz. Gevşekliği özr olmaz. Fekat, fesâd zemânında, fitneler çoğaldığında Hak gizli olur. O zemân böyle değildir.
27. Yine
(Mesâbîh) kitâbının ilm bölümünde, hasen hadîslerden biri,
Ebû Hüreyre 'radıyallahü teâlâ anh' hazretlerinden rivâyet olunmuşdur.
İmâm-ı Begavî buyurmuş ki, bize erişmişdir.
Resûlullah 'sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem' hazretleri buyurdular
ki:
(Allahü teâlâ azze ve celle hazretleri, bu ümmet için, her yüz
senenin
başında bir müceddid gönderir. Bu dîni kuvvetlendirir!) Ya'nî ilm
azalsa,
mübtedî'ler gâlib olsa [bid'at sâhibleri çoğalsa], Allahü tebâreke ve
teâlâ
hazretleri rabbânî ilm sâhibi âlime tevfîk verir ki, insanlara dînî
ilmleri
ta'lîm eder ve beyân eder. Böylece, sünnet bid'atden ayrılır. Dînin
emrlerini
hakkı ile yapanlar çoğalır. Bu, Allahü teâlâ hazretlerinin bu ümmete
bir
lutfudur.
28. Yine
(Mesâbîh-i şerîf) kitâbının, Tahâret bölümünün, sahîh hadîsler
kısmında, Ebû Hüreyre 'radıyallahü teâlâ anh' hazretlerinden rivâyet
olunmuşdur.
Resûlullah 'sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem' hazretleri buyurdular
ki:
(Benim ümmetim, kıyâmet günü da'vet olunduklarında [çağrıldıklarında],
abdestin te'sîri ile, yüzleri, kol ve ayakları, beyâz ve nûrludur.
Beyâzlığını
çoğaltabilen çoğaltsın!) Şârih [Mesâbîhi şerh eden] 'rahimehullahü
teâlâ'
beyân etmişdir ki, da'vet olunurlar kavl-i şerîfinden murâd, ihtimâldir
ki, ismlendirilmiş olmakdır. Ya'nî benim ümmetime, ey yüz, kol ve
ayakları
beyâz olanlar, Cennete dâhil olunuz, denilir. Demek olur ki, benim
ümmetim,
yüz, kol ve ayakları beyâz oldukları hâlde, Cennetden yana çağrılırlar.
(Müslim) kitâbını şerh eden 'rahimehullahü teâlâ' demişdir ki,
ba'zıları
bu hadîs-i şerîf ile bunun üzerine istidlâl etmişdir ki, muhakkak
abdest
bu ümmetin hasâisindendir. Ba'zıları dediler ki, abdest bu ümmete
mahsûs
değildir. Abdest uzvlarının beyâz ve nûrlu olması bu ümmete mahsûsdur.
Resûlullah 'sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem' hazretleri, abdest
aldıkdan
sonra buyurmuşdur ki: (Bu benim ve benden evvel gelen Peygamberlerin
abdestidir!)
Bu hadîs-i şerîf za'îfdir. Sahîh olduğu takdîrde, Enbiyâ 'alâ nebiyyinâ
aleyhissalâtü vesselâm' hazretleri, kendileri abdest alıp, ümmetleri
abdest
almamış olma ihtimâli vardır, şeklinde cevâb verildi. Yine hadîs-i
şerîfin
akabinde, Ebû Hüreyre 'radıyallahü teâlâ anh' hazretlerinden rivâyet
olunmuşdur.
Resûlullah 'sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem' hazretleri buyurdular
ki:
(Mü'minin abdest suyu erişdiği yerine, hilye de erişir!) Ya'nî nûr,
abdest
alınan uzv üzerine ulaşır. Hilye; nûr, beyâzlık demekdir.
29. Yine
(Mesâbîh-i şerîf)de Savm [oruc] bölümünün, sahîh hadîsler kısmında,
nakl olunmuşdur.
Resûlullah 'sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem' hazretleri buyurdular
ki:
(Bizim orucumuz ile ehl-i kitâbın orucu arasındaki fark, sahûr
yemeğidir!)
(Müslim) kitâbını şerh eden 'rahimehullah' beyân etmişdir ki, bizim
savmımız
ile ehl-i kitâbın savmının arasındaki fark sahûr yemeğidir. Zîrâ onlar
sahûra kalkmazlar ve bizde sahûr müstehâbdır. (Ekletül seharî), sahûr
yimeğe
derler. (Gudve) ve (aşve), yinilen şey çok da olsa sabâh ve akşam
yemeğidir.
Hemzenin ötüresi ile ükleten okunursa, bir lokma anlamına gelir. (Ekle)
kelimesinin başındaki hemze fethalıdır. Ya'nî (Ekleten) diye okunur.
Bir
kerre yemek demekdir. Kâdî 'rahimehullah' bu hadîs-i şerîfdeki
(ekleten]
kelimesini; (ükleten) diye okumuş, böyle olduğunu söylemişdir. Doğru
olanı
fetha ile (ekleten) şeklinde okunmasıdır. Zîrâ, burada maksad odur.
(Mefâtih) sâhibi 'rahimehullah' beyân etmiş ki, yimek, içmek ve cimâ',
benî İsrâîl üzerine, orucları gecelerinde uyudukdan sonra harâm idi;
onlara
câiz değildi. Onlara akşam uyuyuncaya kadar câiz idi. İslâmiyyetin
başlangıcında
da böyle idi. Sonra Allahü teâlâ ve tekaddes hazretleri fecre kadar
yimek,
içmek ve cimâ'a izn verdi.
30. Yine
(Mesâbîh)in Kur'ân-ı kerîmin fazîletleri bölümünün hasen hadîsler
kısmında rivâyet edilmişdir.
Resûlullah 'sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem' hazretleri buyurdular
ki:
(Allahü teâlâ ve tekaddes hazretleri, arzı ve semâvatı yaratmazdan
bin sene evvel, Tâhâ ve Yasîn sûrelerini meleklere okudu. Ya'nî
ma'nâlarını
ilhâm etdi. Ne vakt ki melekler Kur'ân-ı azîm-üş-şânı işitdiler,
dediler,
ne güzel bir hayâtdır ki, Tûbâ ağacı o ümmet için olsun ki, bu Kur'ân-ı
azîm onların üzerine nâzil olur; bu Kur'ân-ı hakîmi yüklenen kalblere
ve
okuyan dillere müjdeler olsun!)
31.
(Mesâbîh)de aynı faslın hasen hadîsler kısmında, Übey bin Ka'b
'radıyallahü
teâlâ anh' hazretlerinden rivâyet olunmuşdur. Resûlullah 'sallallahü
teâlâ
aleyhi ve sellem' hazretleri buyurdular ki:
(Ben ümmî bir ümmet üzerine gönderildim!) (Mefâtih) kitâbının sâhibi
beyân etmiş [açıklamışdır]ki, ümmî lügatde mensûbdur. Arablarda okuma
ve
yazma bilmiyendir. Her kim ki, okumak ve yazmak bilmez, o kimselere
denir.
Ya'nî anadan doğduğu hâl üzere kalmışdır. Onlardan ba'zısı kadın,
ba'zısı
ihtiyâr erkek, ba'zısı çocukdur, ya'nî küçükdür. Ba'zı kişiler aslâ
okumamışdır.
(Mefâtih) kitâbının sahîbi demişdir. Eğer bir kırâ'at üzere okusam,
ümmet
okumağa kâdir olmazlar. Zîrâ insanlardan birkaç kimsenin dili bir
tarafa
mâildir. Anlatmağa kâdir olmaz. O kimsenin dili idgâma mâildir. O kimse
ki, dili, izhâra mâildir. Bunların gayri gibi.
Cebrâîl aleyhisselâm buyurdu: Yâ Muhammed! Muhakkak Kur'ân-ı kerîm
yedi harf üzerine nâzil oldu. Bir rivâyetde buyurdu, bu harflerden
herbiri
şifâ vericidir. Ya'nî bunlardan her biri kırâ'at eden kârîlerin sadr
[göğüs]larına,
illetlerine, hastalıklarına şifâ verir. Murâdları hâsıl olur. [Hadîs-i
şerîfde buyuruldu: (Önce inen kitâblar, bir harf, ya'nî kelime idi ve
birşeyi
bildirirlerdi. Kur'ân-ı kerîm yedi harf üzerine nâzil oldu. Yedi şey
bildirmekdedir.
Zecr (yasak), Emr, Halâl, Harâm, Muhkem (açık bildirilenler), müteşâbîh
(açıkca anlaşılamıyan) ve misâller. Bunlardan, halâli halâl biliniz!
Harâmı
harâm biliniz! Emr edilenleri yapınız! Yasak edilenlerden sakınınız!
Misâl
ve hikâye olanlardan ibret alınız! Muhkem olanlara uyunuz. Müteşâbîh
olanlara
inanınız. Bunlara inandık. Hepsini Rabbimiz bildirmişdir, deyiniz!)
[(Kıyâmet
ve Âhıret) kitâbı 184.cü sahîfeye bakınız!]
(Mefâtih) kitâbının sâhibi bu vechle beyân etmişdir. Ba'zı şârihler
demişlerdir ki, (Kâfiye kelimesi, ecrde) Resûlullah 'sallallahü teâlâ
aleyhi
ve sellem' hazretlerinin sıdkına hüccet olmakda mu'cize olduğu içindir.
32. Yine
(Mesâbîh)de, De'avât [düâlar] bölümünün, sahîh hadîsler sonunda,
Ebû Hüreyre 'radıyallahü teâlâ anh' hazretlerinden rivâyet olunmuşdur.
Resûlullah 'sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem' hazretleri buyurdular
ki:
(Her nebî için bir da'vet-i müstecâbe vardır. [Her Peygamberin bir
düâsı kabûl olundu.] Her Peygamber düâsının kabûl olunması için acele
etdi.
Peygamberler 'alâ nebiyyinâ ve aleyhissalâtü vesselâm', Allahü tebâreke
ve teâlâya, ümmetleri üzerine denizde boğulmaları, suda gark olmaları,
zelzele, sayha, taş atılması, kötü şekle girmek ve yere batması gibi;
felâketleri
için düâ etdiler. Ben düâmı; ümmetim üzerine şefâ'at etmek için
sakladım.
Allahü teâlâya şirk koşmadan ölmüş olan kimseye, benim şefâ'atimi
Allahü
teâlâ kabûl eder.)
(Müslim) hadîs kitâbını şerh eden demişdir ki, inşâallah buyurdukları,
temennî ve teberrük içindir. Allahü Sübhânehü ve teâlâ hazretlerinin şu
emr-i şerîfine imtisâlen buyurdu: (Yârın ben şu işi yaparım demeyin,
inşâallah
yaparım deyin.) [Kehf 23 veyâ 24. âyet-i kerîme meâlî.] Ba'zı şârihler
buyurmuşlar ki, bu hadîs-i şerîfde, mü'minlerin âsîlerinin Cehennemde
sonsuz
kalmıyacaklarına delîl vardır. Zîrâ, şefâ'at hastalığa ilâc gibidir.
İlâc,
rûh sâhibi olan diri kimseye şifâ verir. Îmân rûh gibidir. Günâh
hastalık
gibidir. Şirk, Allahü teâlâ muhâfaza etsin, rûhsuz meyyit gibidir.
Mâdem
rûh vardır. İlâc fâide verir. Rûh çıkdıkdan sonra ilâc da fâidesiz
kalır.
33. Yine
(Mesâbîh)de; Tesbîh, tahmîd, tehlîlin sevâbı bâbında bildirilen
hasen hadîs-i şerîflerde;
Resûlullah 'sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem' hazretleri buyurdular
ki:
(Mi'râc gecesi, İbrâhîm aleyhisselâm ile karşılaşdım. Bana dedi, yâ
Muhammed! Benden, ümmetine selâm söyle! Onlara haber ver ki, muhakkak
Cennetin
toprağı tayyibdir. Suyu tatlıdır. Zemîni düz ve ağaçsız olduğundan,
oraya
dikilen fidanın, Sübhânallahi velhamdülillâhi ve lâ ilâhe illallahü
vallahü
ekber olduğunu haber ver.) Türpüştî 'rahimehullahü teâlâ' demiş ki,
fidan
tayyib (temiz) toprakda yetişir. Tatlı su ile gelişir. Ekinin iyisi düz
ve ağaçsız arazîde olur. Bu kelimeleri söyliyen Cennete vârîs olur,
buyurulmuşdur.
Cennetde ağaç dikmek için uğraşmak boşa gitmez. Zîrâ oradaki ekinin
telef
olması, çabuk çürümesi yokdur.
34. Yine
(Mesâbîh)de, Hesâb, kısâs ve Mîzân bâbında, hasen hadîs olarak
bildiriliyor. Ebû Emâme 'radıyallahü teâlâ anh' hazretlerinden rivâyet
olunmuşdur.
Resûlullah 'sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem' hazretlerinden işitdim.
Buyurdular ki:
(Rabbim bana ümmetimden yetmiş bin kimseyi, hesâb ve azâb olunmadan
Cennete dâhil etmeği va'd etdi. Bunlardan her bin ile yetmiş bin kişi
dahî
ve Rabbimin avuçları ile üç avuç mikdârı kimseler Cennete girer!)
(Müslim)
kitâbını şerh eden demişdir ki, (avuç, avuç) kavl-i şerîfinden murâd,
ümmetin
Cennete çok gireceğinden, mübâlagadır. Yoksa avuç ve ölçü Allahü teâlâ
için yokdur. Allahü teâlâ mahlûklara âid şeylerden münezzehdir,
uzakdır.
Buradaki mübâlagadan maksad, hadsiz ve hudûdsuzdur. Bu ümmetden hesâb
ve
azâb görmeden Cennete girenlerin çok olduğu bildirilmekdedir. Fekat bu,
Allahü teâlânın rahmet deryâsının genişliğine nisbeten bir avuç buğday
menzilesindedir.
35. Yine (Mesâbîh)de, o hadîs-i şerîf yazıldıkdan sonra, bir hadîs-i şerîf rivâyet olunmuşdur. Resûlullah 'sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem' buyurdular ki: (Muhakkak ki, Allahü teâlâ kıyâmet günü insanlar arasından ümmetimden birini seçer. Onun için, herbirinin uzunluğu gözün görebildiği yere kadar olan doksan dokuz amel defteri neşr eder [ortaya çıkarır, açar].) (Eserîden nakl edilmişdir ki, bu her amel defterinin genişliği ve uzunluğu, insanın gözünün görebildiği yere kadardır.) Sonra, Allahü teâlâ o kimseye, [bu amel defterinde] yazılı olanlardan bir şeyi inkâr edebilir misin. Sana benim Hafazâ meleklerim zulm etdiler mi, diye sorar. O kimse der ki; hâyır yâ Rabbî! Sonra Allahü teâlâ hazretleri buyurur ki; senin için bir özr var mıdır. O kul; hâyır yâ Rabbî, der. Allahü teâlâ ve tekaddes hazretleri buyurur ki; Evet muhakkak ki, bizim indimizde senin için bir hasene vardır. Bugün aslâ sana zulm edilmez. Sonra Allahü teâlâ, üzerinde 'Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve Resûlüh' yazılı olan bir kâğıd çıkarır. O kimseye; terâzîni hâzırla buyurur. O kul, yâ Rabbî, bu amel defterlerinin yanında bu kâğıdın ağırlığı ne olur ki, der. Allahü teâlâ buyurur ki, bugün sana aslâ zulm olunmaz.) Resûlullah 'sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem' hazretleri sözlerine devâmla buyurdular ki; (Sonra amel defterleri bir kefeye, o kâğıd bir kefeye konur. Amel defteri hafîf, o kâğıd ağır gelir.) Allahü teâlânın tevhîdini bildiren kelime-i tevhîd karşısında ma'siyyetden hiçbir şey ağır gelemez. Bilâkis kelime-i tevhîd bütün ma'siyyetler karşısında ağır gelir.
36. Yine
(Mesâbîh) kitâbının Kur'ân-ı kerîmin fazîletleri bölümünün
hasen hadîsler faslının evvelinde, Ebû Sa'îd-il Hudrî 'radıyallahü
teâlâ
anh' hazretlerinden rivâyet edilmişdir. Buyurdu ki; ben muhâcirlerin
fakîrlerinden
bir cemâ'at ile oturuyordum. Ba'zılarının üzerini elbiseleri örtmediği
için, birbirlerini siper ederler idi. Bir kâri' yanımızda Kur'ân-ı
kerîm
okuyordu. Resûlullah 'sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem' o sırada
gelip,
yanımızda durdu. O kâri' sükût etdi [susdu]. Resûlullah 'sallallahü
teâlâ
aleyhi ve sellem' selâm verdi. Sonra buyurdu: (Siz ne işlersiniz [ne
yapıyorsunuz]).
Biz dedik ki, (Kitâbullahı dinliyorduk.) Buyurdu ki: (Allahü teâlâya
hamd
olsun ki, ümmetimden berâber bulunmağa emr olunduğum kimseler kıldı.)
(Mefâtih) kitâbının sâhibi beyân etmişdir. Allahü teâlâya hamd olsun
ki, ümmetimden sâlihler, fakîrler ve kendine yakın kıldığı bir zümre
yaratdı.
Onları kendine çok yakın kılması sebebiyle bana onlarla birlikde
bulunmaya
sabr etmemi emr etdi. [Kehf sûresi 28.ci âyetinde meâlen] (Sabâh akşam
Rablerinin rızâsını dileyerek, Ona yalvaranlarla berâber sen de sabr
et.
Dünyâ hayâtının güzelliklerini isteyerek, gözlerini o kimselerden
ayırma.
Bizi anmakdan gâfil kıldığımız ve işinde aşırı giderek hevesine uyan
kimseye
uyma) buyurdu. Bu âyet-i kerîmedeki sabr, habs (hâkim olmak) demekdir.
'Sabâh akşam Rablerinin rızâsını dilerler' buyurulmasını müfessîrler,
Onlar
Kur'ân-ı kerîmi ve ahkâm-ı islâmiyyeyi sabâh ve akşam senden öğrenirler
demekdir, diye tefsîr etmişlerdir. Âyet-i kerîmede 'Onun vechini
isterler'
buyurulmasını ise, (Onlar Allahü teâlânın rızâsını taleb ederler) diye
tefsîr etmişlerdir. 'Gözlerini onlardan çevirme' buyurulmasını da,
gözlerini,
bakışlarını onlardan çevirip, zenginler tarafına bakma, diye tefsîr
etmişlerdir.