“Destanlar diyarım, Arıburnu’m, Conkbayırı’m
Anafartalar’dan yükselen sesim;
Alnımın ak yazısı…
Selamlar sunmaya geldim!..”[1]
Çanakkale’nin dilinden, bağrından, gönlünden, buram buram kanlı toprağından nameler, figanlar, manalar getirdim. Anaların evlatlarının başlarını kınalayıp vatan için, ‘minareler ezansız kalacaksa geri dönme oğul!’ diyerek tembihte bulunduğu, ölüme değil düğüne gider gibi harp yoluna düşen kınalı kuzuların can u cananı, evlad u ıyali ile mübarek kanları ile Çanakkale’nin her bir zerresinden kokular getirdim. Toprağında hala taze ve göğünde hala ruh u ahvali asılı, rüzgârında gururlu, güneşinde hala karnı aç şehitlerin bütün kokusunu ve dokusunu gönülden hissetmeye, onları rahmet, minnet ve saygı ile anmaya, bu muzaffer vatanın kıymetini bir kez daha anlamaya deliller getirdim.
“Çanakkale Harbi açıldı. Enver derlerdi Harbiye Nazırı. O geçti başa. Çanakkale’ye geldik. Seddülbahir’e. Baktık düşman çıkıyor Seddülbahir’den. Başımızda bir mülazım var. Arnavut… Ama çok cesur. Bizimle beraber ateş ediyor. Avcıya yatırdı bizi. “Ateş edin.” dedi. Gavur indiriyor sandalları. Çıkaracak askerini. Veriverdik, veriverdik ateşi… çıkaramadı kafir. Oradan kıvrıldı, dış denize. Vapurları soku sokuverdi kıyıya. İskele yapmışlar… Üç yerden çıkmış. Bizim bir kısmımızı esir aldı… Seddülbahir’ le Kirte arasında… Harp hep bu arada oldu. Hafif yaralılar geriye gitti. 63 milyonduk. Çanakkale’de kırıldık. 17 milyona düştük. Ölünün hesabı mı var. Su gibi. 17 milyona indik ama gene de geçirmedik kâfiri.”[2]
Dünya’nın hiçbir yerinde bu kadar yürekli, aziz, göğsü iman dolu, fedakâr ve vatan aşkı ile yanıp tutuşan, gözü kara, şanlı bir orduya rastlanmamıştır. Siperler etten ve kemikten değildi sanki bütün ruhi mücerretleri ile melekleri kıskandıracak bir tevekkül ve azim ve zaferlerle taçlandırılan şehitlik mertebesi… Ateş ve barutun sindiği denizin dalgaları ile gelen Anzak askerlerinin bile övgüsüne mazhar olan merhametli, sağduyulu vatan evlatlarımızın, düşmanla ekmeğini bölüşmesinden, yarasını iyileştirmesinden, Çanakkale’nin dilinden:
“Seddülbahir’e giden yol bir mahşere gidiyordu,
Uzaklarda yıldızlar, şehitlerin nûra dönmüş,
Ruhu gibi yükseklerden cengi tavaf ediyordu.”[3]
“Birkaç günden beri Çanakkale sokaklarından askerler geçiyor, “Çanakkale içinde Aynalı Çarşı, Anne ben gidiyorum düşmana karşı” şarkısını söylüyorlar. At üstünde zabitler, top arabaları, mekkâre ve deve kervanları sokağımızı doldurdu. Harp olacakmış. İngiliz ve Fransız harp filoları boğazın dışında dolaşıyormuş. Buraları bombardıman edeceklermiş.”[4]
“Of gençliğim eyvah.”
“Türk askerlerinin beslenmesi çok iyi değildi. Çünkü cepheye getirilen askerlerin sayısı tahmin edilenden fazlaydı ve yiyecek stokları bu ihtiyacı karşılamakta yetersiz kalmıştı. Giyecek konusunda İtilâf askerleri Türkler’den çok daha iyiydi. Türk askerlerinin bir kısmı, savaş sonuna kadar yöresel kıyafetleri ile savaşmak zorunda kalmıştı. Askeri en fazla etkileyen şeylerden biri de bulaşıcı hastalıklardı.”[5]
“Ey Çanakkale, ey yurdumun en şanlı harimi,
Bağrında yatan milletimin evlâdı kerimi,
Türk satvetinin çökmez, yıkılmaz mesnedisin sen,
Milyonca erin, ne mübarek bir müştehidisin sen.”
(Manastırlı Hasip Özyurt)
“Vatanımın en son ve denizle birleştiği bir noktasında düşmanı beklememle müftehirim. Vazife-i fariza-i mukaddesemin ikmali neye vabeste ise onu ifa etmekten çekinmeyeceğim. Lezaiz-i dünyayı tattım. Daha pek gencim pek de iyi biliyorum ki, dünyada maksat olan vatana hizmettir. Binaenaleyh böyle bir hizmet yolunda gidersem… Ey Valide! Ağlama! Bilakis, muhabbeti için vücudumu feda ettiğim bu vatan hatrı için ismimi bir hazin tefekkürle yad et!”
(25. Alay, II. Bölük, Mülazım Harputlu Ali Haydar)[6]
“Tarih mürekkeple yazılmaz, onu her gün,
Tedvîn eder akmaktan usanmaz kanı Türk’ün,
Türk’ün ki eğer nâmını etmezse zaman yâd,
Tarihini milletlere eyler gider inşâd.”[7]
“Siperdeki vaziyete gelince; erzakımız her gün yalnız böcekli bakla. Uyku katiyen yok. Fişekler belde. Tüfek daimî surette elde. Siperde ayaklarını uzatacak yer dahi bulamazsın. Kış hükmünü icraya başladı. Düşmanın karakedi bombaları arttı. Sık sık zayiat veriyoruz. Her manga siperinde iki adet çelik mazgalımız var. Siperlerin akıntısı olmadığı için yağmurdan biriken suları karavanlarla siperden atıyoruz. Yine de su ve çamurdan kurtulamıyoruz. Uykusuzluktan gözlerimiz kıpkırmızı oldu. Bitler görünür şekil aldı.”[8]
Onulmaz bir vaktte kavi düşman, saf saf dizilmiş Anafartalar,
Bugün tekbirler Çanakkale’den yükselir göğe, amin dolusu dualar,
Ağıtların en acısını yakmada analar on beşli evlatlarına,
Ey şanlı bayrağım, şehidimin akıttığı kanla bezenmiş bir ulu hisar.
(Zübeyde Demir)
[1] Türkiye’den Çanakkale’ye ‘Şiirlerle’ Bakış, Çanakkale Turizm ve Tanıtma Derneği Kültür Yayınları, Çanakkale 2001.
[2] Cahit Önder, “7 Cephenin Gazileri Anlatıyor”, Ali Balkan Gaziler Gözünden Çanakkale, Nesa Ofset Matbaacılık, İzmir, 2005, s.139-140
[3] Hakkı Süha, ‘Siperde’, Harb Mecmuası, S. 3, 1331, s. 44-45.
[4] BİLKAN, Ali Fuat, Ömer Çakır, Nesime Ceyhan ve Ömer Faruk Bilkan, Çanakkale Savaşları Albümü, Ankara. Çevre ve Orman Bakanlığı, 2005,s.137.
[5] SAYILIR, Burhan, Çanakkale Kara Savaşları Öncesi ve Sırasında Psikolojik Harekât Faaliyetleri, Askerlerin Psikolojileri ve İçinde Bulundukları Koşullar (Mart 1915- Ocak 1916), Ankara, 2005.
[6] Çanakkale Mektupları, Süeda Yay., Isparta, 2015, s.15.
[7] Midhat Cemal, “Çanakkale’den Kaçanlara –İngilizlere”, Harb Mecmuası, Y. 1, S. 5, Şubat 1331, s. 68.
[8] Gazilerin Dilinden Çanakkale, “İbrahim Arıkan” haz. Gülcan Tezcan, Yarımada Yayınları, İstanbul, 2007, s.79-82.