9 C
Bursa
30 Ekim 2024 Çarşamba
spot_img
Ana SayfaİslamBirliğimize Giden Yol

Birliğimize Giden Yol

GİRİŞ

Günümüz İslâm dünyası birçok sorunlarla karşı karşıyadır. Bu sorunları siyasî, içtimaî, ahlâkî, ekonomik, eğitim ve hizipleşme şeklinde özetlemek mümkündür. Sözü edilen sorunların içerisinde Müslümanların parçalanma sorunu karşımıza ciddi bir mesele olarak ortaya çıkmaktadır. Binaenaleyh İslâmî toplumların sürekli olarak yaşadığı bu sorunun giderilmesine katkıda bulunmak ümidiyle ‘Birliğimize Giden Yol’ adlı yazımızı hazırlamış bulunuyoruz.

Konuyu ele almamıza sevk eden başlıca nedenler şunlardır:

  1. Bu mevzuda yazılanlar ve vahdeti gerçekleştirici faaliyetlerin yeterli olmadığı meydandadır.
  2. Siyasî, dinî, fikri ve ilmî alandaki anlaşmazlıkların en önemli nedeni yine budur.
  3. Müslümanların otoritesine yönelik çaba ve hareketler bu birlik ve beraberlikten geçmektedir.
  4. “Neden Müslümanlar ihtilaf edip parçalanıyor ittifak yoluna gitmiyorlar” sorusuna cevap olması bakımından önemli bir konudur.

Umarız ki yazımız, bu soruna önem veren ilim adamları ve kanaat önderlerini gayrete getirir, bu alanda daha ciddi ve seviyeli çalışmaların yapılmasına ve İslam çatısı altı da ittifak projelerine vesile olur. Çaba ve gayretler sayesinde Müslümanların yeniden yapılanmasını görme imkanını Rabbimiz bizlere nasip eder.

Belirttiğimiz nedenlerin 4. maddesindeki soruyu kısaca cevaplandırmak suretiyle konu hakkında ön bilgiler vererek giriş yapmak istiyoruz. Öncelikle şunu iyi bilmek durumundayız; daha önce geçmiş ümmetlerdeki ihtilaf ve tefrikanın bu ümmette de vukû bulacağı, Rasûlullah (s.a.v) tarafından haber verilmiştir. İslâm tarihinden günümüze kadar meydana gelen siyasî, fikri ve ilmî anlaşmazlıklar, bunun en bariz örneğidir. Kaldı ki bu durum, Cenâb-ı Hakk’ın kullar üzerinde kevni bir kaderidir, yani sünnetullahdır. Nitekim Kur’an’ı Kerîm’de buna işaret edilmektedir:

﴿وَلَوْ شَاءَ رَبُّكَ لَجَعَلَ النَّاسَ أُمَّةً وَاحِدَةً وَلاَ يَزَالُونَ مُخْتَلِفِينَ. إِلاَّ مَنْ رَحِمَ رَبُّكَ…﴾

“Rabbin dileseydi insanları bir ümmet yapardı. Rabbinin rahmet ettikleri müstesna onlar hala ihtilaf edip durmaktadırlar…” (Hûd 11/118-119)

Ayet-i kerimeden anlaşıldığı üzere, ihtilafın Kıyamet’e kadar devam edeceği haber verilmiştir. Yalnız tefrika unsuru olan söz konusu ihtilaftan, ancak Allah’ın merhamet ettiği kimselerin salim kalacağı bildirilmiştir. Hadislere baktığımızda bu mevzuda daha tafsilatlı haberlerin geldiğini görmekteyiz. Örneğin Sad b. Ebî Vakkâs (r.a) ’ın rivayeti şu şekildedir:

Peygamberimiz (s.a.v), ashabından bir toplulukla bir gün Âliye denilen yerden gelmişler ve Beni Muaviye Mescidi’ ne uğrayınca içeriye girmişlerdi. Râvi sözüne devam ederek şöyle anlatır: Rasûlullah (s.a.v) iki rekât namaz kıldı, biz de onunla beraber kıldık. Uzun bir müddet Rabbi’ne dua ettikten sonra bize döndü ve şöyle dedi:

“Rabbim’ den üç şey istedim, ikisini verdi, diğerini istemekten beni menetti: Rabbim’den ümmetimi kıtlıkla helak etmemesini istedim, kabul etti. Yine Rabbim’den ümmetimi suda boğmakla helak etmemesini istedim onu da kabul etti. Ve Rabbim’ den ümmetimin toplulukları arasında harp çıkmamasını istedim kabul etmedi ve bunu istememi yasakladı.’”[1]

Avf b. Mâlik (r.a) ise, Rasûlullah (s.a.v)’den şöyle rivayette bulunmuştur:

“Yahudiler yetmiş bir fırkaya ayrıldılar. Bir fırka Cennetlik diğer yetmişi de cehennemlik oldu. Nefsimi elinde tutan Allah’a yemin olsun ki, ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır. Biri Cennetlik, yetmiş ikisi de cehennemlik olacaktır.” Denildi ki: Ey Allah’ın Rasûlü! Onlar (kurtulanlar) kimlerdir?’ Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v):

“Benim ve ashabımın yolu üzere bulunanlardır” şeklinde cevap vermiştir.[2]

Her ne kadar ihtilaf ve tefrikanın takdirde vuku bulacağı haberi gelmiş ise de bu durum onun câiz oluşunu göstermek için değildir. Bilâkis yüce dinimiz, bölünme fitnesinden kurtulup Allah’ın rahmet ve selâmetini dilediği kimselerden olmak için bizi tefrikadan kaçındırmıştır. Kur’an’ı Kerîm’de:

﴿وَأَطِيعُوا اللَّهَ وَرَسُولَهُ وَلاَ تَنَازَعُوا فَتَفْشَلُوا وَتَذْهَبَ رِيحُكُمْ وَاصْبِرُوا إِنَّ اللَّهَ مَعَ الصَّابِرِينَ.﴾

“Allah’a ve Rasûlü’ne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin. Sonra korkuya kapılırsınız da gücünüz elden gider. Bir de sabırlı olun. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.” (Enfâl 8/46)

﴿وَاعْتَصِمُوا بِحَبْلِ اللَّهِ جَمِيعًا وَلاَ تَفَرَّقُوا وَاذْكُرُوا نِعْمَةَ اللَّهِ عَلَيْكُمْ إِذْ كُنْتُمْ أَعْدَاءً فَأَلَّفَ بَيْنَ قُلُوبِكُمْ فَأَصْبَحْتُمْ بِنِعْمَتِهِ إِخْوَانًا…﴾

“Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı sarılın parçalanmayın. Allah’ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın; hani siz birbirinize düşmanlar iken O, kalplerinizi birleştirmişti de O’nun nimeti sayesinde Din kardeşleri oldunuz.” (Âl-i ‘İmrân 3/103) gibi ayetler bu kabildendir.

Hatta ihtilaf ve tefrikanın kafir ve müşriklerin sıfatlarından olduğu belirtilmiş ve sakındırılmıştır.

﴿وَلاَ تَكُونُوا كَالَّذِينَ تَفَرَّقُوا وَاخْتَلَفُوا مِنْ بَعْدِ مَا جَاءَهُمْ الْبَيِّنَاتُ وَأُوْلَئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ عَظِيمٌ.﴾

“Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra bölünüp ihtilafa düşenler (Hristiyan ve Yahudiler) gibi olmayın! Onlar için büyük bir azap vardır.” (Âl-i ‘İmrân 3/105) ayetinde belirtildiği gibi. Yine:

﴿…وَلاَ تَكُونُوا مِنْ الْمُشْرِكِينَ. مِنْ الَّذِينَ فَرَّقُوا دِينَهُمْ وَكَانُوا شِيَعًا كُلُّ حِزْبٍ بِمَا لَدَيْهِمْ فَرِحُونَ.﴾

“…Müşriklerden olmayın, onlar ki dinlerini parçalayıp bölük bölük oldular. Her fırka kendinde olanla böbürlenmektedir.” (Rûm 30/31) ayeti de bu anlamdadır.

Bu nedenle Nu‘mân b. Beşir’in (r.a) rivayetinde Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurur:

“Cemaat (birlik ve beraberlik) rahmettir, bölücülük ise azaptır.”[3]

Abdullah İbn Mes‘ûd (r.a) da:

“İhtilaf şerdir (kötüdür).”[4] demiştir.

Görüldüğü üzere hadislerde de ihtilaf ve tefrika zemmedilmiştir. Şimdiye kadar zikrettiğimiz naslardan anlaşılan noktalar şunlardır:

  1. Tefrika yani bölücülük, ihtilafın semeresidir. Âl-i-İmran Suresi’nin 105. ayetinde belirtildiği gibi tefrikaya neden olarak ihtilaf gösterilmiştir.
  2. İhtilaf ve tefrikayı meydana getirenlere, müşrik ve kafirlerin bu sıfatıyla sıfatlandıkları için aynı akıbete düşecekleri korkusu verilmektedir.
  3. Her bölük fırka (grup) kendisini haklı görmektedir.
  4. Söz konusu ilâhî yasağın muhatabı bu ümmettir.
  5. Rahmetin birlikte olduğu, musibetin ise, ihtilaf ve tefrikada olduğu ifade edilmiştir.

1. İHTİLAF VE TEFRİKANIN NEDENİ ve ZARARLARI

A. İhtilaf ve Tefrikanın Nedenleri:

İhtilafın ve tefrikanın birçok nedenleri bulunmaktadır. Ancak yazımızın hacmi tamamını zikretmeye müsait olmadığından, sadece temel nedenlerinden bahsedilecektir:

a)- Cehalet (bilgisizlik):

İslâm Dini’nin gerçekleştirmek istediği yüce gayeleri bilmemek, anlamamak ya da acizlikten kaynaklanan bilgisizliktir. Buna ek olarak, “Allah’a giden yolların sayısı yaratıkların nefesleri kadardır” veya Ümmetimin ihtilafı rahmettir“ gibi asılsız rivayetlerin verdiği hoşgörü telakkisi bu gibi düşüncelere zemin hazırlamıştır.

Ayrıca cehaletin bir neticesi olarak cemaatlerin birbirine karşı menfi/olumsuz tutumları bu fitneyi daha da alevlendirmiştir. Yine cehaletin bir neticesi olarak da bazı kanaat önderlerine aşırı bağlanma onları masum kabul etmeye kadar götürmüştür. Dolayısıyla cehalet fitnesi alabildiğine yayılmış bölücülüğün en baş nedenlerinden biri olmuştur.

b)- Kuru Taassup:

Maalesef bilgisizlik bu kuru taassubu doğurmuştur. Hakkı belirli bir kimseyle veya cemaatle sınırlandırma fikri, körü körüne taklitçilik hastalığı, İslâm tarihinden günümüze kadar gelen çekişmelere, netice itibariyle İslâm birliğinin zedelenmesine en büyük ve müessir faktör olmuştur. Kuru taassubun gerek dinî ve fikrî gerekse siyasî olarak etkili olduğu alanlar şunlardır:

• İtikadî konular: İnanç konularındaki ihtilaflar, Mutezile, Mürcie, kaderiye, Haricilik ve Rafizilik gibi itikadî mezhep ve fırkaları doğurmuştur.

• Dinî hükümleri uygulama alanındaki ihtilaflar: Nasların farklı anlaşılmasın doğan fıkhî mezhepleri ve görüşleri ortaya çıkarmıştır.

• Yorum, fikir ve metot farkından doğan ihtilaflar: İslam düşüncesi alanlarında Müslümanların değişik yorum ve fikirleri benimsemeleri ve farklı hareket metotlarına sahip olmaları birçok cemaat ve grupların ortaya çıkmasına neden olmuştur.

Dikkat edileceği üzere bu fırkaların her biri, diğer tarafı ötekileştirerek konuşmalarında: “Bizim imamımız, şeyhimiz ve liderimiz, onların imamı, şeyhi ve lideri, bizim kitaplarımız, risalelerimiz, broşürlerimiz ve gazetemiz, onların kitapları, risaleleri, broşürleri ve gazetesi, bizim mezhebimiz, tarikatımız ve meşrebimiz, onların mezhebi, tarikatı ve meşrebi, bizim cemaatimiz ve partimiz, onların cemaati ve partisi” gibi ayırımlara giderek bu tür bölücü tabirleri kullanmaktan çekinmemişlerdir.

Hatta kendilerini diğerlerinden temyiz etmek veya farklı tanıtmak için zikrettiğimiz isim ve lakapları kullanmayı zarurî görmüşlerdir. Böylelikle haklarında sanki Cenâb-ı Hakk’ın şu ayeti tahakkuk etmiştir:

﴿فَتَقَطّعوُا أَمرَهُم بَينَهُم زُبُراً كُلُّ حِزْبٍ بِمَا لَدَيْهِمْ فَرِحُونَ.﴾

“Nihayet, dinleri hususunda, aralarında parçalara bölündüler. Her fırka kendi dininde olanla böbürlenmektedi.” (Müminûn, 23/53)

Müfessirlerden İbn Kayyım bu ayetin açıklamasında şunları söyler:

“Ayetteki Zubur’dan maksat kitaplardır. Yani her fırka, kitaplar telif edip ondan alıntılar yaparak onunla amel ettiler, başkalarını nazarı itibara almadan insanları bu kitaplara çağırdılar.”

Her fırkanın veya gurubun kendisinde bulunanı ile övünüp böbürlenmesinin nedeni kendisini hakta görmesidir. Hak bir olup taaddüt etmediği halde, bütün fırka ve cemaatlerin itikatları (inançları), muhtelif anlayışları, farklı fikir ve düşünceleriyle birbirinden uzak olmalarına rağmen kendilerini hakta yani; Kurân ve Sünnet’te olduklarını iddia etmeleri gerçekten garip bir çelişkidir.

Yalnız unutulmaması gereken bir kaide vardır, o da ispattan yoksun iddialar boş kuruntulardan ibarettir. Öyleyse bu durum bizi şu tespite götürmektedir: Söz konusu fırka ve cemaatlerin haktan nasipleri olmakla birlikte, Kitap ve Sünnet’e bilerek veya bilmeyerek ters düştükleri durumlarının bulunduğu ve tashih edilmesinin gerekli olduğu hataları bulunmaktadır. Yoksa bu garip çelişki, İslâm Dini’ nin vazgeçilmez iki kaynağı olan Kur’ân ve Sünnet’te mevcut değildir. Olsa olsa bu çelişkiler, günümüz Müslümanlarının kendi zihinlerinde ve yanlış bir İslam anlayışına sahip olmalarında aramak gerekir.

c)- Enâniyyet, hevaya tabi olma, makam ve mansıbı ya da riyasetliği zayi etme korkusu:

Müslümanların birlik içerisinde olmalarına engel olan en büyük neden bu olsa gerek. Çünkü bu tür sıfatlara sahip olup idareci durumunda bulunan şahsiyetler zikrettiğimiz manevî hastalıklar nedeniyle genelde birleşmeye yanaşmazlar. Bununla rağmen, cemaatleri idare eden kanaat önderleri arasında bu sıfatlardan uzak samimi kimselerin var olduğuna inanıyoruz. Ancak ne yazık ki, günümüz Müslümanları birleştirici yönde herhangi bir hamleleri görünmemekte ve her nedense buna yanaşılmamaktadır. Çağdaş bir mütefekkirin tabiriyle: “

اتفق المسلمون على أن لا يتفقوا ” “

“Sanki Müslümanlar ittifak etmemeye ittifak ettiler.” Evet İslâm ümmeti için bu, gerçekten acı verici bir durumdur.

Dolayısıyla kanaat önderlerinin birleştirici hamleleri konusunda önemli görevler düşmektedir. Kur’ân ve Sünnet’i doğru anlamaları ve vahdet şuurunu idrak etmeleri acısından söz konusu kanaat ve cemaat önderlerine, İmâm Ebû Davud’un: ‘Gizli şehvet nedir?’ diye sorulduğunda: ‘Riyaset sevgisidir’ cevabını verdiğini hatırlatmak isteriz.

İhtilaf ve tefrikaya temel neden olarak bu üç noktayı zikrettik. Yukarıda işaret ettiğimiz gibi konuyla ilgili olarak daha başka nedenlerinin bulunduğunu belirtmekle beraber, yazımızın hacmi nedeniyle bu kadarını zikretmiş olduk.

İhtilaf ve tefrikanın zararları ve Müslümanlar üzerinde kötü etkilerinin bulunduğu bir gerçektir. Bunların tespitini yapmak ve doğurduğu sonuçları değerlendirmek durumundayız.

B. İhtilaf ve Tefrikanın Kötü Etkileri ve Zararları:

İhtilaf ve tefrika, hangi toplum ve millete girmiş ise, o toplum ve milletin sonunu hazırlamıştır. Dolayısıyla bu hastalığın, kötü etkilerini ve sebep verdiği zararları tespit edip doğurduğu sonuçları değerlendirdiğimizde karşımıza şu acı sonuçlar çıkmaktadır:

  1. İhtilaf ve tefrika, Müslümanların birliğini zedelemiş, maddî ve manevî alanda gerilemesine büyük ölçüde neden olmuş ve ilerlemesini de o kadar etkilemiştir.
  2. Müslümanların menfi tavır ve tutumlar yüzünden, birbirlerine karşı çirkin ve acı sözler, aşırı tenkit ve tahkir edici ifadeleri kullanmalarına, hatta birbirlerini sapıklık ve küfürle itham etmelerine yol açmış, aralarında husumeti, adavet ve kini, nefret ve buğuzu doğurmuştur.
  3. Tefrika’dan dolayı, gayr-i Müslim topluluklar içerisinde erimelerine neden olmuştur. Bu durumdan istifade eden Siyonist ve düşmanlar, onları lokma lokma yemiş, plan ve hedeflerini açık ve gizli bir şekilde gerçekleştirmelerini sağlamıştır.
  4. İhtilaf ve tefrika, Müslümanların yeryüzünde hâkim olmalarına sürekli olarak en büyük engel olmuştur.
  5. İslâm fıkhının, Kitâp ve Sünnet menbâsının, velhasıl getirdiği hükümlerinin anlaşılmasını zorlaştırmış, Müslümanları Dini’nin kaynaklarından uzaklaştırmıştır.
  6. Saf İslam Dini ’ne bid‘at ve hurafe gibi yabancı unsur ve inançların girmesine, yanlış uygulamalarının yerleşmesine neden olmuştur.

2. İHTİLAF ÇEŞİTLERİ VE ÜMMETİN BİRLİĞİNİ SAĞLAYACAK ÖNERİLER

A. İhtilaf Çeşitleri:

İhtilafların türlerine baktığımızda bunların dört çeşit olduğunu görürüz:

  1. Birbirine zıt olan içtihadî ihtilaflar: Bu çeşit ihtilafların belirli bir meselede sadece bir tanesi haktır. Yani birisi râcih (tercih edilen) diğeri mercûhtur (tercih edilmeyen). Dolayısıyla tercih edilenle amel edilir, diğeri ise terkedilir.
  2. Tenevvu‘ ihtilafları: Yani her hangi bir fıkhî meselede delillerin genişliği birden fazla uygulamaya veya hükme elverişli olmasıyla oluşan ihtilaflardır ki, bunların hangisi ile amel edilirse caizdir. Naslarda sabit olup delilleri birleştirme ve telif etme imkânı yoksa, bunların herhangi birisiyle amel etme konusunda ruhsat vardır.
    Bu gibi meselelerde sadece bir uygulamayı veya hükmü caiz görmek ya da zorunlu kılmak taassuptur, şiddet ve dayatmadır.
  3. Usûldeki İhtilaflar: Bundan maksad, itikadî konulardaki ihtilaflardır. Söz konusu ihtilaflara usülde, fırkaların ihtilafı denilmektedir. Bu alandaki ihtilaftan İslâm Dini bizleri kaçındırmıştır. Çünkü Rasûlullâh (s.a.v)’in getirdiği, Sahâbe, Tâbi’in ve Tebeî-tabi‘înin takip ettiği inanç sistemi açıktır ve berrak olup bunda ihtilafa mahal yoktur. Rasûlullâh (s.a.v) bu yola ‘Sünnet’ adını vermiş ve mensuplarına da ‘Cemaat’ adını layık görmüştür. İslâm tarihinde çıkan diğer itikadî ve kelamî fırkalar, Ehl-i Sünnet dışında kaldığı için konumuzun dışındadır.
  4. Millet ve Din ihtilafı: Bundan kasıt, diğer millet ve din mensuplarının ihtilafıdır ki, İslâm ümmetinin birliği dışında kaldığı için diğer din mensupları konumuzun alanı dışındadır.

İhtilaf türleri değerlendirildiğinde, birinci maddede yani içtihadî olan ihtilaflarda hak bir olduğundan doğru olanının tercihi yapılması, buna zıt görüşlerinin bertaraf edilmesi gerekir. İhtilaftan kaçınılması mümkün olmayan meselelerdeki ihtilaflar yukarıdaki tenevvü‘( farklı uygulamalar) olan ihtilaflar kategorisine girdiğini görmekteyiz. Bu kısma ait ihtilaflar mümkün olduğu kadar asgariye indirilmelidir. Geriye kalan ihtilaflarda ise, münakaşa ve anlaşmazlığı önlemek için meşru olan ihtilaf ile zemmedilen ihtilaf konusunda:

“Meşru ve muteber olan ihtilaflar ümmet arasında anlayışla karşılanacak ve zemmedilen ihtilaf ise reddedilecektir.”

Bu kaide, zemmedilen ihtilafa ve batıl görüş sahiplerine âlimlerimizin uyguladığı şer’i bir kaidedir. İslâm toplumu içerisinde delilsiz ve sahih olmayan görüşler bertaraf edilmelidir. Bu değerli kaidedeki anlayışı İslâmî toplumlara telkin edilmesine büyük ihtiyaç vardır.

B. Birliğimizi Sağlayacak Öneriler:

Konuya geçmeden önce giriş olarak birkaç hususu önemle belirtmek isteriz:

  1. Müslümanların bu önemli bir meselede iyi niyet sahibi olmaları, yıkıcı değil yapıcı olmaları gerekir.
  2. Allah katında inananların bir olduğu, ırk, dil ve mal sebebiyle herhangi bir üstünlüğe sahip olmadığı, üstünlüğün ancak takva esasına dayandığı hükmü geçerlidir.
  3. İslâm toplumları her ne kadar ihtilaf etse ve bölünse de aslında ümmet olarak tek bir ümmettir esasının kabul edilmesi gerekir. Nitekim:
    ﴿إِنَّ هَذِهِ أُمَّتُكُمْ أُمَّةً وَاحِدَةً وَأَنَا رَبُّكُمْ فَاعْبُدُونِي. ﴾
    ‘İyi biliniz ki sizin bu ümmet, bir tek ümmettir, bende sizin Rabbinizim, öyleyse bana kulluk edin.’ (Enbiyâ 21/92) ayetinde buna işaret edilmiştir. Dolayısıyla bu vahdeti (birliği) gerçekleştirecek çözüm ve çareleri şer’i ölçüler çerçevesinde üretmek zorundayız.

Zikredeceğimiz maddeler ışığında bu birliğin mümkün olabileceği kanaatindeyiz. Önemli olan bu maddelerin hem ferdî hem de toplumsal düzeyde Müslümanlar tarafından uygulanmasıdır. İslâmî cemaatlerin başında bulunan kanaat önderleri ve liderler, ayrıca onları takip eden Müslümanlar buna gayret göstermek durumundadırlar. Bu dinî bir sorumluluktur. Şayet gayret gösterilmezse, Müslümanların bu ihtilaf ve tefrikadan daha çok çekeceği görülmektedir. Söz konusu maddeleri şu şekilde sıralayabiliriz:

  1. Kur’ân ve Sünnet’e esas alarak onun kaynaklarında birleşmek. Birleşme faaliyeti ise, şu maddeler ışığında gerçekleşebilir.
    a)- İhtilaf ve çekişme halinde sözkonusu iki kaynakta çözüm bulmak: Çünkü Nisa suresinin 59. ayetinde kerimesinde belirtildiği gibi, ihtilaf olunduğunda Kur’ân ve Sünnete başvuru, çözüm olarak kefil gösterilmiştir. Çözüm şekli ise, daha önceki maddelerde açıkladığımız ihtilaf durumlarına göre hareket edilerek yapılmalıdır.
    b)- Taassup ve hevadan ve taklit hastalığından kurtulmak.
    c)- Her dinî meselede zayıf delili bırakıp en kuvvetli (râcih) olanı alıp mercûh (zayıf) olanı bırakmak.
  2. Sahabe, Tabiin ve Tebe-i tabiin neslinin anlayışına uygun bir şekilde, Kur’ân ve Sünnet’i yani delilleri anlamak, meselelerin çözümünde onların görüşlerine başvurmaktır. Çünkü bu geçmiş şerefli nesiller Rasûlullâh (s.a.v) tarafından tezkiye edilmiş ve övülmüş nesillerdir.
  3. Din’de yenilik ve bidat çıkarmaktan kaçınmalıdır. Çünkü bidatler hem fert hem de toplumları Kur’ân ve Sünnet’ten uzaklaştıran tehlikeli unsurlardır.
  4. İslâmî toplumları, şirk, hurafe ve batıl inançlar konusunda bilinçlendirme yoluna gidilmelidir.
  5. Özellikle zahirî amellerde birlik ve beraberlik gözetilmelidir.
    Böylelikle iç ve dış yönüyle Müslümanlar arasında kardeşliğin kurulmasına zemin hazırlanmış olur. Örneğin Numan b. Beşir’in (r.a) rivayetinde Peygamber (s.a.v)’in namaz kılınacağı zaman safların birleştirilmesi konusunda gösterdiği hassasiyet gibi.
  6. Kanaat önderlerinin ve liderlerin enâniyeti bırakıp mütevazi olmaları, müsamaha yolunu tutup Müslümanların maslahatını düşünmeleri, makam ve mansıptan vazgeçmeleri, küçük cemaat ve hizipçilik oluşumlarından kurtulup cemaat el-Um yani ana cemaate yönelmeleri, ümmet oluşumunu gerçekleştirmek için çaba harcamaları önem arz etmektedir.
    7- Kanaat önderlerine ve liderlere bağlanıp onları takdis ederek, İslâm davasını şahısların davası haline getirmekten vazgeçip, tekrar Allah’ın davası haline getirilmelidir. Bu esas, Müslümanların zihnine yerleştirilmelidir. Çünkü bu din kimsenin tekelinde değildir. Ne bir âlimin ne de herhangi bir cemaatin tekelinde de olmamalıdır. Dolayısıyla İslâm dinini bir mezhep imamının veya bir cemaatin görüşleriyle sınırlandırmak bu Dine karşı işlenen en büyük cinayettir. Ayrıca diğer fıkhî mezhep imamlarına ve İslâm âlimlerine karşı yapılmış bir haksızlıktır. Hicrî 2. asırda yaşayan İmam Eyyûb es-Sihtiyânî konuyla ilgili olarak söylediği:
    “Eğer ders aldığın hocanın hatasını anlamak istersen, diğer âlimlerin de ders meclislerine katıl’ önerisi düstur edilmelidir.

SONUÇ

‘Birliğimize Giden Yol’ adlı yazımızı sunarken konunun önemi üzerine durduk, ihtilaf ve tefrikanın nedenlerini, kötü etki ve zararlarını belirttik. Akabinde ihtilaf çeşitleri üzerinde dururken ümmetin birliğini sağlayacak çözüm önerilerini arz etmeyi ihmal etmedik.

Tabiatıyla Müslümanların birliğini sağlayacak çözüm yolları bunlarla sınırlı değildir. Önemli olan, Müslümanların hiç zaman kaybetmeden Cenâb-ı Hakk’ın:

﴿وَاعْتَصِمُوا بِحَبْلِ اللَّهِ جَمِيعًا وَلاَ تَفَرَّقُوا…﴾

‘Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı sarılın, parçalanmayın…’ (Âl-i ‘İmrân 3/103) emrini gerçekleştirmek için her türlü meşru yöntem ve imkanları kullanarak bu konuda seferber olmalarıdır. Hiç şüphesiz ki hedefe götürecek bir takım öneri ve çözümlerin bulunması konusunda ilim adamlarımıza önemli görevler düşmektedir.

Cenâb-ı Hak, Ümmeti Muhammed’i Kur’ân ve Sünnet ışığında birleştirmeyi müyesser kılsın. Bu uğurda yeni vesileler halk etsin ve günümüz Müslümanlarına da bu konuda şuur ihsan eylesin.

Allah’ın selâmı, rahmet ve bereketi, Rasûlü (s.a.v)’in yoluna tabi olanlar üzerine olsun.


[1] Sahîh Müslim
[2] Sünen-i İbn Mâce.
[3] Müsned Ahmed b. Hanbel.
[4] Sünen-i Ebû Davud.

YAZARIN DİĞER MAKALELERİ

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

SOSYAL MEDYA

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
4,338TakipçilerTakip Et
- Reklam -spot_img

Yeni İçerikler

Son Yorumlar

Mücahide yorumladı Küçücük Yüreğim
Mücahide yorumladı Küçücük Yüreğim
Mücahide yorumladı Küçücük Yüreğim
Mücahide yorumladı Küçücük Yüreğim
NoNameConi yorumladı Alın Teri ve Zaman