Site icon İslam & İslamiyet – Kevser.Org

Bismillah

Bismillahirrahmanirrahim.

Bir başla hele… dedim gönlüme, gerisi gelir. Alışkanlıklarımız madem ki kaderimiz oluyor. Başla Allah’ın adıyla.

Tefekkür eylemeli çokça, fark etmeli ne oluyor yeryüzünde, nasıl bir devinim, nasıl bir değişim var. Bakmalı, tanımalı değil mi kâinatın sahibini? “Kalpler ancak Allah’ı anarak mutmain olur” (Ra’d / 28.) madem.

Onun adını anmadan yapılan her iş yarım kalır. Onun katılmadığı her an bereketsiz, nursuz, yalnızdır. İnsan aşkın bir varlığa inanarak insan olabilir. İnsan merhameti nasıl kuşanabilir, nasıl elindekinden verebilir, nasıl samimi tebessüm edebilir ki?

İnsan neden doğru, dürüst, yalansız, dolansız olacak ki?

Dünya karmakarışık olur; vicdansız, amansız, ahlaksız, yolsuz, yordamsız olur.

Hayatında Allah’ın adı yoksa insan ruhu yetim, öksüz, fakirdir. Nasıl zengin olabilir ki? Gönlüne teslimiyetin tohumunu ekememiş insanın semeresi ne olur?

Kalbinde yüce Yaratıcının aynaları yoksa insan niçin cömert, cesur, ahlaklı, adaletli, liyakatli, sabır ve sebatlı olabilir?

Ne tutar insanı günahtan, suçtan, hayasızlık ve akılsızlıktan? Nasıl vazgeçer, iradesini şeytanın ve nefsin eline teslim etmekten nasıl imtina eder ki?

Her gün yüzlerce canlı bu âlemden göçüp giderken, ömrünü heba ettiği şeylere dönüp bakamıyorken, kendisine asla “Gitmek ister misin, hazır mısın?” diye sorulmazken, insan nasıl düşünmez ki? Bu tohum yine toprağa ekiliyor. Hiç yoktan var olan ikinci defa yaratılmaz mı? Yaratan da ona “Kulum, dünya imtihanın nasıl geçti?” diye sormaz mı?

Ne dedik; “Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla…”

Rahman adıyla merhamet edip bağışlayan, dünyalık ihtiyaçlarımızı gören; el, ayak, göz, ev, eş, iş ve bütün varlığı hizmetçi kılan Yaradan’ın en güzel esması… Biz onunla varız dünyada, onunla anlıyor, onunla bakıyor, onunla kavrıyoruz. Onunla düşünüp onunla karar veriyor, onunla yaşıyor, ondan dileniyor, istiyor, onunla hemhâl oluyoruz.

Yüce Rabbimiz, Rahman sıfatıyla cümle yarattığını ayırt etmeksizin seviyor, koruyor. Güneş bütün kâinata doğuyor itirazsız, sabah ve akşam birbiri ardınca düzen bozmadan takip ediyor birbirini. Hayvana da, bitkiye de nefes aldırıp verdiriyor. İnanan, inanmayan, zâlim, mazlum, iyi, kötü ayırmıyor. Çünkü dünya zaten herkesin imtihan arenası. Yarattıklarına isim, cisim verip en güzel suretleri layık gören, en güzel isimlerle müsemma kılan O.

Dünya ve içindekileri ayaklarına serdiği insan ise akıllı olmasıyla övünüyor. Akıl ne ki? “İdraki meâli bu küçük akla gerekmez; zira bu terazi o kadar sıkleti çekmez.” Rahman olan Allah, kitap göndermese, kitabını anlayıp anlatacak, yaşayıp “üsve-i hasene” bir öğretmen göndermeseydi, akıl, akıllı olmaktan çıkar, deli olurdu.

Aklın cilası okumak ise okumanın parlatıcısı “İkra”dır. İnsan kendisini okumayı bırakıp başkalarının defteri, kitabıyla mı meşgul oluyor? Bu işte insanın düşeceği en kötü derekelerden biri… Allah’ın halifesi olan insan, yeryüzüyle beraber içindeki viraneleri de imar etmedikçe terakki edemez.

Rahim adı, inananların ümitvar olduğu en güzel esmalarından. Ahirette onunla bizi koruyup gözetecek, onun hükmüyle davranacak. Ne çok ve çabuk unutuyoruz Rahim adını, ne çok ihtiyacımız var halbuki.

Semerelerimizi önümüze koyup “İşte defterin” denilecek zamanda, koruyuculuğundan şüphe etmeyeceğimiz şemsiye…

Ektiğimizi biçeceğimiz, her hâlimizin malum olduğu günde, Rahim olandan başkasının yardımının olamayacağı… Cennetin, cemâlin sahibi olan Mevlâ’mızın ahiret turnusolu… Geçip kaldığımızın karar anının belirleyicisi… Boyun büküp sırtımızdaki suçlarla eğilmiş bir başla, önünde el pençe merhamet dileneceğimiz mahşer yerindeki ümidimiz…

Mecburuz O’nu bulmaya, bilmeye. Onun güzel isim ve sıfatlarına sığınmaya… Mecburuz O’nu sevmeye, O’na inanmaya. Çünkü her varlık güçlünün önünde zayıftır, eğilir. En Kadir-i Mutlak O. Öyleyse O’nun önünde eğilmek, bizim prangalı gönlümüzün özgürlüğü, azadı olacak. Ebu Said el-Harraz’ın dediği gibi, “Nefsinde olanı bilmeyen, Rabbini nasıl bilir?”

Bağlarımız var, kabuklarımız var; özümüze inemiyoruz. Kabuklarımızı kırmadan, kibir evinden inmeden, ince, rakik bir kalbe sahip olmadan, bencilliğin esaretine teslim olmadan, zühdü ve takvayı kuşanmadan, neyi aradığımızı bilmeden, âşık olunmaz. Âşık ise kendinden geçendir. İnsan ise aceleci ve zâlim, hemen verilsin ister. Aramanın, bulmanın hazzı, dünyadaki saniyelik doyumsuzlukların hiçbiriyle ölçülemez bile. Mevlânâ ne güzel der: “Neyi arıyorsan, O’sun sen.”

Aramakla bulunmaz amma, bulanlar hep arayanlardır.

Rabbimizin sıfatlarının tecellileri için Yusuf (a.s.) gibi kuyuya düşmek gerek. Mevlâ görür düşeni de, arayanı da, yananı da, bulanı da…

Exit mobile version