Sana merhaba diyemeyeceğim, Gazze…
Ve sana selam edemeyeceğim bu gece.
Vahâna su olamayışımın acizliğine de sığınamayacağım.
Ve sana mahcubiyetimin fihristesini de dökemeyeceğim.
Ve binlerce hatam üzerine aciz kelimelerimi kaleme almaya çalışacağım…
Kızma, olur mu? Kırgınsın biliyorum.
Yüzünü çevirme, bana küsme olur mu?
Yıllarca imtihana tabi tutuldun. Aksanın gül bahçesi solmasın diye kapının önündeki ağaçlarını budamalarına izin verdin. Meyve vereceklerdi oysa, sen ve içindeki herkes o rızkı tadacak, gölgesinde gölgelenecektiniz. Sen o ağacın gölgesine değil, Firdevs’in gölgesine talip oldun.
Ve yıllarca korkuttular seni, Firavun’un torunları!
Sen Hz. Ömer ve Selahaddin Eyyubi gibi komutanlık ettin aziz şehrine. Onlar, deyyuslardan topladıkları teçhizatla Ebu Cehil kesildiler başına. Ve sen Abdullah bin Mesud olup, yüreğindeki imanla alt üst ettin onları.
Sonra sevdiklerinle beraber baharın göğünü seyrediyorken, mavi göğünü siyaha boyadılar ve sen yine başını göğe kaldırıp Rahmân’a niyazda bulundun.
Çocukların hiç oyuncak yüzü görmediler. Küçük yaşta olgunlaşmaları gerektiğini idrak ettirdin onlara. Çünkü senin küçük yavruların, hiç oyun oynayamadan büyüyen ve sonra gözlerini cennete yuman meleklerdi. Onlar da bu dünyanın maddi cihetine aldanmayıp Baki alemin manevi cihetine talip olan yiğitlerdi.
Ve sen bağrında yiğit yetiştirendin, Ey Gazze!
Bizim buralarda çocuk yaşta imanı bağrında taşıyan çok azdır. İtiraf etmeliyim ki, senden sonra herkes imanını sorguladı. Ve sen, münafıkların da yeniden şehadetine vesile olan Cennet-ül Bâki’sin…
Edep timsali Fatımalar, Aişeler, Rabiâlar ve Asiyeler sakladın bağrında. Hayânın ne demek olduğunu öğrettin. Türlü işkencelere maruz bırakıldın. Hz. Sümeyye sebatı ile dayanmaları gerektiğini haykırdın! Çünkü sen, yüreğinde peygamber davası taşıyan, emanetçilerin en eminiydin.
Yeni mayalanmış hamurlarınla ekmek kokardı bağrın.
Ocağını söndürüp yanık kokusu tüttüler yuvana. Fakat sen, Maşita’nın makamına talip olan, yanık kokusuydun.
Buğdaylarını esirgediler senden, kundaktaki bebelerin aç kaldılar, açlıktan gözlerini yumdular. Ve sen onları gözü yaşlı Makam-ı Mahmud’a uğurladın.
Yaraladılar kalbini, hekimlerini vurdular. Sen saatlerce ağladın, kurban olduğum…
Ve ben sadece izleyebildim, sinema seyreder gibi… Oysa Selahaddin gibi koşup gelebilirdim yanına!
Kucaklayabilirdim seni!
Ağrıyan yanına merhem olabilirdim.
Yerde, gözü yaşlı ananın başını okşayabilirdim!
Ağlayan bebeğinin gözünün yaşını Hz. İbrahim’in (a.s.) serinliği ile söndürebilirdim.
Namusuna göz dikilen kardeşime sahip çıkabilirdim!
Daha bebeği karnındaki ananın şehit edilmesine izin vermeyebilirdim!
Korkudan titreyen Muhammed’e (s.a.v.) sımsıkı sarılıp onunla cennete yürüyebilirdim!
İşkence ile şehit edilen Hattab ben olabilirdim!
Ve Gazze, senin yerine ben ölebilirdim…
Şimdi hangi yüzle dua edeceğim sana?
Ah Gazze, senin imanına ulaşabilecek miyim?
Seninle aynı Cennet’e nasıl talip olacağım ki?
Özür dilerim Gazze…
Sen dua et bana, ahvalimi acizliğime ver olur mu?
Cennet-ül Bâki sana mübarek olsun…
Mübarek olsun sana Firdevs makamın…
Esselamu aleyküm, Ey Cennet’in En Güzel Kokusu…