İslam’da cihadın felsefesi, illeti, gayesi ve maksadı nedir ki acaba? Bu kavram neden bu kadar önemlidir?
Dünyanın tam ortasında/Ortadoğu’da karanlık her tarafı sarmışken, tüm dünyanın gözleri önünde İsrail’in hunharca soykırımı devam ederken cihadın içeriğini, felsefesini ve gayesini konuşmak ne derece güçtür, varın siz hayal edin!
İsrail’in bu katliamı ve bu katliama sessiz kalan reel-politik duvarına/açmazına çarpan İslam ülkeleri, turnusol kâğıdı misali bütün maskeleri bir bir aşağı indirmiştir ve indirmeye de devam edecektir. İşte bu mutlak şer güçlerin karşısında isabetli bir duruş sergileyecek eyleme sahip, cihadın felsefe ve gayesini idrak etmiş ve bu bilinç ve şuurla hareket eden bir topluluk ancak caydırıcı bir güce sahip olabilecektir.
Bugün bizler 7 Ekim Gazze olaylarıyla beraber, bu şuurla hareket eden izzetli, İzzettin Kassam tugaylarının ve diğer izzetli grupların iki yüz günü aşkın direnişlerine şahitlik etmekteyiz. Deyim yerindeyse 7 Ekim artık yeni bir takvimin başlangıcıdır. Bir milattır. Cihadın gayesinin ve maksadının idrakinin miladıdır. Cihadın maksadını ve gayesini bize aşikâr kılan Kur’anî şuurdur. Bu şuur, cihadın yalın bir söylemden ibaret olmadığını bizlere dikte etmektedir. Kur’ân-ı Kerim’in düşünsel çerçevesini/evrenini ve varlık anlayışını, yani ilahî ve insanî boyutlarını kavradığımızda cihadın maksadına da vukûfiyet kesb etmiş olacağız.
Kur’ân’a nazar ettiğimizde cihad kavramının, İslam ümmetinin inşasında bağımsızlık teminatıyla atbaşı giden, İslam ümmetinin yaşadığı coğrafyanın bağımsızlığını, özgürlüğünü ve sürekliliğini teminat altına alan yegâne bir kavram olduğunu görürüz. Kerim kitabımız cihadı, insana yüklenilen halifelik ve emanet bilinciyle ve medeniyet kurucu unsurla eşdeğer zikreder. Kur’ân’a göre cihad, aynı zamanda bizim ötekiyle olan yerimizi de inşa eder. Bu durum cihada konu olan alanları da izhar eder. Onlar da siyasi, askeri, sosyal/kültürel bütün toplumsal dinamiklerdir.
Cihad aynı zamanda İslam savaş hukuku ve ahlâkını da bizlere ibraz eder. Anlaşılacağı üzere Kur’ân’ın cihad anlayışı, çok yönlü ve dinamiktir. Örneğin zihni inşa süreci olan Mekke’de inen ayetlerde cihat kavramıyla muhatap bir düşmanla savaş kastedilmemiştir. Bu dönemde cihad, daha genel bir bilinç ve İslâmî şuur inşasıdır. Medine’de inen ayetlerde ise daha çok dar anlamıyla savaş hukuku, İslam toplumunun ve devletinin korunması özeline evrilmiştir. İslam toplumunun ve İslam’ın gelişmesini istemeyen külli şer güçler, cihad kavramının içeriğiyle oynayarak kavramın çok yönlülüğüne ve aktifliğine ket vurmuşlardır. Cihatsız bir İslam mefkuresi için bütün çabalarını sarf etmişler; kendilerince pasif, edilgen İslam toplumları inşa etme sürecinde, din ve toplum mühendisliğine soyunmuşlardır. Maalesef bu konuda başarılı sonuçlara da imza atmışlardır. Bütün İslam toplumları bunun örnekliğiyle doludur.
Kur’ân’a baktığımızda cihadın illeti, gayesi ve maksadı tartışmaya mahal vermeyecek netliktedir. Cihad kavramın odak noktasında yeryüzünden fitneyi kaldırmak ve i’lây-ı kelimetullahı/hakkı yüceltmek vardır. Yani Allah’ın adını dolayısıyla onun şeriatını ve İslâm’ın tevhid akîdesini şanına uygun bir biçimde yüceltip dünya ölçeğinde yaşanılır bir konuma/düzleme getirmek vardır. Bununla bağlantılı olarak yeryüzünü imar ve yeryüzünün ifsadına dur demek vardır. Mâide Sûresinin 33. âyet-i kerimesi bunun için güzel bir örnektir: “Allah ve Resul’üyle savaşanların ve yeryüzünde bozgunculuk yapmaya çalışanların cezası öldürülmeleri veya asılmaları veya ellerinin ve ayaklarının çapraz kesilmesi veya yerlerinden sürgün edilmeleridir. İşte bu durum, onlar için dünyada bir rezilliktir. Ahirette ise onlar için büyük bir azap vardır.” Zulme uğramak ya da mazlumu korumak, İslam ümmetine yönelik saldırıları önlemek cihadın bir illeti ve maksadıdır ve cihad kavramı bunu içerisinde barındırır. Hac Sûresinin 39, Tevbe Suresinin 7 ve 40, Mümtehine Suresinin 8. Ayet-i kerimeleri bunun güzel örnekleridir: “Kendileriyle savaşılan kimselerin, zulme uğramaları nedeniyle, savaşmalarına izin verildi. Kuşkusuz Allah, onlara yardım etmeye kadirdir.” “Eğer müşriklerden biri senden korunma isterse, ona bu korumayı sağla ki Allah’ın sözlerini öğrenip anlama imkânı bulabilsin. Sonra da onu güven içinde olacağı yere ulaştır. Zira bunlar, gerçeği bilmeyen bir halktır.” “Eğer siz ona yardım etmezseniz, iyi bilin ki Allah ona yardım etmişti. Hani Kafirler onu çıkardıklarında iki kişiden ikincisiydi. İkisi mağaradayken, o, arkadaşına: “Üzülme, kuşkusuz Allah bizimle beraberdir.” demişti. Bunun üzerine Allah, üzerlerine dinginlik ve güven indirmişti. Onu, sizin görmediğiniz güçlerle desteklemişti. Ve küfredenlerin sözünü alçaltmıştı. Allah’ın sözü ise en yüce olandır. Allah, mutlak üstün olandır, en iyi hüküm verendir.” “Allah; sizi, din konusunda sizinle savaşmayan ve sizi yurdunuzdan çıkarmayan kimselere iyilik yapmaktan, onlara karşı hak neyse onu yapmaktan alıkoymaz. Kuşkusuz ki Allah, haktan ve haklıdan yana olanları sever.” Fitneyi ortadan kaldırmak ve dinin yalnızca Allah’a ait olduğunu sağlamak cihadın hem kavramsal bağını ve dinamiğini oluşturur hem de cihadın illet ve gayesidir: “Fitne kalmayıp, din tamamıyla Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse zalimlerden başkasına düşmanlık yoktur.” (Bakara, 2/193). “Fitne kalmayıp, din tamamıyla Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse kuşkusuz Allah onların ne yaptığını görmektedir.” (Enfâl, 8/39). Aynı şekilde antlaşmaları bozarak düşmanla İslam toplumuna karşı iş birliğine gitmek cihadın varlık sebebi, illeti ve gayesidir: “Onlar, kendileriyle antlaşma yaptığın halde, her defasında hiç çekinmeden antlaşmalarını bozan kimselerdir. Eğer savaşta onları yakalarsan, geride kalanlara ders olacak şekilde onları darmadağın et. Belki akıllarını başlarına alırlar.” (Enfâl, 8/56-57).
Kur’ân’a göre cihad, insan hak ve hürriyetlerine, ahlâkî yapının korunmasına arka çıkarak evrensel ilkelerin teminini sağlar. Aynı zamanda cihad, bunların devamı için evrensel bir duruşu ifade eder. Bu nedenle tarihteki savaşların illet ve gayeleriyle Kur’an’ın ana düsturlarından olan cihad kavramı aynı içeriğe sahip değildir. Cihad kavramı kişisel kini, tahakkümü, dünya menfaatini, şehevi arzuları, soykırımı, çapulculuğu, kısacası gayr-ı insani eylemleri bünyesinde barındırmaz. Bu şekle dönüşmüş bir savaş, cihad olarak nitelenemez. Tam tersine cihad, savaşta dahi insan hak ve hürriyetlerini zedeleyen gayr-ı insani eylemleri ortadan kaldırmak; hak ve hakikati yüceltip yaymak içindir. Bu bağlamda İran Kisra’sının Hz. Ömer’in elçisi Rib’î b. Amr el-Ensârî’ye sorduğu soru ve soruya verilen cevap çok önemli bir kriteri sahada beyan etmektedir. Can alıcı soru şudur: “Siz Araplar deve sütü içmekten ve keler eti yemekten başka bir şey bilmezsiniz. Ne işiniz var burada?” İşte bu soruya verilen cevap, hem cihadın kavramsal içeriğini hem de gayesini muhtevidir: “Dileyenleri kula kul olmak yerine Allah’a kul olmaya davet etmek, dinlerin zulmünden kurtarıp İslam’ın adaletiyle buluşturmak, dünyanın darlığından alıp dünya ve ahiretin genişliğine kavuşturmaktır.” (İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, Dârü İhyâi’t-Türâsi’l-Arabiyye, 1988, VII. 46.)
Hülasa Kur’ân’a göre cihadın gayesi, adil bir toplum düzeninin inşası, inançları ve mukaddesatı uğruna mücahede/mücadele ve bu alanın yaşanılır kılınması, ahlâkî ve insanî alanın temini ve ihyası, iyiliği emretme ve kötülüğün/şerrin yasaklanması ve ortadan kaldırılması için çaba sarf etmektir. Burada hedef bütün insanlıktır. Butik bir anlayış cihadın evrenselliğine ket vurur. Bu durumun neliğini, zamanını, nasıllığını ve bütün inceliğini Allah Teâlâ şöyle ifade buyurarak açıklar: Size ne oluyor da Allah yolunda “Ey Rabbimiz! Bizi halkı zalim olan şu beldeden kurtar ve rahmetinle bize sahip çıkacak bir koruyucu ve destek olacak bir yardımcı gönder!” diye yalvaran güçsüz erkekler, kadınlar ve çocuklar için savaşmıyormusunuz? (Nisa, 4/75)
Unutmayalım ki, “Sadece Allah’ın adı yüce olsun diye (i’lay-ı kelimetullah için) cihat eden kişi Allah yolundadır” (Kâmil Miras, Tecrid-i Sarih Tercümesi, VIII, 281-282).