17 C
Bursa
21 Kasım 2024 Perşembe
spot_img
Ana SayfaSağlıkDiyetisyen Gözüyle Diyabet

Diyetisyen Gözüyle Diyabet

Diyabet vücudumuzda bulunan pankreas adlı bezin yeterli miktarda insülin üretememesi veya ürettiği insülin hormonunu vücudumuzun etkili bir şekilde kullanamaması sonucu gerçekleşmektedir. Diyabet; Tip 1, Tip2, Gestasyonel diyabet ve spesifik nedenlere bağlı diyabet olmak üzere çeşitli sınıflarda incelenmektedir. Tip 1 Diyabet genellikle erken yaşlarda başlar ve mutlaka insülin kullanılması gerekir. Tip 2 Diyabet ise genellikle ileri yaşlarda (35 yaş ve üzeri) ortaya çıkmakta ve sebebi de sağlıksız yaşam biçimi davranışları ve aile öyküsü olabilmektedir. Tip 2 Diyabet beslenme, fiziksel aktivite ve kan şekerini düzenleyici ilaçlarla kontrol altına alınabilir. Gestasyonel diyabet de genellikle hamilelik döneminde ortaya çıkan bir diyabet çeşididir. Gebelerin genellikle 2. Veya 3. Trimesterlerinde (3. Aydan sonra) ortaya çıkmaktadır.

Diyabetteki belirtilere baktığımızda sürekli susama hissi/ağız kuruluğu, çok su içme (idrarla kaybedilen vücut suyunun eksikliğini gidermek için.), sık sık ve bol miktarda idrara çıkma, kilo kaybı/kilo artışı ve davranış değişiklikleri (agresiflik gibi) gözlemlenebilmektedir.
Diyabet tedavisinde beslenmenin rolü oldukça büyük. Özellikle beslenme tedavisi kişinin hem hastalığının seyrini hem de düzeyini belirleyen en önemli faktör diyebiliriz. Elbette az önce de bahsettiğim gibi farklı diyabet türleri mevcut. Beslenmenin düzenini belirleyebilmemiz için diyabetin tipi, bireyin yaşı, bireyin kilosu, beslenme alışkanlıkları, kullandığı ilaçlar, ek hastalık varlığı öğün saatleri, fiziksel aktivite durumu, kan şekeri ölçüm saatleri, insülin kullanımı (kullanılıyorsa hangi tip) gibi pek çok etken söz konusu. Burada önemli olan tüm bu faktörleri göz önünde bulundurulmuş bir şekilde hazırlanan bir diyet listesi ile devam etmek. Çocuk veya yetişkin fark etmeksizin yeterli ve dengeli beslenmeyi sağlayabilmek bizim için çok önemli. Hazırlanan diyet programı diyabetli bireyi ne hipoglisemiye ne de hiperglisemiye girdirmemeli. Ve tabii ki diyabetli bireyin her ne kadar zor gelse de diyet planını hayatına entegre etmeli.

Eğer ki birey karbonhidrat sayımını bir diyetisyen yardımıyla öğrenmişse o zaman insülini de kendi hayatına daha kolay adapte edebilmekte. (Tip 1 Diyabet açısından konuşuyorum.) Ancak bazen karbonhidrat sayımı eğitimi eğitim düzeyiyle bağlantılı olarak tam olarak öğrenilemiyor. Gerek hasta çocuk olsun (bu durumda aileleri daha çok devreye giriyor), gerekse yetişkin olsun kavranılması gereken bir konu. Kan şekerini esas olarak karbonhidrat içeren besinler oluşturduğu için karbonhidrat içeren besinler bu kan şekeri dengesini daha çok değiştirir. O sebeple insülin kullanan insanlarda karbonhidrat sayımı yöntemi çoğu zaman hayat kurtarıcı bir yöntemdir.

Karbonhidratların kan şekeri üzerindeki dengeyi değiştirdiği konusundan bahsettik. Peki, karbonhidrat tüketmeden mi yaşanmalı? Elbette hayır. Hatta beslenmenin büyük bir kısmını karbonhidratların oluşturduğunu söyleyebiliriz. O zaman neye dikkat etmeliyiz? Bu sorunun cevabı olarak ‘’glisemik indeks’’ ve ‘’glisemik yük’’ kavramları ortaya çıkıyor. Glisemik indeks, bir besinin vücuda alındıktan sonra kan şekerini yükseltme kapasitesine verilen addır. 50 gram karbonhidrat içeren test yiyeceğinin 2 saat içerisinde oluşturduğu kan glikozunun artış alanının, aynı miktarda karbonhidrat içeren referans yiyeceklerin oluşturduğu kan artış alanına kıyaslanmasıyla elde edilir. Tanımından da anlayacağınız üzere bir besinin glisemik indeksi ne kadar yüksekse, kan şekerini o kadar hızlı yükseltir. Glisemik indeks sınıflandırılmasında gıdalara 0-100 arasında değer verilir. Glikoz, kan şekerini en çabuk yükselten karbonhidrat türü olduğu için de glikozun glisemik indeksi 100’dür. Yani parametre glikozun glisemik indeksi üzerinden yürür. 0-55 ise Düşük glisemik indeks, 56-69 ise Orta glisemik indeks, 70-100 ise Yüksek glisemik indeks olarak adlandırılmaktadır. Bizim için diyabette düşük glisemik indeksine sahip besinleri tüketmek gerekmektedir. Peki, glisemik indeksi düşük olan besinleri istediğimiz kadar tüketebilir miyiz? İşte tam da bu noktada devreye ‘’Glisemik Yük’’ tanımı girmektedir. Glisemik Yük, belirli miktardaki spesifik bir besinin oluşturduğu insülin ihtiyacı ve glisemik yanıt seviyesini belirler. Spesifik bir besinden ne kadar karbonhidrat aldığımız besinini glisemik indeksiyle beraber değerlendirilmelidir. Glisemik Yük= Glisemik İndeks/100 X karbonhidrat Miktarı(g) şeklinde hesaplanabilir. Örneğin 1 ince dilim tam buğday ekmeğinde 15 gram karbonhidrat bulunmaktadır. Tam buğday ekmeğinin glisemik indeksi 50’dir. Bu durumda glisemik yük=50/100×15=7.5 g.

1 günde her öğünde 2’şer dilim olmak üzere toplamda 6 dilim tam buğday ekmeği tüketirsem; 7.5X6=45 g elde edilir. Peki, bu 45 değeri iyi mi kötü mü? Bunu nasıl değerlendirmeliyim? Besin Porsiyonu; 0-10 ise düşük, 11-19 ise orta, 20 ise yüksek olarak değerlendirilir. 1 günlük tüketim; 80 ise düşük, 100(79-119) ise orta, 120 ise yüksektir. Elbette bunların hepsini hesaplayarak yaşayamazsınız. Ancak glisemik indeksin ve glisemik yükün önemini kavramanız ve buna uygun hareket etmeniz bizim için önemli. Bunlara uygun beslenmenin sağlanması için görevli kişiler diyetisyenlerdir. Sizin dikkat etmeniz gereken kısım şu; süt ve süt ürünleri, et, yumurta, ekmek ve tahıl grubu, sebzeler ve meyvelerin hepsini düzenli bir şekilde tüketebilmek. Bu tanıyı aldıktan sonra zaten diyetisyeniniz size hangi besin grubundan ne kadar tüketmeniz gerektiğini anlatacaktır. Ancak genel olarak baktığımızda şekeri hayatınızdan çıkarmanız gerektiğini, pirinç pilavı yerine bulgur pilavının tercih edilmesinin önemini, ekmek olarak tam buğday veya kepek ekmek gibi esmer ekmeklerin tercih edilmesi gerektiğini, meyvelerin yanında mutlaka süt ürünü veya kuruyemiş tercih edilmesi gerektiğini (bu şekilde kan şekeriniz daha yavaş yükselecek), haftada mümkünse 2 kez balık tüketiminin size iyi geleceğini, yağ olarak doymuş yağları tercih etmememiz bunun yerine yemeklerimizde zeytinyağı tercih etmemiz gerektiğini, yemekleri pişirme yöntemi olarak haşlama, ızgara, fırında veya buğulama olarak tercih etmeniz gerektiğini ve fast food gibi besinlerden uzak durmanız gerektiğini bilmelisiniz. Genellikle karbonhidratlara takılı kaldığımız için şu kısım aklımızdan çıkabiliyor. Çok yağlı bir öğün yaptığınızda da hemen olmasa da ilerleyen saatlerde kan şekeriniz birden yükselebilir. O sebeple çok yağlı öğünlerden de kaçınmalısınız. Ve beslenmenizin en önemli parçası olan su tüketimini de söylemeden geçmeyelim.

Elbette beslenmenin yanında diyabet ve fiziksel aktivitenin ilişkisinden de bahsetmeden olmaz. Kan şekerinin düzenlenmesinde insülin tedavisi ve beslenmenin planlanmasından sonra, egzersiz üçüncü önemli bileşendir. Egzersiz, kan şekeri düzeyinin dengede tutulmasına yardımcı olur. Egzersiz yapan hastalarda ileri dönemde de ortaya çıkan komplikasyonların belirgin olarak azaldığı gösterilmiştir. Elbette egzersizi diyabetli bireylerin hayatlarının bir noktalarına koymalarıyla birlikte ona da uygun bir beslenme ve kan şekeri düzenlemesi gerekmektedir. Özellikle egzersiz sırasında kan şekeri düşebileceği için bireylerin yanlarında kesme şeker bulundurmaları da gerekmektedir. Egzersizi açken veya yemekten hemen sonra yapılmamalı, ideal olarak yemeklerden 1-2 saat sonra yapılmalılardır. Eğer diyabeti olan kişi insülin kullanıyorsa kullanılan kısa ve hızlı etkili insülinin pik saatlerine dikkat edilerek egzersiz zamanı planlanmalıdır. İnsülinin hızlı emilimine yol açacağı için egzersizin aktif olarak etkilediği bölgeye insülin yapılmamalıdır. Yani eğer karın kaslarınızın veya bacaklarınızın çalıştığı bir egzersiz yapıyorsanız ne karnınıza ne de bacağınıza insülini yapmamalısınız. Şu konu da çok mühim eğer ki egzersizden önce kan şekeri 100 mg/dl altında ise yoğun egzersiz yapılmamalı. 100-200 mg/dl ise 15 g ek kompleks karbonhidrat (yaklaşık 1-15 g/kg) alınmalıdır. Ondan sonra egzersiz yapılmalıdır. Yine diyabetlilerde diyabetik ayak dediğimiz bir problem de söz konusu olacağı için egzersiz sırasında ayakkabı seçimlerinizin de önemi söz konusu.

Bu bahsettiklerimiz gerçekten diyabetli bireyler için oldukça önemli hususlar. Pek çok diyabetli bununla yaşamayı öğrenmek durumunda. Hem kendi izlemini yapmalı hem de gerektiği durumlarda hastaneye başvurmalı. Sadece gerekli durumlarda değil kontrollerini de aksatmamalı. Çünkü diyabet kontrol altına alınmazsa farklı komplikasyonlara neden olabilecek önemli bir sağlık sorunu. O sebeple yazımızın en başında da bahsettiğimiz gibi hem hastalığın seyrini hem de düzeyini yaptıklarınızla sizler belirleyebilirsiniz. Eğer ki herhangi bir tanı almadıysanız ama bu konuda bir şüpheniz varsa yukarıda bahsettiğim belirtiler sizde bulunuyorsa mutlaka test yaptırmalısınız. Çünkü diyabetlilerin %50’si maalesef ki diyabet olduğunun farkında değil. Yapılan testler sonucunda kişinin 8 saat açlığı takibiyle bakılan kan şekeri 126 mg/dl. üzerinde ise veya Oral Glikoz Tolerans Testinin 2. saatindeki kan şekeri 200 mg/dl. üzerinde ise; polidipsi, poliüri gibi belirtilerin olduğu bireylerde herhangi bir zamanda bakılan kan şekeri 200 mg/dl’nin üzerinde ise “diyabet” olarak tanı alıyorsunuz. Aslında tanısı da oldukça kolay o sebeple erken teşhis pek çok sağlık sorununda olduğu gibi diyabette de hayat kurtarır.

Diyabet konusu üzerine çokça konuşabileceğimiz bir konu ancak kısaca genel hatlarıyla bahsetmek istedim. Sorularınız varsa yorumlardan veya sosyal medya hesaplarımdan iletebilirsiniz.

YAZARIN DİĞER MAKALELERİ

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

SOSYAL MEDYA

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
4,338TakipçilerTakip Et
- Reklam -spot_img

Yeni İçerikler

Son Yorumlar

Hatice yorumladı Yalan Dünya
Sümeyye yorumladı Yalan Dünya
Başak koçoğlu yorumladı Gençlik ve Din
Yunus yorumladı Gençlik ve Din
Levent Ateş yorumladı Gençlik ve Din