Site icon İslam & İslamiyet – Kevser.Org

Gençlik ve Din

Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla…

Belki de çoğumuzun duyduğu, kullandığı bir söz var ya hani: “Bu gençlik nereye gidiyor?”

Gençler dini bir arayışa giriyor ve sadece İslam dinini araştırmıyorlar; inanabilecekleri bir din arıyorlar. Çünkü insan fıtrat üzere doğar ve din fıtridir; yani insan inanmaya kodlanmış olarak doğuyor. Ergenlik dönemiyle beraber dini şüphe, dini sorgulama, araştırma dönemine giriyorlar.

Evet, bu çok normal bir dönem fakat gençler, çocukluk döneminde kulaktan dolma yanlış bilgiler öğrenmişlerse, Allah (c.c.) ile korkutulmuşlarsa (Allah yakar, Allah taş eder gibi) ya da dini baskı ve zorlamalara maruz kalmışlarsa o zaman işler daha vahim duruma gelebiliyor, hatta dinden kopmalar, soğumalar dahi olabiliyor (Allah muhafaza).

Peki, biz yetişkinler olarak bunun faturasını gençlere mi keseceğiz? Bu konuda biraz da kendimizi sorgulamamız gerekmez mi? “Ne verdik ki gençlerden ne bekliyoruz?” dememiz gerekmez mi?

Yüce Rabbimiz insanı eşref-i mahlûkat olarak yaratmıştır ve insana bazı sorumluluklar yüklemiştir. O’nu (C.C.) tanımak, O’na kulluk etmek ve ahlaki değerlere bağlı olarak hem dünya hayatına hem de sonsuz olan ahiret hayatına hazırlanmamızı istemektedir. Biz toplum olarak Allah’ı (C.C.) ne kadar tanıtabildik, ne kadar kulluk edebildik? Peygamber Efendimiz’i (binler salat, selam olsun) ne kadar tanıtabildik? O’nun (S.A.S.) gençlere ne kadar değer verdiğini, gençlere inanıp güvenip ne kadar önemli görevler verdiğini ne kadar anlatabildik? Örneğin, Usame bin Zeyd’e ordu komutanlığı görevi verildiğinde Zeyd on sekiz yaşındaydı. Bizler günümüzde on sekiz yaşındaki bir gencimizi nasıl görüyoruz? Birçoğumuz onları çocuk olarak görüp sorumluluk bile vermiyoruz. İslam’ı sevgi dini, hoşgörü dini olarak tanıtamadıktan sonra daha çok sorarız “Bu gençlik nereye gidiyor?” diye.

Bizler neler yapmalıyız? Dini, doğru bilen kişilerden ve kaynaklardan öğrenmeli; onların o tertemiz kalplerine kirli eller değmeden bizler dokunmalıyız. İslam’ın güzelliklerini onları bunaltmadan, sıkmadan, mütebessim bir çehreyle anlatmalıyız ve onların da bir birey olduklarını hissettirmeliyiz. Dostlar, hepimize çok iş düşüyor. Gençlerin kalbine sevgiyle, aşkla, onları anlamaya çalışarak, sabırla dokunmalıyız; yapabiliriz, yapmalıyız. Şefkatle, yumuşaklıkla, nezaket kuralları içinde terbiye etmek Resulullah (s.a.v.) Efendimiz’in yolu ve metodudur. Çocukta bir hata veya istemediğimiz bir hâl görürsek çare nedir, neler yapmalıyız? Doğrusu şu ki hatasından dolayı kızmadan uyarmak; şefkatle davranmak, kırmadan hatasını sezdirmek ve özellikle de arkadaşlarının ve yakınlarının yanında onları incitecek söz ve eylemlerde bulunmamalıyız. Bu, onlarda derin yaralar açabilir; bizden uzaklaşmalarına ya da kendi içine kapanmalarına sebebiyet verebilir.

Bildiğiniz gibi Hz. Ali’nin bir sözü var: “Bir insana başkaları yanında verilen öğüt, öğüt değil hakarettir.” Öğüt verirken bile hassasiyet göstermemiz isteniyor bizlerden. Peki ya haklar konusu? Hep duyarız anne-baba hakkı, komşu hakkı, akraba hakkı; peki, yavrularımızın da hakkı yok mu? Bir hadis-i şerifte “Çocuğun senin üzerinde hakkı var.” (Müslim, Sıyâm, 183.) buyurulmaktadır. Çocuklarımıza helal lokma yedirmek, güzel ve temiz elbiseler giydirmek, iyi bir eğitim almalarını sağlamak öncelikli görevimizdir. Bizler gençlerden memnun olmak, razı olmak istiyoruz ama ben diyorum ki onlar da bizlerden memnun ve razı olsunlar.

Araf Suresi 199. ayet-i kerimede Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Resulüm! Sen yine de af yolunu tut, iyiliği emret ve cahillerden yüz çevir.” Bizler de affedici olalım ve iyiliği tutalım inşallah.

Unutmayınız ki mükemmel olan Müslümanlar değil; İslam’dır.

Bizi İslam’la şereflendiren Rabbimize hamdolsun.

Exit mobile version