Site icon İslam & İslamiyet – Kevser.Org

Gerçek Müslüman Terörist Olamaz

GİRİŞ

Bu yazımızda okuyucularımıza, Brüksel’de 1995 yılı haziran ayının 4. sayılı, Le Conseil adlı derginin Amale HAYARAN imzasıyla “Gerçek Müslüman Terörist Olamaz!” adlı Fransızca yayımlanmış makalenin çevirisini arz etmek istiyoruz. Bu makalede, gerçek bir Müslümanın terörist olamayacağı gerçeğinin nasıl ortaya koyulduğu görülecektir. Aradan yirmi sekiz yıl geçmesine rağmen makalenin hala orijinalliğini koruması dikkat çekicidir. Dilimize çevirdiğimiz söz konusu yazının metni şöyledir:

“Günümüzde İslâm’dan bahseden bir kitabı, herhangi bir gazetede çıkan bir yazıyı veya televizyon programlarından İslâm’a değinen bir programı gördüğümüzde, İslâm kelimesinin yanına neredeyse ucuz kelimeler eklenmeden geçilmemektedir. ‘İslâm radikalizmi, İslâm fanatizmi, İslâm terörizmi’ gibi ifadeler… Aslında böyle bir konuya temas etmeye iten neden; bu durumun hassasiyet kazanmasıdır. Bu yabancı kökenli terimlerin kullanılması nedeniyle artık Müslümanlarda sadece terör sıfatı görünür oldu. İnsan bu gibi münasebetsiz sözcükleri duya duya artık kendisinde bir nevi şüphe uyanarak şu soruyu sormaya başlar; Müslümanlar gerçekten terörist olabilir mi?

Yazımızda, ön yargılı olmadan insaf ve adalet ölçüsüyle kimin gerçek terörist olduğunu açıklamaya çalışacağız. Konumuza, bir hayli zaman önce Amerika’nın, Oklahoma şehrinde meydana gelen patlama olayına değinerek başlamamız her halde yerinde olacaktır. Fark edildiği gibi olayın hemen akabinde, Batılı medya şu düşük sözleriyle Müslümanları suçlamaya koyulmuştur:

“Bu terör olayının arkasında Müslümanların parmağı olması muhtemeldir”.

Dünya kamu nazarında bu olayın Müslümanlara yüklenmesi için terör kelimesiyle nitelendirilmesi yeterliydi zaten. Ki ilk günden gerçek suçluyu yakalayıncaya kadar durum böyle idi. Terör ve teröristlerden söz ediliyordu. Ne zamanki bu olayın faili Amerikalı bir asker olduğu meydana çıktı birdenbire medyadan bu sözcük kalkıverdi. Çünkü bunu yapan bir Amerikalıydı. Olaya patlama veya tahribat ameliyesi demeleri yeterliymiş. Dolayısıyla terör olayı denilmesi uygun olmayıp failine de terörist demek doğru olmazmış. Özellikle de bu asker körfez savaşının kahramanlarından birisiymiş.

Yeri gelmişken hemen şunu belirtelim ki; Londra hava alanında Ürdünlü bir Müslümanı tutukladıkları vakit, Jhon Major büyük zaferi ilan etmek için İngiliz parlamentosunun ortasında ayağa kalkmıştı. Çünkü patlamayı meydana getiren teröristi tutuklattırmıştı. Akabinde parlamentodan büyük alkış görmüştü. Bu Ürdünlü Müslüman, nezaret esnasında kendisine çok kötü muamele yapıldığını bizzat anlatmıştır. Lakin faili onun olmadığı ortaya çıkınca zalimler başlarını eğdiler. Hala o güne kadar bu vakıada parmağı olanlar araştırılmakta idi. Ama az önce de ifade edildiği gibi ondan sonra terörizm ve teröristlerden bir kelime dahi söz edilmiyor. Bu olayı geride bırakırken diyebiliriz ki, günümüzde ciddi bir şekilde ve uluslararası düzeyde insanlar, İslâm ve Müslümanlardan korkutulmaktadır. Nitekim Amerika ve muhtelif Avrupa ülkeleri onlara terörist, radikal ve köktenci gözüyle bakmaktadırlar.

Rusya’da komünist rejim yıkılınca Atlantik paktın genel sekreteri şöyle diyordu:

“Dünyada ve dünyadakiler için tek ve en büyük bir tehlike kalmaktadır; o da İslâm radikalizmidir”.

Böyle bir sözü işiten her insan kendi kendine şunu sorar:

Dürüstlük, tarafsızlık ve ahlâk ölçüleri nerede kaldı? Gerçekten bu günkü Müslümanlar dünya için bir tehlike arz ediyorlar mı? Halbuki Müslümanlara bakılırsa miskindirler, dünyanın her yerinde ezik durumdadırlar. İdarecisiyle, halkıyla, iyisi ve kötüsüyle, kuvvetli ve zayıfıyla aşağılanmıştır. Dünyanın her tarafında öldürülmekte olan yine onlardır. Kaldı ki üzerlerinden bu belayı bile defetmekten acizdirler. Hala bugün Müslümanlar Bosna, Çeçenistan, Filistin vb. yerlerde gördüğünüz gibi boğazlanmakta ve ülkeleri dünya haritasından silinmekte, Keşmir ve daha birçok yerlerde hayatını kaybetmektedirler.

Durum böyleyken, onları öldüren ve boğazlayan veya duyarsız olan zorba ve dikta bu mücrim caniler, Müslümanların dünya için bir tehlike arz ettiğini söylemekten de geri kalmıyorlar. Neredeyse her zaman ve her yerde artık İslâm radikalizmi ve İslam terörizmi namelerini ne yazık ki duymaktayız. Ne acayip ve garip bir dünyada yaşıyoruz.

Ne zaman bir millet topraklarını hürriyete kavuşturmak için karşı koymak istese ve bunlarda Müslüman değilse haklarında:

“Onlar kahramandır, cesurdur, haklıdırlar, bunun uluslararası resmi bir meşruiyeti vardır” denilir. Lakin bu karşı koyanlar, Müslümanlardan olup topraklarını hürriyete kavuşturmak, din ve ırzlarını korumak için savaşıyorlarsa bunlara Terörist denilir. Veya herhangi bir beldenin zalim ve diktatör idarecisine karşı Müslüman olmayan bir halk ayaklandığında, bütün dünya onları sıvazlayıp destekler:

“Bunlar hür ve kahramandırlar, o ülkeye demokrasi dönünceye kadar onlar desteklenmeli ve yardımcı olunması gerekir” derler. Şayet bunlar Müslüman bir halk ise, onlar radikal ve terörist addedilirler.

Bu sözlerimizi arz ederken Müslümanları her şeyden tenzih etmek istemiyoruz. Çünkü onlar da birer insandır. Bazen fertlerinden, herkesten önce İslâm’ın dahi reddettiği ve hoş görmediği hata ve hareketler zuhur edebilir. Yalnız bunlar ferdî olmaktan ileri gitmez ve İslâm Dini bunun sorumluluğunu yüklenemez. Ama ne yazık ki Batı, fertlerden birinin işlediği her ameliyenin sorumluluğunu İslâm’a yüklüyor. İrlandalı Katolik Cumhuriyet Ordusu’nu duymuşsunuzdur. 1969 senesinden beri irtikap ettikleri terörist hareketlerini de duymuş olmalısınız. 1970 yılından geçen seneye kadar üç binden fazla insan, bu teröristleri kurbanı olarak gitmiştir. Bu da İrlanda’nın içinde ve dışındaki Katoliklerin, Protestan ve İngilizlere karşı kıyam ettikleri terörist hareketidir. Buna rağmen bir kimsenin, hiç Katolik teröründen bahsettiğini duydunuz mu? Söz konusu tarihten beri, Protestanların yaptıkları bu terörist hareketleri nedeniyle Protestan teröründen bahsedeni işittiniz mi? İsrail devletinin kuruluşu iğrenç ve korkunç katliamlarla ve Siyonistlerin kullandıkları psikolojik savaş metotlarıyla doludur. Hiç Yahudi teröründen söz edildiğini duydunuz mu?[1] Bosna’da Müslümanlar ortodoksluk hesabına boğazlandıkları halde Ortodoks teröründen konuşan birisini gördünüz mü? Ama Müslüman fertlerden birlerinin bazı işler yapmaya kalkışmaları veya itilmeleri nedeniyle hemen ardından İslâm radikalizmi ve İslâm terörizmi diye duyarsınız.

Ahlâk konusunda bizlere ders vermeye kalkışan ve İslâm terörizmi ifadesini yayan bazı yazar ve gazetecileri görünce insan taaccüp etmekten kendini alamıyor. Bu gibi sözleri sarf edenler geçmiş tarihe bir göz atıp hali-hazırda bulunan gerçekleri görselerdi, İslâm ve Müslümanlar hakkındaki ayıp edici tutumlarından utanırlardı. Son geçen yarım asra bir göz atıverirsek, biz Müslümanlar dünya için neler yaptık? Birinci ve İkinci Dünya Savaşı’nı biz mi patlattık? Bu savaşları çıkaran batı idi biz değil. Şu an 50. yıl hatırasını andıkları 2. Dünya Savaşı’nda ölenlerin sayısı altmış milyon insandı. Bunun yarısı sivil halktı.[2] Harbin neticesi olarak milyonlarca insan soğuktan, açlıktan ve sadece Allah’ın bilip çektikleri zorluklar yüzünden mülteciler doğurmuştur. Her halde atom bombasını Hiroşima ve Nagazaki şehirlerine atan biz değiliz. Amerika’nın kendisi, 6 Ağustos 1945 senesinde Hiroşima’ya atom bombasını ondan üç gün sonra da bir ikincisini Nagazaki’ye atmıştır. İlki iki yüz bin insanın canına kıymıştır, ikincisi ise yüz bin!!![3] Atom bombasından elli sene sonra hala radyasyonları sivil halktan insan öldürmeye devam etmiş ve Japon halkının ruhî ve sosyal yaşamı üzerinde kötü etkiler bırakmıştır.[4]

         Araştırmacı uzmanların vermiş oldukları bir rapor üzerinde durmak istiyoruz. Verdikleri bilgiye göre, Amerika hiçbir zaman bu atom bombalarını atmak mecburiyetinde kalmamıştır. Çünkü Japonya savaşta mağlup olmuş, zaten teslim olmak üzere idi. Nitekim generaller atom bombasının atılmasını emreden Truman’a şöyle dediler:

“Bu atom bombasının atılmasında hiçbir zorunluluk yok, Japonya zaten mağlup oldu”.

Gerek savunma bakanı ve gerekse General Isenhaver’de aynısını söylediler. Buna rağmen atom bombası intikam, kibir ve terör ruhuyla atıldı.[5] Önlerinde başını kaldırmak isteyen herkesi böylelikle korkutuyorlar. Bu iğrenç cinayetleri işleyen biz değildik. Burada önemli olan sadece bu cinayetlerin iğrençliği değil, bilakis bunları işleyen şahsiyet ve ruhların iğrençliği söz konusudur.

İki yıl önce Washington Post dergisi bazı eski savaşçı şahsiyetlerle yapılan bir röportaj haberini yayınladı. Bunlar arasında Hiroşima ve Nagazaki şehirlerine atom bombasını bırakan kişiler de vardı. Bir de Japonya teslim olduğundan dolayı atılması tamamlanamayan üçüncü atom bombasını atacak olan pilot da hazır bulunuyordu. Kendisine soruldu:

Bu pilot ne cevap verdi dersiniz? Cevabı şu oldu:

Bu vahşi ve terörist ruhlu adamın söylediği söze bakınız. Kıyacağı insanlara acımıyor da gerçekleşmeyen hayaline acıyor. Hiroşima’ya atom bombasını atan şahsa soruldu:

“Bu konudaki duyguların nedir, bu bomba sebebiyle ölen bu kadar masum insan için kendinde bir pişmanlık hissetmiyor musun?”

Sizce ne cevap versin?

“Yaptığım cinayetlerden dolayı bir gece bile uykusuzluk sıkıntısı çekmedim, ben sadece üzerime düşen görevi yaptım” diye cevap vermiştir.

Sizce insanlık ruhu bu mudur? Hayır, bu vahşi ve vahşilerden daha şerli bir ruhtur. İşte terörist ruhu ve insaniyetsizlik ruhu budur. Buna rağmen görüyorsunuz ki, İslâm ve Müslümanları suçlama işine gelince mücrimlere bir şey denilmiyor. Bu yaklaşım, gerçekten zulümdür ve adaletle de hiçbir ilgisi yoktur.

Almanya’da 13 Şubat 1995 günü Deres’de şehrine yapılan hava saldırısının töreni yapıldı. Bu da bize, Batıda var olan terörizmin gerçek yüzünü ve derecesini ortaya koymaktadır. Nitekim söz konusu tarihte yedi yüz yetmiş dört İngiliz uçağı bu şehre iki ila dört ton yıkıcı ve yakıcı bomba salmış, böylece şehir harabeye ve ateş alevine dönmüştür. Bu yetmiyormuş gibi arkadan üç yüz on bir uçak, şehri bombalayarak harabe ve ateş alevini daha da ziyadesini eklemiştir. Neticede bu şehirde ölülerin sayısı yüz otuz beş bin sivildi.[6] İşin garip tarafı, bu şehrin hiçbir askeri değeri yoktu. Kültür ve medeniyete dair bir şeye sahip değildi, hiçbir stratejik önemi de yoktu. Müttefik güçlerin zarurî bir geçit alanı da değildi. Bombalamalarının bir tek nedeni vardı, oda intikam ve terör ruhlu olmalarıydı. Birbiriyle savaşan diğer kuvvetlerin hedeflerinden birisi de muhakkak ki terördü. Bu görüşle meşhur olanlardan biri İngiliz hava komutanı Ertir Haris idi. Bu terörist cani şöyle diyordu:

“Şehir ve sivillerin maneviyatını kırmamız ve kalplerine terör yerleştirmemiz için onları bombalamamız gerekir.”

Evet bunun diğer bir canlı örneğini körfez savaşında masum Irak halkına yapılırken gördük…

İslâm’ı yaşayan Müslümanlarla, İslâm ve Müslümanları suçlamaya kalkan ve savaşlarda çocuk, kadın, ihtiyar ve diğer insanları hedef alan batılı komutanların arasındaki farka bakınız; İslâm Hukukuna göre harp esnasında yaşlı, çocuk, kadın ve harple ilgisi olmayıp ücretle çalışan kimseleri öldürmeyi yasaklanmıştır. İslâm tarihi bunun canlı örnekleriyle doludur.[7]

Burada İslâm’ın önemli olan fetvalarından birisini ortaya koymak istiyoruz; Hâfız İbn Hacer, Fethu’l-Bârî adlı eserinde naklettiğine göre; İmâm Mâlik ile İmâm Evzâ’î şöyle demişlerdir:

“Mutlak olarak savaşta kadın ve çocukları öldürmek yasaktır. Velev ki düşman, kadın ve çocukları kendilerine siper yapsa veya bir kale (sığınak) de korunsa ve yanlarında kadın ve çocukları bulundursa veya gemiye binip yanlarına da çocuk ve kadınları alsa ne bu gemiyi batırmak ve ne de bu kaleyi topa tutmak, çocuk ve kadınlar bulunduğu müddetçe caiz değildir.”[8]

İşte bu konuda bu iki büyük imamın hükmü budur.

Umarız ki, yazımızın çıkış noktası olan bu dünyanın gerçek teröristlerinin kim olduğu konusunda sorduğumuz sorunun cevabına, gerçek verilere dayanarak tarafsız ve önyargılı olmadan bir yanıt getirmişizdir.”

Makalenin çevirisi burada son bulmuştur. Yazıda gerçek teröristlerin kimler olduğu açık bir dille anlatılmaktadır.

Durum böyle iken, bundan sonra bize düşen şey, Rabbimize güvenip dinimize bağlanmamızdır. Hakkın ve insanlığın düşmanları olanlar, Müslümanları korkutmak, dinleri, kimlikleri ve medeniyetleri hususunda şüpheye düşürmek istediklerini bilmeliyiz. İnancımıza ve kimliğimize bağlı kalmamız, dünya ve ahiret saadetimizin yegâne vesilesidir.

Hamd Âlemlerin Rabbi olan Yüce Allah’adır.


[1] Bkz. İlan Halevî, Sous İsrael, la Palestine, Paris, le Sycomore, 1987, s. 157.
[2] Bkz. Pierre Miquel, La seconde guerre mondiale, Paris, Fayard, 1986, s. 613.
[3] Bkz.  Pierre Miquel, La seconde guerre mondiale, Paris, Fayard, 1986, s. 599).
[4] Bkz. Shin-ichi ARAİ & Al., Atomic Bombs and Human beings, in Proc.
«A call from Hibakusha of Hiroshima and Nagazaki», Japan National Preparatory

Commitee, 1978, s. 97-129.
[5] Bkz. Pierre Miquel, La seconde guerre mondiale, s. 599.
[6] Bkz. Pierre Miquel, La seconde guerre mondiale, s. 586.
[7] Bkz. Mahmûd Şâkir, et-Tarîhu’l-İslâmî, el-Mektebu’l-İslamî, Beyrut, 1985, III, 66.
[8] İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, Dâru’l-Ma‘rife, Beyrut, ts, VI, 147.

Exit mobile version