“Bugün oturdum ve ölümü düşündüm, hiç hesapta yok iken, ve henüz yaşım bu kadar genç iken!”
Böyle ifade ediyordu, zihninde sıraladığı beyitleri.
Az soluklandıktan sonra anonsun çağrısına kulak verip, yolcusu olduğu firmaya doğru ilerledi. Çıktı basamaklardan, yaşından yorgun diz kapaklarının ağırlığını kambur sırtında taşımakta zorlandı. Doğrulamadan sıra numaraları yazılı oturaklardan birine oturuverdi.
Yolcular toparlandıktan sonra muavin kalkış çağrısını yaptı. O çağrıya dahi kulak vermek istemiyor, otobüsün buğulu camına kulak deliklerini tıkayıp kimsesizliğini dinlemek istiyordu.
Boylu boyunca uzanıyordu hatıraları zihninde, antika dükkanını andırıyordu gözleri, sürekli geçmişi düşünüyor şimdiki zamanına ufacık ilmek dahi atmak istemiyordu. Zihnini tozlu raflara teslim etmiyor sık sık tilavetler ile besliyordu.
Biran gözleri antikacı dükkanından sıyrılıp asfaltın şeridine takıldı. Beyaz renk ile boyanmış dümdüz bir çizgi… Sonu yok izlenimi verse de bir noktada kesileceği gerçeğini düşündü: “Hayat!” dedi, “hayat böyle bir şerit üzerinde işte! Kiminin beyaz, kiminin kara. Kim ak eyledi ise işte o vakittir vuslat”. Yüreğinde özlemini duyduğu vuslatı düştü hatırına, bir iç çekti. Sonra acı bir ağlamak düştü göğüs kafesine.
“Allah’ım, ömrüm hep bir arayış içinde geçti. Neyi aradığıma bir türlü anlam veremiyor, idrak edemiyordum. Dost dediğimin omzuna yaslanıp dinlenirim, sevdiklerimin dizinde iyileşirim zannediyordum. Çokça yoruldum ve ben henüz iyileşemedim. Çevremde çok insan vardı, önce rehberimden sonra yüreğimden bir bir sildim. Zor gelir zannediyordum tuhaf ki koca bir hissizliğe büründüm. O duygusal yanım, yanıp kül oldu sanki. Onca yaşanmışlıklarımdan tek bir gerçeği kazıdım zihnime. Ben senden başkasını aramıyormuşum! Benim özlemim yalnız sanaymış. Senin varlığına sığınınca iyileşecekmişim. Beni senden başkası anlamazmış. Ve ben, ya Rab şu sıralar Seni çok özlüyorum, daha önce sarılmadığım kadar sımsıkı sarılmak istiyorum varlığına. Ve benden razı olacağın zaman varmak istiyorum huzuruna, mahcubiyetimle değil. Niyazımı kabul eyle”, deyip göz kapaklarını sımsıkı kapadı bir daha açılmasına müsaade etmiyorcasına…
Sair vakitlerde gitmiş olduğu gassallık kursunda üzerine biçilen kefeni hocasından rica buyurmuş, hocası da hediye etmişti. Dünyalığa dair bir kefen bezinden başka hiçbir eşyayı sahiplenmemişti. Nereye giderse gitsin kanaviçe ile işlediği çantasına özenle yerleştirir yanından ayırmazdı. Çantasını otobüs camının yanındaki dayanağa yerleştirdi ve başını da çantanın üzerine dayadı. Kâfur ve sidir kokuları eşliğinde uykuya daldı. Uykusunda gasilhanede kâfur kokusu ile tütsülenmiş teneşirin üzerine uzanmış, üzerinde çok sevdiği kefen bezinin sarılı olduğunu ve başucunda hocası elinde kanaviçe ile işlediği çantasını görünce, hocasına: “Gözleri buğulu bir şekilde Rabbim benden razı oldu mu” diye sormuş, hocası da: Tebessüm ederek “Evet” demişti. Elhamdülillah diye iç çektikten sonra;
Rüyada olabileceğini düşünmüş rüya bile olsa uyanmak istemeyişini göz kapaklarına fısıldamıştı. Göz kapakları onun sevdasına şahit olmuş dediğini yapmışlardı.
“La İlahe İllallah” zikrinden sonra bir daha uyanamamış, ruhu çoktan Rahman’a ulaşmış vuslata ermişti.
Hiç hesapta yok iken?!
Yaşı henüz çok genç iken?!
Değilmiş! Ama öyle değilmiş hakikât!
Hesapta varmış, mizanda.
Sonda varmış, ölümde.
Ölüm sadece yaşlı değil gence de uğrarmış.
Kefeni kifayete her kesim insan da sarılırmış!
Vesselam…