Dinler ve ahlak öğretileri, insanlar için huzuru ve mutluluğu sağlayan ayrıca sosyal hayat içerisinde yaşanılan şeyleri belli bir nizama oturtan kurallardan ve bu kurallara temel teşkil eden inanç ya da düşüncelerden oluşur. Bu inanç, düşünce ve kurallar kendinde, insanın ruhu için mutluluk ve iyilik, bedeni için ise temizlik ve sağlık barındırsa da her insanın zihninde ya da eylemlerinde aynı şeyleri çağrıştırmayabilir. Bir hocamın ifade ettiği gibi din ne kadar tek olsa da tedeyyün (din anlayışı) farklılık gösterebilir. Her insan yaratılış gereği kendi nevi şahsına münhasır ve özeldir. İnsanın olduğu yerde farklı yorumların, çıkarımların ya da eylemlerin olmamasını düşünmek insandaki akıl yetisini ve özgür irade mefhumunu yadsımak anlamına gelir.
İnsanların, toplumun her kesiminden ve farklı dini anlayışlar içerisinden gelmiş kişilerin buluştuğu askerlik, eğitim, iş vs. ortamlarda, kendilerinden farklı düşünen ve eyleyen kimselerle diyaloglarının çoğu zaman soğuk hatta kavgalı bir şekilde bittiğine birçoğumuz şahit olmuşuzdur. Karşılaştığımız bu gibi küçük durumların biraz daha büyüklerini düşündüğümüzde bunların, fiili kavgalar ve hatta savaşlar olduğu tarihten biraz haberdar olanların hemen hatırlarına düşecektir. Elbette ölüm haricinde her derdin bir dermanı ve her meselenin bir halli olduğu gibi birbirimize olan anlayışsızlığımız ve taassup içerisinde olmanın da müsamaha, hoşgörü ve tolerans gibi çaresi vardır. Ancak çareden önce anlatılması gerekenin taassup ve hoşgörüsüzlüğün neliği ve nedenleri olması gerektiği kanaatindeyiz.
Taassup, kelime anlamı olarak “kendi soyuna yardım etmek, körü körüne bağlanmak” manalarını ifade eden fanatizm ve bağnazlık kavramlarıyla da eş anlamlı kullanılabilen bir kavramdır. Din, düşünce, siyaset ve milliyet gibi bir çok alanda ötekini yadsıma ve radikal bir tutum sergileme olarak açığa çıkar. Bu tutumdakilere ise mutaassıp ismi verilir.[1]
Taassubun nedenlerini ise zihinde başlatmak gerekir. İnsan düşünen ve düşündüğü dile getiren bir varlık olması hasebiyle taassubun ilk basamağı düşünceleri dile getirtmemek veya baskılamaktır. İkinci olarak dile getirilen düşüncelere ise saygı göstermek yerine saygısızlık yapmaktır. Ön yargı ve empati olmayan bir yaklaşım da taassubun başka bir veçhesi olarak görülebilir. Düşünce ve uygulamalarda istişareyi ve diğer düşünceleri önemsemek yerine değersiz görüp sadece kendi bildiğini doğru kabul etmekte taassubun bir başka nedenidir.
Taassup ve hoşgörüsüzlüğün nedenlerini ifade ettikten sonra hoşgörü kavramıyla ne ifade edildiğini açıklayalım: hoşgörü kelime anlamı olarak “her şeyi anlayışla karşılayarak hoş görme, müsamaha, tolerans, ilişkilerde orta yolu tutma, dengeli olma, farklı şeylere sabır gösterip katlanma ve benimsenmeyen düşüncelere bile tahammül edebilme” gibi manalara gelir.[2] Hoşgörü bizim uygun görmediğimiz durumlarda olur ve asıl bu yüzden önemlidir. Ancak bunda bazı istisnalarda vardır. Zulüm, adaletsizlik ve haksızlıklara göz yummak hoşgörü değildir. [3] Düzen ve uyum doğru olan şeyin doğru yerde ve doğru zamanda açığa çıkmasıdır. Her şeyin bir yeri olduğu gibi insani erdemlerinde her zaman kendilerine uygun olan yerde ve zamanda tutumlarımıza yansıması gerekir. Müsamaha/ hoşgörü, insan için doğru yerde ve doğru anda kullanıldığında bir erdemdir. Bunlar kendilerinde ne kadar iyi olsalar da insani ilişkilerimize doğru zamanda yansımadıklarında zayi olurlar.
Toplumsal hayat içerisinde dini, dili, ırkı, mezhebi, meşrebi, ideolojisi ve siyasi görüşü farklı birçok insanla bir araya geldiğimiz ortamlarda kendi haklarımızın ötekinin yaşam sınırlarında bittiğini anlamamız gerekir. Her kişini temel haklara, düşünme ve dile getirme özgürlüğüne sahip olduğunu aklımızdan çıkarmamalıyız. İçinde yaşadığımız toplumun ırk, mezhep, siyasi yönelim ve son günlerde cinsel yönelimler üzerinden parçalanmaya, bölünmeye ve perişan edilmeye çalışıldığı apaçıktır. Kürt-Türk, Alevi-Sünni, sağcı-solcu ve son olarak LGBT gibi taassup içeren ve bizim gücümüzü zayıflatan her türlü ayrımcılığa karşı bilinçli olmak zorundayız. Bu gibi ayrımları daha da harlayacak söz, fiil ve tutumlardan kaçınarak birbirimize hoşgörüyle yaklaşıp, insanın en temel anlaşma yöntemi olan konuşmayı denemeliyiz. Karşımızdakini diğerkâmlık ve empatiyle dinlemeyi kendimize düstur edinmeliyiz.
Toplumsal içtimai meselelerde olduğu gibi dini meselelerde de hoşgörü/müsamaha önemli bir kavramdır. Dinimiz birçok ayet ve hadiste hoşgörünün önemini anlatmıştır.[4] Ülkemizde Sünni-Alevi çekişmesi zaman zaman hararetli olaylar yaşanmasına sebep olmuştur.[5] Oluşumu ve ortaya çıkışı siyasi-politik meseleler olan bu anlayışlar zamanla dini-teolojik bir yapıya büründürülerek siyasi kavgalar dini alana taşınmıştır. Özelliklede Osmanlı Devleti ile Safevî Devleti arasındaki siyasi çekişmelerde yapılacak savaşlar için devlet yöneticilerinin dini otoritelerden çıkarttıkları fetvalar olaylara dini-teolojik bir kılıf olmuştur. Bugün ise olayların nedenlerini araştırmayan ancak ailesinin içinde bulduğu anlayışı doğru kabul eden insanlar birbirlerine taassup penceresinden bakıyorlar. Örneğin, kendini Sünni olarak tanımlayan kişi Alevi kardeşlerimizi “mum söndü uygulaması, gusül abdesti almamak, aleviyle evlenilmez, kestikleri yenmez vs.” birçok yanlış ve mesnetsiz olaylarla ilişkilendiriyor. Bunun tam tersi şekilde Alevi kardeşimiz de Sünni kişiler hakkında “Kerbela günlerinde kutlama yapmak, tavşan eti yemek, Sünni olanla evlenilmez vs.” gibi yanlış ve hatalı düşüncelere sahip olabilir. Bizler ilk emri “Oku!” olan ilahi bir kitabın ve bu kitabın vaz ettiği dinin müntesipleri olarak kendimize gelmeli ve okumadan kimseyi yaftalamamalıyız.
Sonuçta insan, Yunus Emre’mizin “Yaradılanı severiz yarandan ötürü” ve Mevlana’mızın “Ne olursan ol yine gel” sözlerinin içindeki o derin müsamahayı ve hoşgörüyü anlayarak sosyal hayat içerisindeki tutumlarını şekillendirmelidir. Ötekileştirmeden ötekini anlayışla karşılarsak öteki de bizi hoş görür. İnsanlar birbirlerinin aynası gibidir. Birine nasıl muamele eder ve kendinizi bu tutumla onun aklına kazırsanız o da size öyle davranacaktır. Elbette art niyetli ve her şeyde kendi menfaatini önceleyen insanlar çıkacaktır. Ancak hakikati kendi menfaatine kullanan birileri var diye biz hakikati sevmekten vaz mı geçelim?
KAYNAKÇA
[1] Mustafa Çağrıcı, “Taassup” (İstanbul, 2010), 39/285-286.
[2] Mustafa Çağrıcı, “Müsamaha”, TDV İslam Ansiklopedisi, 2006, 32/71.
[3] Hüseyin Yılmaz, “Hz. Peygamber’in Eğitiminde Bir İlke Olarak Hoşgörü”, Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi VIII/1 (2004), 111.
[4] Mustafa Çağrıcı, “Müsamaha”, 32/71-73.
[5] Mualla Murat Nuhoğlu, “Sünnî-Alevî İlişkilerinde Hoşgörü”, (ts.), 658.