MEVLİD-İ NEBİ VE DÜŞÜNCELERİM
İnsanlık dünya hayatında istikamet üzere yürüyebilmek için örnek alacağı bir öncü ve yaşamlarını düzenleyecek bir nizama ihtiyaç duyar. Ancak yine de insanlar bazen ihtiyaç duyduklarına karşı ön yargıyla yaklaşabilirler. Nitekim tarih boyunca ümmetleri tarafından eziyet edilen birçok peygamber ve tahrif edilen vahiyler bunun örnekleridir. Hülasa, varoluşun başlangıcından beri iyi ile kötü arasındaki hak-batıl savaşı hiç bitmedi ve alemin fesada uğrayıp yok olmasına kadar da bitmeyecektir. Hz. Muhammed (s.a.v.), hak-batıl savaşında hakkı tutup kaldıracak son peygamberdir. O bütün insanlığa gönderilmiş Allah’ın elçisidir. İnsanlığı kavgaya, savaşa, bağnazlığa ve taassuba yönelten her şeyin karşısında durmuş, bir arada yaşama bilinci ve şuuru kazandırmıştır. Maddi hazları manevi hazların önüne koyan, dünyadaki en çirkin kötülükleri bir oyun gibi gören, sosyal hayatın içini bütün adaletsizliklere sahne yapmış bir toplumu yirmi üç sene gibi karakterlerin değişimi için gerçekten kısa bir zamanda insanlığa örnek olacak ve tüm dünyayı hayra çağıracak öncüler haline getirmesi bizim gözümüzde Kur’an’dan sonra en büyük mucizedir. Aslında bütün peygamberlerin ve kitapların ortak amacı insanlığın karakterini hayra yöneltmektir. Hz. Adem’den (a.s.) Hz. Muhammed’e (s.a.v.) kadar tek din İslam’dır. Şeriatlar farklılaşsa bile tevhid (Allah’ın birliği), nübüvvet (peygamberler ve vahiy) ve mead (kıyamet günü, ahiret) gibi üç asıl inanç konusu ilahi kaynaklı dinlerde (Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam) hep aynıdır. Burada parantez açarak şöyle bir yanlış anlamayı da düzeltmek istiyorum, toplumumuzda küçük yaşlardan beri öğretile gelen “Hz. Musa (a.s.) Yahudilerin, Hz. İsa (a.s.) Hıristiyanların ve Hz. Muhammed (s.a.v.) ise Müslümanların peygamberidir” gibi bir düşünce hakim. Ancak biraz yukarda söylediğimiz gibi tek din İslam’dır, sadece bazı peygamberlerin farklı şeriatları olmuştur. Bundan dolayı Allah’ın insanlığa gönderdiği bütün peygamberler aynı zamanda bizim peygamberimizdir. İnanç (din) ve ibadet-sosyal kurallar (şeriat) ayrımını yaptıktan sonra aslında dünya hayatında insan için en önemli şey olan ahlaktan bahsetmeliyiz.
İslam’da ahlak esastır. Hatta din iyi insan yetiştirme çabasında ve amacındadır. Bundan dolayı Kur’an’da Peygamberimiz (s.a.v.) için, “Şüphesiz sen yüce bir ahlak üzeresin” (68/4) buyrulurken, Peygamberimiz de konuyla ilgili “Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim” (Hanbel, s. 381) buyurmuştur. İslam düşünce tarihinde en çok öne çıkarılan kavramlardan biri olan “hikmet” kavramı da alimler nübüvvet olarak açıklanmıştır. Peygamberimiz (s.a.v.) daha kendisine peygamberlik görevi gelmeden önce bile “Muhammedü’l-Emin” olarak isimlendirilmesi onun ahlakının göstergelerindendir. Hz. Peygamber (s.a.v.) ahlaki olarak orta yolu tutmuş ve ümmetine de ifrattan ve tefritten sakınmalarını ve orta yolda olmalarını vaz etmiştir. O, bir iş karşısında iki yol olduğunda kolay (bir sıkıntı olmadığı sürece) yolu seçmiştir ve “Kolaylaştırın, zorlaştırmayı; müjdeleyin nefret ettirmeyin” (Buhari) diyerek ümmetinin de işleri kolaylaştırmasını ve müjdeleyici olmalarını istemiştir. O, dostları tarafından çok sevilen bir insandı, mütevazi kişiliğiyle insanların gönlünü kazanmıştır. Meclisine gelen yabancı insanlar onu dış görünüşü itibariyle diğer insanlardan ayıramazdı. Bu durumu Hz. Ömer peygamberimizin yüzüne hasır izi çıktığını görünce, “Ya Rasülullah, krallar, şahlar saraylarında ipek elbiselerle, tahtlarının üzerindeyken sen Allah’ın peygamberisin, kuru hasırın üzerinde dinleniyorsun” diyerek ağlamaya başladı. Hz. Peygamberimiz (s.a.v.) ise, “Ağlama ey Ömer istemez misin dünya onların ahiret bizim olsun?” diyerek mütevazi yaşamın önemine dikkat çekmiştir. Sevgili peygamberimizi anlamak için görünüşte sıradan, düşüncede derin olmak yetmez ancak kalp ile hissederek yaşamak gerekir. Onu anlamak için örnek almak, onun ahlakını yaşamak ve yaşatmak gerekir. O yüzden Allah Ahzab suresinde, “Allah’ı çokça zikreden, Allah’a ve ahiret gününe inananlar için Allah’ın resulünde güzel örnekler vardır” (Ahzab Suresi 33/21) buyurmuştur.
İnsanın örnek alabilmesi için de bazı usuller vardır. Örnekle, örnek alacak arasında ontolojik (yaratılışta) bir fark olduğunda bu geçiş zorlaşır hatta imkansız hale bile gelebilir. Örneğin bir karınca bir balığı örnek alamaz. Ya da bir insan bir meleği örnek alamaz. İnsan insanı örnek alır. İnsan kendilik bilincine sahip olduğundan en azından bir zata sahip olan varlığı örnek alabilir. Zaten bu yüzden Allah, müşriklerin “Peygamber de bizim gibi insan mı, melek gönderilmesi gerekmez miydi?” gibi muhalefetlerine “De ki: yeryüzünde yerleşip dolaşanlar melek olsalardı, biz de onlara gökten peygamber olarak bir melek gönderirdik” (17/95) ayetiyle cevap vermiştir. Rabbimiz de bu ayette ontolojik ayrıma dikkat çekmiş, insanın sınırlarının ötesinde bir varlığı örnek alamayacağı ve bu külfete katlanamayacağını ifade etmiştir. Yine başka bir ayette ise Hz. Peygamberin (s.a.v.) “beşer-resul” (17/94) olduğunu ifade etmesi Allah’ın insanı insanla insanlığa davet ettiğini anlamak güç olmasa gerektir. İnananlar olarak Allah resulüne muhabbetin ve ona tabii olup yolundan yürümenin aynı zamanda Allah’ı da sevmek anlamına geldiğini biliyoruz. (3/31) Ancak duygusallığımız bazen bize ölçülü davranmamız gerektiğini unutturuyor. Hz, peygamberimizi ya insan üstü bir konumda ya da bir postacı konumunda tasavvur ediyoruz. Sevgide ortayı bulamayıp ya ifrata ya da tefrite düşüyoruz. Duygularımızı uçlarda yaşıyoruz. Allah’ın anlattığı Muhammed (s.a.v.) yerine örnek alınamaz bir varlık tasavvur ediyoruz. Bu konuda Bünyamin Erul hocamın şu deyişi meseleyi çok güzel açıklıyor, “İdrak edemeyen beşer resulü, onu fevga’l-beşer sandı; beşer üstü değildi peygamberim amma üstün insandı.” (Erul, tarih yok).
Sonuçta, Hz. Peygamberimizi anlamak aslında onun kişisel kimliğiyle değil Allah’ın ona verdiği kimlikle onu tasavvur etmektir. Onun misyonu(görevi) onu o yapan değerdir. Kur’an bunu Duha suresinde şöyle ifade eder: “Seni yetim bulup da barındırmadı mı? Seni yolunu kaybetmiş olarak bulup da yola iletmedi mi? Seni ihtiyaç içinde bulup da zengin etmedi mi?” (93/6-8, tarih yok). Onu Rabbimiz himaye etti ve yine Allah terbiye etti. Risalet göreviyle birlikte nice zorluklara ilahi bir amaç uğrunda katlandı. Hz. Peygamber (s.a.v.) dünya hayatını bir istikamet üzere yaşadı ve istikametinden hiç ayrılmadı. Amaçların en yücesini kendisine gaye edinen Peygamberimiz (s.a.v.) ölüm döşeğinde son sözlerinde bile “en yüce dosta” ifadesiyle hayatında Allah’la olduğunu ölümünde de onunla olacağını fani dünyaya haykırarak son tebliğini yaptı. Ümmetine de böyle bir bilinç ve şuurla onu anlamak hiç değilse bunun için çabalamak yakışır.
Kaynakça
17/94, İ. S. (tarih yok).
17/95, İ. S. (tarih yok).
3/31, A. S. (tarih yok).
68/4, K. S. (tarih yok).
68/4, K. S. (tarih yok).
68/4, K. S. (tarih yok).
68/4, K. S. (tarih yok).
93/6-8, D. S. (tarih yok).
Ahzab Suresi 33/21. (tarih yok).
Buhari. (tarih yok).
Erul, B. (tarih yok). YouTube: https://youtu.be/03feLnwzoy8?si=htxwH_fkBinMVzUt adresinden alındı
Hanbel, İ. (tarih yok).
Kalem Suresi, K. (tarih yok). 68/4.
Anlamanın özündeki hissetmek duygusu verilememiş anlatmakla yetinilmis gibi
Dönüşünüz için teşekkür ederim. Metnin vermek istediği anlam kavrayışın histen öne geçirilmesine yöneliktir.