Türkçe’de “bilinmezcilik” ya da “bilinemezcilik” olarak ifade edilen agnostisizm XIX. yüzyılın ikinci yarısında bir tanrının var olup olmadığının bilinemezciliği görüşleri etrafında yaygınlık kazanmıştır. İslam literatürü içerisinde genel olarak “bilmiyorum” anlamına gelen Arapça “lâedriyye” kelimesiyle ifade edilen bu görüş kelamcıların sofist düşünceyi tarif etmesi neticesinde ortaya çıkmış bir kavramdır.[1]
Nasıruddin Tusî lâedriyyeyi “şüphe edenler ve şüphe ettiğinden de şüphe edenler” şeklinde tarif eder. Terim anlamı ise, “İnsan aklının Tanrı ve evren hakkındaki mutlak gerçeği bilineyeceğini ileri süren felsefi akımdır” şeklindedir. Güncel anlamıyla tipik bir agnostik olmak, Tanrı’nın yokluğunu kanıtlamak için özel bir çaba içine girmeyen, ancak hayatını da Tanrı’nın varlığı kabulüne göre düzenlemeyen bir kişi olmak demektir.
Agnostisizmin tarihi seyrine bakacak olursak, Sokrates’in kendilerini eleştirdiği Sofist filozofları buluruz. Sofist filozoflardan Pythagoras her şeyi insandan insana göre değişen bir şekilde rölativist düşünür.[2] Ölçemiz öznemiz olduğu zaman, her şeye kendimize göre mana yükleyerek nesnel bilgi veya bir sabite eksikliği doğar. Sabit bir gerçeklik ilkesi söz konusu olamadığında da insanın algı, duygu ve zanları dış dünyadaki gerçekliği belirlemektedir. Bu minvalde de Pyytagoras, Tanrı’nın mahiyeti hakkında bilgi edinmenin düşünülemeyeceği yönünde karar verir. Modern dönemde Batı’da agnostik kelimesi 1869’da Thomas Huxley tarafından kullanılmıştır.
Tanrı’nın bilinemeyeceği içerikli tanımdan hareketle Cürcani Agnostisizme şöyle bir antitez üretmiştir: “Eğer kendileri bu görüş ve tutumları konusunda kesin bilgiye sahiplerse bu onların lâedrî olmadıkları anlamına gelir. Eğer kesin bilgiye sahip olmadıklarını söylüyorlarsa iddialarının doğruluğu teziyle çelişiyorlar demektir”. Cürcani’nin bu eleştirisinde agnostisizmin aslında kendi rölativizmine kendisinin uymadığını açıkça göstermiştir.
Agnostiklerin iddiası Tanrı’nın apaçık bilinemeyeceğidir. İnsan her ne kadar akıl yürütmeleriyle ve bazı argümanlarla Tanrı varlığı lehine düşünceler üretmiş olsa da pozitivist ilimlerin koyduğu bilgi değer ölçütüne göre kesin bilgi sayılmayabilir. Ancak duyu alanının konusu olmayan bir varlık için nasıl duyu ölçütleriyle kanıtlanması beklenebilir? Özellikle youtube platformunda yayın yapan D.T isimli şahsın iddiaları da bu minvalde inancın konusu olamaz. Doğru oldukları tek şey Tanrı’yı bilemedikleridir. Çünkü Tanrı’nın eseri bilginin konusu olsa da kendisi en azından insanın sınırlı olduğu bu alemde inancın konusudur.
Agnostik tutum bize bu dünyada da yarar sağlayan bir tavır değildir. İnsanların akli gelişmişlikleri, donanımları ve hazır bulunuşlukları bir değildir. Bütün bir insanlığı kuşatan ve insanlığa yol gösteren bir konumdadır din. Ancak her şeyi bilginin konusu yapmaya çalışan insan kendi varlığının bir parçasını dahi bilgiyle açıklayamadığını unutur. İnsan cisim ve ruhtan ise agnostiklerin ruh hakkında da bilinemezci bir tutum sergilemeleri gerekir. Ancak insanın bir ruha sahip olduğu aşikardır. O ruh değil zihin diye bir itiraz yükselse dahi aynı şeyi onun için de düşünebiliriz. Ancak ruhun mahiyeti gibi Tanrı’nın mahiyeti hakkında bilgi sahibi olamamamız da dinin bizim üzerimizdeki sorumluluğunu kaldırdığına inanmak da gülünçtür. Hem de bilinemezci bir görüş sebebiyle…
[1] İlhan Kutluer, “Lâedri̇yye”, TDV İslam Ansiklopedisi (İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı, ts.), 27/40.
[2] Ferit USLU, “Agnostisizm”, Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 11/21 (2012), 3.