İnsan ömrü boyunca arar.
Neyi aradığını idrak edemez,
Sol yanında bir boşluk ile gezer durur.
Arar da arar…
Dolanır da divane bülbüle yâr olur.
Göğüs kafesi darlanır da darlanır,
Kızgın ateşe hâr olur!
Kelimeleri kifâyetsiz, sukûtu manâsız,
Çehresi alçı taşı,
Alnı yetmişli yaşın kırışığı!
Göz kapakları bitâp,
Orbitası vahâ arzulayan çöl !
Ve insan arar da arar, buldum sanır yanılır,
Çok şey elde eder, elde ettim zanneder,
Güneş çehresine doğar, günüm aydınlandı diye sevinir,
Sevincin kimden geldiğini bilemeden yol alır da, yol aldım zanneder.
Sonra bir kara bulut vurur göğe,
İsyan eder de eder, rahmet geliyor diye müteşekkir olmaz.
Islandım diye mırın kırın eder, ıslanamadığını anlayamadan, şekva eder de eder…
Ve türlü nimetler hediye edilmiştir;
Ağaçlar, rızkına kefil olunan kuşlar…
Misk kokulu papatyalar, lavantalar, sardunyalar…
Denizler, balıklar, yunuslar…
Ovalar, platolar, dağlar…
Kızgın çölde vahâlar,
Gecenin karasına yıldızlar,
Gündüzün göğüne şems,
Yine gecenin göğüne kamer,
Gündüzün göğüne bulutlar…
Ve insan Nankördür.
Bunların hiçbirinin manâsını anlayamadan ölür ve gider.
Nereye gittiğini yine anlayamaz,
Berzah’a varır; “Nereye geldim ben?” der, durur.
Münker Nekir soru sorar; “Anlamıyorum” der, yine şekva eder.
Ve baş musallaya değer, o vakit manâyı anlar, anlar da boşa anlar!
Gerisi ona ağlar da ağlar,
O da kendi ahvaline yanar da yanar!…
Vesselam…