İran’da son dönemde bir şekilde ölen veya öldürülen Mahsa Amani özgürlük kahramanı ilan edilerek, İran içten içe tekrar karıştırıldı. Tekrar diyorum! Çünkü İran’da bu karmaşık durum zaman zaman meydana geliyor. İran’ı parçalamayı kafasına koymuş olan emperyal güçler sık sık İran üzerine projeler ortaya koyup ülkede kaos ortamı oluşturuyor. İran’ı parçalayabilseler bunu bira an önce yapacaklar ancak yanı başından yeni bir sorun istemeyen ve komşunun huzurunu kendi huzuru gibi gören Türkiye her daim bu olumsuz durumları engelleyici olup İran’ın birliğini ve huzurunu destekleyici bir tavır içerisinde yer alıyor. Ancak yine emperyallerin hedefinde olan bir başka ülke yani ülkemiz benzer tatsızlıkları yaşadığında ne yazık ki İran’ın ülkemiz lehinde yer aldığını söylemek çok zor. Osmanlı döneminde de bu böyle oldu, günümüzde de ne yazık ki öyle olmaya devam ediyor. Örneğin ülkemiz, Suriye’nin kuzeyinde ABD’nin desteği ile oluşturulmuş olan terör koridoruna operasyon yaptığında bunu istemeyen devletlerden sesler gelmeye başlamıştı, ancak ülkemizin haklı durumundan dolayı sesleri cılız çıkmış ve kınama yarışları ile hop oturup hop kalkmışlardı. Arası ABD ile arası hayli açık ve görsele bakıldığında ABD’yi düşman ülke gören İran, üstelik ABD ile her seferinde yaşadığı problemler sürecinde en büyük yardımı Türkiye’den görmesine rağmen, Suriye operasyonumuza karşı çıkmıştı.
Gerçi İran, tarihten beridir hep böyle! Nedense İran şemsiyesi altında ki Şia geleneğinde, Ehli Sünnet anlayışa sahip olanlara karşı bir nefret politikası, hatta bir yok etme inancı mevzubahis. Konu nedir derseniz, hemen Hz. Ali ve evlatlarına karşı yapılan bir kısım eylemlerden bahsederler. Ve bu hususta bırakın İslam’a hizmet etmeyi ya da İslam’ın cihat anlayışını gayrimüslim topluluklara karşı yapmayı, İran’ın yani Şia anlayışının temel felsefesi Sünni topluluğa düşmanlık etmek ve hatta yok etmekten geçiyor.
Bunu da tutup bin dört yüz yıl önce, Hz. Osman’ın şehadeti ile başlayan ve akabinde Hz. Ali ile Hz. Muaviye arasında bir kısım istenmeyen olaylara ve akabinde Kerbela gibi son derece elim ve üzücü bir hadisenin olmasına bağlıyorlar.
O dönemde meydana gelen ve her halükarda akıl, irade ve de nefis sahibi olan bu özel insanların aralarında elbette ihtilaflar olmuş. Peki bugün, o zamanki konuları mevzu edip taraf olmamız ya da bugün hiç suçu olmayan topluluklara düşmanlık etmenin anlamı ne?
Hangi Ehli-Sünnet Müslüman, Hz. Ali denildiğinde saygı duyup onu bütün gönlü ile sevmez ya da Hz. Hüseyin’in Kerbela’daki şehadetine yüreği yanmaz. Peki kendini Şii olarak tanımlayan topluluk, Hz. Ali ve evlatlarını Sünnilerden daha mı çok mu seviyor?
İran’ın ya da Şia’nın güttüğü nefret politikası kimseye bir şey kazandırmayacağı gibi, güncel ayrışmanın, geçmiş zamanda meydana gelen bu tefrikayı daha da derinleştireceği ve hiçte hak edilmedik bir şekilde gereksiz düşmanlıklara sebep olacağı ve bundan da bütün Müslümanların zarar göreceği aşikar değil midir?
Örneğin, İran milislerinin Suriye’de sırf Sünnilere karşı çoluk çocuk demeden yaptığı katliamlar neyin nefretiydi ve hangi akıl ile izah edilebilir.
Oysa tarihte ve günümüzde örneklerini gördüğümüz gibi, Hz. Ali taraftarı olduğunu iddia edenlerin en belirgin özelliği neden, aynı Allaha, aynı Peygambere ve aynı kitaba inandıklarını bildikleri halde İslam coğrafyasının yüzde seksenini oluşturan Sünni topluluğa kin duymaktan ibaret.
Bir örneğini yukarda verdim, ama tarihten de bir iki tane iktibas edelim derseniz, örneğin ikinci haçlı seferinden sonra Anadolu’nun güneyinde yer tutan haçlılar sebebiyle Sünni coğrafyanın sıkıştığını gören Mısırdaki Şii-Fatımi devleti hemen bundan istifade ederek, otonom denilebilecek küçük Sünni devletlere saldırılar düzenlemiştir.
Öyle ki kısa bir süreliğine Kudüs’ü ele geçiren Şii-Fatımiler, daha sonra şehri, kapıya dayanan haçlılara teslim ederek, Kudüs’te çok büyük bir Sünni katliamı yapılmasına da yol açmışlardır. Daha sonra ise Mısır’daki devletleri haçlılar tarafından sıkıştırılan aynı Şii topluluk, Sünni olan Nurettin Zengi’den kendilerini kurtarması için yardım istemişlerdir. Oysa her şeye rağmen Sünni Atabeyi Zengi buna kayıtsız kalmayıp Selahattin Eyyubi’yi yardıma göndermek suretiyle, Şiileri Haçlılardan kurtarmıştır.
Tarih boyunca ise Şii camianın devlet olarak temsilcisi gibi bilinen İran, bırakın haçlılara karşı mücadele vermeyi, Batıya karşı seferler düzenleyen Osmanlı’nın büyük askeri gücü ne zaman bu sebeple Anadolu’dan uzaklaşsa, İran hemen Osmanlı’ya arkadan saldıran pozisyonunda olmuş.
Oysa Müslümanların bir kuvvet olup İslam’ı tutup ayağa kaldıracağına, enerjisini İslam dışı akımlara karşı harcamak yerine, Sünni olarak tanımlanan ve Peygamberin ashabını ayrım yapmadan bir bütün olarak seven ve Müslüman coğrafyanın çoğunluğunu oluşturan camiaya İran’ın bu nefreti neden?
Hz. Ali ile Hz. Muaviye arasında gerçekleşen hadiselerde Ali tarafında olanlar bugün ki tanımlamayla Şii miydi sanki? Ya da Sünniler Muaviye tarafında mıydı da, bu kadar düşmanlık gütmekteler Sünnilere karşı.
Kerbela’da gerçekleşen o acı hadiseye, Sünniler, Şiilerden az mı üzülür! Peki o tarihlerde meydana gelen olayların sorumlusu Sünniler midir ki, İran anlayışı Sünni camiaya nefretle bakar. Yani Şiiler, Ali’yi, Fatıma’yı, ya da Hasan ve Hüseyin’i Sünnilerden çok mu severler?
Ayrıca İsa as.’dan sonra İsa’nın dinini bozan Yahudi mantalitesi, Peygamberimizden sonra da İslam’a karşı faaliyete geçmiş fakat özellikle Hz. Ömer döneminde sesini çıkartamayıp, Hz. Osman’ın ise mülayim kişiliğini fırsata dönüştürmeye çalışarak Müslümanlar arasında fitne tohumlarını ekmeye çalışmışlar. Hz. Ali ve Hz. Muaviye arasında ki olaylarda da faal olarak rol almışlardır. Kerbela olayında bile aynı fitne odakları aktif olarak iş başındadır. Bunları bilmek ve idrak etmek çok mu zordur?
Sünni topluluklar çocuklarının isimlerini Ömer, Osman, Bekir adını verdiği gibi, aynı sevgi ile Ali, Hasan, Hüseyin, Fatma da koyarlar. Ehli-beyt aşkı ile camilerini, mescitlerini onların isimleri ile süsler ve Peygamberimizin diğer sahabelerini de ayrıştırmadan severler.
Öyleyse sormak gerek, adı Ömer, Osman ya da Ali olan veyahut Fatma ya da Ayşe olup Sünni olan ve İslam coğrafyasının yüzde seksenini oluşturanların suçu nedir?
Ali’yi, Hasan’ı Hüseyin’i sevdiğini iddia eden bir topluluğun sevgisi, Ehli-Salip denen Haçlı zihniyeti ile mücadele etmek varken, yine ismi geçen sahabeleri canı gibi seven Sünni topluluğa düşmanlık yapmayı hatta fırsatını bulduğunda çoluk çocuk demeden katletmeyi hangi vicdan gerektirebilir!
Hepsi Peygamberimizin etrafında olan Hz. Ebu-Bekir’i, Ömer’i, Osman’ı, Ali’yi, Hasan’ı Hüseyin’i, Fatıma’yı, Aişe’yi birbirinden ayırmanın sadece tefrikaya sebep olacağını, İslam’a ve Müslüman topluluklara zarar verebileceğini bilmek çok mu zor?
En iyisini Allah bilir ancak geçmişte her insan gibi onlarında aralarında bir kısım hadiseler olabilmesinin mümkün olduğu ve bizim onlara hakemlik yapabilecek durumda olmadığımızın bilinci ile hepsine saygı ile bakmamız gerektiğini idrak etmek çok mu zor?
Yani bir tarafı sevdiğini iddia eden Şiilerin, bütünü kucaklayan Sünnilere karşı nefreti ve düşmanlığının anlamı ne?
Kalın sağlıcakla.