Site icon İslam & İslamiyet – Kevser.Org

İslam Dünyasında Hadis/Sünnet Karşıtı Ekoller – 1

Sevgili Okuyucularım,

Aylık yazımızda, ‘İslam Dünyasında Hadis/Sünnet Karşıtı Ekoller’ başlığıyla üç bölümde yayımlanacak olan yeni bir konuyu kaleme aldık. Önem arz eden bu konunun kıymetli okuyucularımıza yararlı olacağını ümit ediyoruz. İslam dünyasının çeşitli bölgelerinde modernizm ve sekülarizmin etkisiyle birçok değerlerimiz saldırıya maruz kalmıştır. Saldırıya uğrayan değerlerimizi addederken, Kur’an’dan sonra ikinci kaynağımız olan Sünnetin belgeleri hiç şüphesiz Nebevi hadisler de bundan nasibini almıştır.  Hadisleri hangi ekoller ve niçin karşısına almakta ve saldırmaktadırlar? Hadisleri inkâr projesinin kurucuları kimlerdir? Hadis karşıtları ne yapmak istiyorlar? Bu soruların cevapları ve detayları yazımızda ele alınmıştır.

Giriş

Modern İslam Düşüncesi 18-19. yüzyılda, bir yenilenme, yeniden düşünme ve değerlendirme sürecidir. Sanayi Rönesansı ile kültürel olarak, sanayi devrimi ile de ekonomik olarak gelişmesi, buna mukabil İslam Dünyasında fikri ve ekonomik çöküşlerin var olması, ‘Modern İslam Düşüncesi’ nin fitilini ateşlemiştir diyebiliriz. Batının sömürgesi altında bulunan İslam ülkelerindeki alimler gerek sömürgeden kurtulmak için gerekse sömürge sonrası toplumun yeniden inşası için İslami ilimlerde ve İslam düşüncesinde yeniden yapılanmanın zorunlu olduğunu belirtmişlerdir. Bu zamanda yaşamış İslam mütefekkirleri, İslam Dünyası’nın Batı karşısındaki kültürel ve ekonomik mağlubiyetinin sebebini, klasik İslam düşüncesinden kaynaklanan kaynakları yanlış yorumlama faaliyetinden ileri geldiğini savunmuşlardır. Böylelikle çağdaş, tefsir, fıkıh, kelam ve hadis olmak üzere birçok İslami ilim alanında yeniden yorumlama ve değerlendirme süreci başlamış oldu.

Diğer alanlarda süreç kolaylıkla işlerken, hadis alanına gelindiğinde bu süreç beraberinde büyük tartışmaları da getirmiştir. Toplumsal problemlerin nedenini yanlış rivayetler olarak görüp onları ayıklamak ve bütün hadis literatürünü yeniden tenkit ve tahlil sürecine sokmak isteyenler ile, bu sürecin dine zarar vereceğini savunanlar karşı karşıya geldiler. Çağa uygun yeni Kuran tefsirlerine, yeni fıkhi fetvalara açık olan ve bunları kolaylıkla kabul edebilen toplum, hadis alanındaki yeni yorumlara karşı mesafeli durmuştur. Bunda özellikle başta Sahih Buhârî ve Sahih Müslim olmak üzere büyük hadis kitaplarının toplumsal karizmasının ve toplumdaki onların ‘sahihlik’ olgusunun güçlü olmasının büyük etkisi vardır.

Çalışmamızda Modern İslam Düşüncesi içindeki, hadis tartışmalarını ve önde gelen isimleri, görüşleriyle birlikte kronolojik sıralamaya göre sunmaya çalışacağız.

Çalışmamızı “İslam Dünyasında Hadis/Sünnet Karşıtı Ekoller“ başlığıyla sunarken, hadisi inkâr eden ile hadis karşıtı olan ekoller arasında bir fark gözetmedik. Günümüzde her ne kadar bazı ilahiyatçı akademisyenlere göre, hadis inkarcısı ile hadis karşıtı arasında fark olduğunu söyleyen zevat olsa bile*, bizce sonuç itibarıyla aralarında hiçbir fark bulunmamaktadır. Çünkü hadisi inkâr edenle ile hadis karşıtı olanın her ikisi de Nebevi hadisi gerek akâid gerekse ahkam yönüyle Kur’an-ı Kerim’den sonra İslam’ın ikinci kaynağı olarak tanımamakta ve özellikle Ahâd hadisleri kabul etmemektedir. Tanısa bile devre dışı bırakmaktadır.  Dolayısıyla konular işlenirken her ikisi arasında herhangi bir ayırıma gidilmemiştir. Bununla birlikte zikredilen zevat içerisinde, Sünnet ve hadisin tamamını inkâr edip hüccet kabul etmez iken, bazıları da kısmen inkâr ettiğini veya hüccet olarak görmediğini ifade etmemiz gerekmektedir.

1. Hindistan’da Hadis İnkarcılığı

Hadis inkarcılığı fitnesinin ilk hicri üçüncü asırda ölmesine rağmen aradan yaklaşık on asır geçtikten sonra hicri XIII. asırda oryantalistlerin gayelerine uygun olarak inkarcılığı tekrar gündeme getirmeleri üzerine fitne, İslâm dünyasında yeniden alevlendi. Bu defa ilk olarak İngilizlerin işgali altında bulunan Hindistan’da kendisini gösterdi. Burada Sünnet/Hadis inkarcılığın öncülüğünü oryantalist Sprenger’in arkadaşı ve Kadyâni’nin öncülerinden Seyyid Ahmed Han (1817-1898) yaptı. Bu bilgiye dayanarak projenin, Müslümanların temel kaynakları konusunda kuşku uyandırmak ve güvenlerini sarsmak maksadıyla Batının ortaya attığı bir proje olduğu anlaşılmaktadır.

A. Seyyid Ahmed Han (1817-1898) ve Ehl-i Kuran Ekolü

Hindistan’da Aligarh okulunun ve Ehl-i Kuran Ekolü’nün[1] kurucusu olan, Seyyid Ahmed Hân’ı Modern İslam Düşüncesi’nin ilk temsilcilerindendir. Seyyid Ahmed Han’ın hadis üzerine yazdığı düşünceleri gazete ve dergilerde yazdığı makalelerde görülmektedir. Peygamber’in metluv ve gayr-i metluv olmak üzere iki vahiy aldığı belirten Ahmed Han, ilkinde Allah’ın sözünün vahyedildiğini, diğerinde ise anlamın vahyolduğunu, Hz Peygamber’in de bunu kendi ifadelerine döktüğünü belirtir.[2] Sünneti de 4 kısma ayırır: 1) Dinle Alâkalı olanlar, 2) Hz. Peygamber’in özel durumunun ve kendi devrinin adetlerinin bir mahsulü olanlar, 3) kişisel alışkanlıkları ve tercihleri, 4) Siyasi ve sivil faaliyetleri. Ahmed Han bunlardan sadece ilkinin dini olarak bağlayıcı olduğunu, diğerlerinin gerektiği zaman terk edilebileceğini savunur.[3] Başta Buhârî ve Müslim olmak üzere meşhur hadis kitaplarında birçok şüpheli rivayetlerin bulunduğunu iddia eden, Ahmed han bunların ayıklanması ve yeniden tahlil edilmesi gerektiğini savunur. Hadis literatürünün sözlü bir rivayet zinciriyle gelmiş olmasının, bu literatür hakkındaki şüpheleri arttırdığını ifade eden, Ahmed Han, bu rivayet sürecinde, aslında hadis olmayan birçok uydurmanın ve İsrailiyyatan da hadis olarak rivayet edildiğini savunur.[4]

Ehl-i Kuran ekolünün önde gelen isimleri şunlardır. Çerağ Ali (1895), Abdullah Çakralvi (1914), Ahmed Din(1936), Gulam Ahmed Perviz (1985) ve Hâfız Muhammed Eslem Ceracpurî (v. 1955). Ehl-i Kuran ekolü birçok konuda zannî olan hadisler yerine, Kur’an’a müracaat etmeyi savunuyordu. Hadisleri tenkit ederken sadece Kur’an’a müracaat eden bu ekol, Hz. Peygamber’e itaati de şirk sayıyordu. Dini anlamak için Kur’an’ın yeteceğini ifade eden, Ehl-i Kuran, Peygamber’den şüpheli bir yolla gelen rivayetlerle dinin yanlış anlaşılacağını savunurlar. Ehl-i kuran ekolünün Peygamber’i sadece Kur’an’ı tebliğ eden, ama onu açıklamayan bir konumda görmeleri, Peygamber’i bir postacı konumuna indirgedikleri eleştirisine yol açmıştır.[5] Ekolün önde gelen isimlerinden Çakır Ali, Kuran’da yer almadığı için ezanı ve Sünnet namazları bidat olarak kabul etmiş, ibadetlerin hadislerden değil, Kuran’dan çıkarılabileceğini savunarak, 5 vakit namazın delilinin hadisler değil, Kuran olduğunu belirtmiştir. Bu hususta daha da ileri giden, Çakır Ali, namazdaki iftitâh tekbirini bile bir Kuran ayetine (Enam Suresi, 46) dayandırmıştır. Çakır Ali’nin talebelerinden Muhammed Ramazan da namazın Kuran’da 3 vakit olarak belirlendiğini söyler.[6]

B. Ahmed Han’ın İddiaları

  1. Peygamber (s.a.v)’in sözlerinin tamamı vahiy değildir.
  2. Peygamber (s.a.v) hayatındaki birçok olayı Peygamber olarak değil, devlet adamı sıfatıyla yapmıştır.
  3. Yaptığı işler ve sözleri Peygamberlik fonksiyonu ile ilgili değildir.
  4. Kütübi-Sitte’de birçok uydurma hadis bulunmaktadır. Hadis kitaplarındaki sözler râvilere ait olup bunlar daha fazla, Müslümanların ilk birkaç kuşağının tarihi yaşantı ve düşüncelerinin kaynağını içermektedir.
  5. İlk devir hadis âlimleri, hadis kaynaklarına giren uydurma rivayetleri fark edememişlerdir.
  6. Vahye değil, akla bağlı bir hukukun kabul edilmesi, akla uygun olmadığı görülen hadislerin reddedilmesi ve aklı esas alarak bir hadis tenkit ölçüsünün geliştirilmesi gerekir.
  7. Keramet ve mucizelerden bahseden hadisler inkâr edilmelidir.
  8. Kur’an’a, tecrübeye ve akla ters olan bütün hadislerin atılması gerekir.
  9. Kur’ân’da diğer Peygamberlere nispetle anlatılan mucizeler tevil edilmelidir.
  10. Hadislerde Buhârî’dekiler dahil, İslâm’ı ve Peygamber (s.a.v)’i lekeleyen yönler bulunmaktadır.
  11. Zaman ve şartlar değişince Kur’an’ın yeniden yorumlanması gerekir.

C. Mevlevî Cerâ‘ Alî’nin (1844-1898) İddiaları

  1. Peygamber (s.a.v)’in emir ve öğütleri gelip geçici bir özelliğe sahiptir.
  2. Kütüb-i Sitte’de Peygamber (s.a.v)’e isnad edilen sözler genellikle uydurmadır. Bu hadislerle amel etmek, akla ve vicdana ters hareket etmektir.
  3. Peygamber (s.a.v) bir hukuk sistemi bırakmamış ve telkinde de bulunmamıştır. Kurdukları medeniyetin ya da Din’in herhangi bir esasını zamana bağlı olarak, Müslümanların kendilerinin düzenlemesini istemiştir.
  4. Peygamber (s.a.v) zamanında uygulanan hukuk, Araplar’ın hukuk kurallarını ihtiva eder. Buna bağlı olarak Peygamber (s.a.v)’e atfedilen hukukî hadisler genelde uydurmadır.
  5. Cihat hakkındaki ayetler ya tevil ya da inkâr edilmelidir. Peygamber (s.a.v)’in cihatları, hücuma değil savunmaya yöneliktir. Cihat savaşmak değil gayret göstermektir.

* Hadislerin neredeyse tamamını veya çoğunu uydurma kabul eden Cerâ‘ Alî, Seyyid Ahmed Hân gibi işine gelen yerde hadisleri nakletmekten çekinmemiştir.

* Hindistan’da hadis inkar fitnesini körükleyenler Nevvâb Muhsînu’l-Mülk (v. 1907), Eltâf Huseyin Hâlî (v. 1914), Seyyid Emir ‘Alî (v. 1920) ve Şiblî Nu‘mânî gibilerdir.

D. Ehl-i Kuran Ekolünün Hadis ve Sünnet Hakkındaki İddiaları

Hz. Peygamber sadece Kur’an’ın tebliğ edicidir vasfı dışında “Hüküm yalnız Allah’ındır” ayetinden anlaşılan ona itaat etmek şirktir. Hz. Peygamber’in sadece mütevatir Sünneti kesindir. Sadece Kur’ana uyan hadisler sahihtir (Abdullah Çakrelvi iddiası).

İddiaları şunlardır:

  1. Hadisler din değil, dinin tarihidir. Kur’an’da itaatten kasıt, idarecilere itaattir.
  2. Peygamber’in görevi sadece Kur’an’ı tebliğ etmektir. Eğer Sünnet dini bir niteliğe sahip olsaydı, Kuran ile beraber o da yazıya geçirilirdi. (Gulam Ahmed Perviz iddiası)
  3. Hadisler zan ifade ettikleri için, zan üzerine din bina edilmez. (Ahmed Dini’n iddiası).
  4. Peygamber (s.a.v)’e Kur’an’dan başka vahiy gelmemiştir. Onun görevi sadece Kur’an’ı tebliğdir.
  5. Kur’ân yeterlidir. Peygamber (s.a.v)’in tefsirine ihtiyaç yoktur, dolayısıyla ona uymak gerekmez.
  6. Sünnet ve hadisle amel etmek şirktir.
  7. Hadisler Müslümanlar ’ın birliğini yok etmektedir. Hadisler din değil, dinin tarihidir. Sahih hadis sadece Kur’an’a uygun olanıdır. Hadislerin Peygamber (s.a.v)’e nispeti şüphelidir. Zan ifade eder, din ise zan üzerine bina edilmez.
  8. Kur’ân’da geçen Rasûl’e itaatten maksat idarecilere itaattir.
  9. O’nun açıklamaları sadece kendi devri için geçerlidir. Bunlarla sadece o devirde amel edilebilir. Sonraki asırlarda bu uygulamalar son bulmuştur.

* Kur’ân Ehli ekolünde bir birlik olması mümkün olmadığı için namazı iki, üç, dört, beş vakit olduğunu savunanlar vardır. Aynı şekilde zekât mallarının miktarı ve zekât şartları konusunda da farklı görüşlere sahiptirler.

* İçlerinden bazıları sahih hadisleri, bazıları da Mütevâtir hadislerin dışında kalanları inkâr ederler. İçlerinden marjinal bir grup tamamını inkâr eder.

Ehl-i Kuran ekolünün namazın kılınışı, oruç gibi ibadetlerin yapılışını Kuran’dan çıkarmaya kalkışmaları gibi konular göz önüne alınırsa, Ehl-i Kuran ekolünün aşırıya kaçtığını, Peygamber’in konumunu bir postacıya indirdiğini, hadis tenkit ve tahlilinden ziyade ‘hadis ve Sünnet inkarcısı’ sıfatını hak ettiğini söyleyebiliriz.

E. Ehl-i Kur’ân Hareketine Karşı Yazılan Eserler

  1. İftihar Ahmet Belhî: Fitne-i İnkâr-ı Hadîs ke-Manzar ve Pes Manzar (Karaçi, 1954)
  2. Muhamnmed İdris Kandehlevî: Hucciyet-i Hadîs
  3. Muhammed Dâvud Râzî: İslâm
  4. Muhtemîm Muhammed Tayyib: Ek Kur’ân
  5. Mûsâ Cârullâh Bigiyef (1874-1949): Kitâbu’s-Sunne (Ankara, 1999).

Hindistan’da Ehl-i Kur’an Ekolü’nün ortaya çıktığı dönemlerde Sünneti savunma gereğini duyan ilim erbabı tarafından Ehl-i Hadis adında bir ekolün kurulduğunu belirtmek yerinde olacaktır. Söz konusu Ekolün, Sünnetin itibarını koruma konusunda yürüttüğü faaliyetleriyle önemli rol oynadığını ifade etmek gerekir.

2. Pakistan’da Hadis İnkarcılığı

Bu inkarcıların başında Ahmet Perviz gelmektedir. Bu konuda Makam-ı Hadîs (Lahor, 1953) adında bir eser yazmıştır. İddialarını şu şekilde özetlemek mümkündür:

  1. Peygamber (s.a.v)’in görevi sadece Kur’an’ı tebliğ etmektir.
  2. Peygamber (s.a.v), Kur’ân dışında bir hüküm ortaya koyamaz.
  3. Hukukî hadisler Kur’an’ın hükmü ile tezat halindedir.
  4. Peygamber (s.a.v)’in söz ve fiillerini ihtiva eden hadis kitapları dinden bir parça değildir.
  5. Peygamber (s.a.v)’in vefatından sonra bazı kimseler kendi özel istekleriyle bu hadisleri, yazılı vesikalardan değil, şifahi olarak toplamışlardır.
  6. Beş vakit namaz ve kılınış şekli gibi Mütevâtir hadisler reddedilmelidir. Kur’ân’da sadece namazı dosdoğru kılınması emredilmektedir. Bunun şekli ise devlet idaresine bırakılmıştır.
  7. Kur’ân’da geçen salât kelimesi, Allah’ın emirlerine uymak anlamına gelir. Sadece belirli vakitlerde yapılan bir şekil olmayıp bütün hayat için geçerlidir.
  8. Sünnet hukuk kaynağı değildir. (Bu son iddia Pakistan Yüksek Mahkemesi Yüksek Hâkimi Muhammed Şafii’ye aittir.)

* Ahmed Perviz ve Ehl-i Kur’ân, Tûlu İslâm Dergisi’ni çıkararak, orada sadece Kur’ân ile yetinme fikirlerini işlemişlerdir.

A. Pakistanlı Sünnet Karşıtlarının Önde Gelenleri

Abdullah Çakralvî (1870-1914) ve Mevlevî ‘Ahmedduddîn Emratserî (1861-1936) gibi kimseler bulunmaktadır. Ancak Ebû ‘Alâ el-Mevdudî bu harekete karşı çıkmış ve bu konuda bazı makale ve kitaplar neşretmiştir. “Sünnetin Anayasal Niteliği” (İstanbul 1998) adlı eseri buna örnektir. Ancak onun da Sünnet ve hadisle ilgili bazı menfi düşünceleri bulunmaktadır.

B. Ebu’l Alâ Mevdûdî’nin (1903-1979) Hadis-Sünnetle İlgili Görüşleri

Pakistan’daki Cemaât-i İslamiyye’nin kurucusu olan Mevdûdî’nin hadisleri yaklaşımı zaman zaman modern yaklaşımlar sergilese de daha çok gelenekçi bir tarz olduğunu söyleyebiliriz. Onun Bezm-i Tulu-i İslam cemaatinin mensuplarından Dr. Abdülvedud Sünnet ve hadis üzerine mektuplaşma şeklinde yaptığı tartışma, ‘Sünnetin Anayasal Niteliği’ adıyla Türkçe’ye çevrilmiştir. Mevdûdî, bu kitabında daha çok savunmacı ve geleneksel bir hadis-Sünnet savunucusu profili çizmektedir. Sünneti inkâr hareketinin ilk önce Mu’tezile ile başladığını ifade eden Mevdûdî, daha sonra bu hareketin derin bir ölüm uykusuna daldığı, 19. Yüzyılda, önce Irak’ta sonra da Hindistan’da, Seyyid Ahmed Han, Mevlevi Çerağ Ali ve Abdullah Çakralvi’nin bayraktarlığında tekrar diriltildiğini savunmaktadır.[7]

Mevdûdî’nin hadis-Sünnet konularında yazdıkları bu sözünü ettiği kişilere ve gruplara bir cevap ve reddiye niteliğinde olmuştur. Hz. Peygamber’e gelen vahyi metluv ve gayr-i metluv olarak ayıran Mevdûdî, ikinci kısmı da şu kısımlara ayırır:

  1. Hz. Peygamber’den kesintisiz olarak gelen Mütevâtir Sünnetler,
  2. Kesintisiz ve tanınmış rivayetler yoluyla bize ulaşan Hz. Peygamber’in emir, talimat ve uyarıları,
  3. Kaynakları güvenilir ve Kuran’a, kesintisiz rivayetlere aykırı olmayan Ahâd haberler,

Mevdûdî bu üç kısım hadis-Sünnet rivayetlerinin güvenirliliğinin şüphesiz olduğunu söyler. Bunların dışında kalan rivayet malzemesinin tenkit edilebilir olduğunu, ama bunların tenkit edilebilir olmasının, Peygamber’den gelen rivayetlerin hepsini zan altında bırakılamayacağını ileri sürer.[8]

Mevdûdî’nin mezkûr kitabında tartıştığı konulardan biri de Hz. Peygamber’in Kur’an dışında vahiy alıp almadığı hususudur. Dr. Abdülvedud’un Peygamber’in Kuran dışında vahiy almadığın iddiasına cevap olarak, o yine Kuran’dan birtakım ayetlerle Kuran dışı vahyi ispatlamaya çalışmıştır. O, örnek olarak kıblenin değiştirilmesi ile ilgili ayeti verir ve bu ayette Peygamber’in Mescid-i Haram’dan önce yüzünü döndüğü Mescid-i Aksayı da Allah’ın isteğiyle kıble edindiğini belirterek, Mescid-i Aksa’nın kıble yapılmasıyla ilgili ayete Kuran’da olmadığına göre demek ki, Hz. Peygamber Kuran dışı vahiy aldığını belirtir.[9]

Hadise yaklaşımında gelenekçi yönü ağır basan Mevdûdî, klasik hadis çalışmalarının son nokta olmadığını, aksine günümüzde de onların bıraktıkları eksiği tamamlamak gerektiğinin altını çizer. Bir hadisin hangi güvenilir kaynakta yer alırsa alsın senedi ne kadar sağlam olursa olsun kesinlikle sahih sayılamayacağını belirtir. Bu düşünceden hareketle Mevdûdî hadis imamlarının körü körüne taklit edilmesinin yanlış olacağını söyler.[10]

Mevdûdî, klasik literatürdeki sahabenin tamamının adil olduğu fikrinin de sadece rivayette adalet ile ilgili olduğunu söyleyip, umumi bir ifade olmadığını, sahabe içerisinde birbirlerine kötü sözler ve davranışlarda bulunanların varlığından bahseder. Aslın o bu fikriyle diğer bazı modern hadis münekkidleri gibi sahabenin de hadis uydurabileceği fikrine karşı çıktığını ama, rivayet dışında da sahabenin masum olmadığını belirtmiştir.[11]

Mevdûdî, Buhârî’nin hepsinin sahih olduğu fikrini de reddeder: “Şerefli hiçbir kimse, hadisle ilgili bize ulaşan herhangi bir koleksiyona kesinlikle sahihtir, diyemez. Meselâ, Allah’ın kitabından sonra en sahih kitap olduğu söylenen es-Sahîhu’l- Buhârî’nin içinde bulunan altı bin civârındaki hadisin tamamı sahihtir diyemez”. Bir başka değerlendirmesinde; “Muhtevası, senedleri itibariyle bize en sahîh yolla gelen kitap elbetteki Buhârî’nin es-Sahîh’idir. Zira müellifi, diğer müelliflere nispetle hadislerin isnadı konusunda daha derinlemesine bir araştırma yapmıştır.

Ne var ki onun sahihliğine yönelik bu hüküm, sadece sened tetkîki itibariyledir” demiştir.

C. Fazlurrahmân’ın (1919-1988) Hadis/ Sünnetle İlgili İddiaları

Çağdaş İslam dünyasında Modern İslam düşüncesinin inşasında Fazlurrahman önemli simalardan birisidir. Ona göre hadisler, Peygamber’e daha sonra nispet edilen, ama aslında Peygamber’in Sünnetinden ayrı olmayan, selefi salihin’in basiret ve hikmetlerinin toplamıdır. Ona göre hadislerin çoğu Müslümanlar ‘ın meydana getirdiği sözlerdir. Fazlurrahman, siyer kitaplarının hadis kitaplarından daha güvenilir olduğunu iddia eder.

Fazlurrahman tarafından terimleştirilen bir kavram olan ‘yaşayan Sünnet/living sunnah’ onun hadis ve Sünnete bakışının özünü meydana getirir. Ona göre, Sünnetin yorumu ve genişletilmesi her grubun kendi devrinin yaşayan Sünnetidir. İşte bu yaşayan Sünnet kelimelerle ifade edilince hadis oldu. Yani hadisler yaşayan Sünnetin tezahürüdür. Bununla birlikte o, Müslümanların yapması gereken yenilenmenin, bu yaşayan Sünnette yenilenme olduğunu söyler. Her devirdeki Müslümanlar, yaşayan Sünneti kendi çağlarına göre yorumlamalı ve geliştirmelidirler.[12]

Nebevi hadislerle ilgili iddiaları şöyledir:

  1. Peygamber (s.a.v)’e atfedilen hadisler azdır. Ancak genelde ibadetlere ilişkin hadisler Peygamber (s.a.v)’e aittir.
  2. İlk dönemlerde hadislerin büyük bir kısmı, Peygamber (s.a.v)’e ait olmayıp ilk nesillere aittir.
  3. Hadisler aslında Nebevî Sünnet’in yorumlanması sonucu oluşturulan canlı ve dinamik bir yapı arz eden yaşayan Sünnet’in önüne senet zinciri eklenmek suretiyle Peygamber (s.a.v)’e isnat edilmiş formülasyondan başka bir şey değildir. Hadis, genellikle çok kısa olan ve Peygamber (s.a.v)’in söyledikleri, yaptıkları, tasvip ya da reddettikleri veya sahâbilerin özellikle yaşlı olanları ve daha özel olarak ilk dört halife hakkında bilgi vermeyi amaçlayan bir haberdir.
  4. Hadis, yaşayan Sünnet’in sözlü bir şekilde yansımasıdır veya hadis, Nebevî öğretimin yorumlanmış ruhunu yaşayan Sünnet temsil etmektedir.
  5. Yaşayan Sünnet ise, ilk Müslüman cemaatinin Peygamber modelinin ruhuna uygun olarak ortaya koyduğu tatbikattır. Ya söze dayanan takriri ya da yaşayan gelenektir ki, bu da Peygamber (s.a.v)’e dayanır.
  6. Sahâbe ve tabiînin davranışları da Sünnet kapsamındadır. [13]
  7. Gayb hadisleri, belli bir gün ve yere işaret eden hadisler uydurmadır.
  8. Kelâmî, siyasî grup ve hizipleşmeyle ilgili ortaya çıkan haberler uydurmadır.
  9. Gelecekte ortaya çıkacak fitneleri bildiren hadisler uydurmadır.
  10. Mucizelerden haber veren hadisler de uydurmadır.
  11. Mehdî ve Mesih’ten haber veren, irade hürriyeti ve kaderden bahseden, faizle ribâyı aynı gören ve siyasetle ilgili olan bütün hadislerle birlikte kıyamet alametlerini haber veren fiten hadisler de uydurmadır.
  12. Dinden dönenin (Mürted) öldürüleceği, Kelime-i Tevhidi getirenin Cennet’e gideceğini bildiren hadisler uydurmadır.
  13. Sünnet’in Kur’ân gibi bağlayıcılığı yoktur.

* Fazlurrahmân, hadislerin oluşan süreci diye bir gelişme varlığı tezini ortaya atmıştır. [14] Ayrıca, İslâm dünyasının çıkış yolunu şu sözlerinde ifade etmektedir: “Kur’ân öğretisi ve Nebevî Sünnet, İslâm toplumunun karşılaştığı yeni faktörlerin ve etkileri karşılamak için cemaatin yaşayan Sünneti doğrultusunda yaratıcı bir biçimde alınıp yorumlandığı zaman, cemaatin ilk dönemiyle ilgili tarihinde bizler için güçlü yol gösterici ilkeler mevcuttur”.

Sonuç

Konuyla ilgili giriş yaptıktan sonra, Hindistan ve Pakistan ülkelerinde, Hadis ve Sünnet karşıtı ekollerin çıkış tarihi ve iddiaları üzerinde durulmuş ve gerekli yerde cevaplar sunulmuştur. Önümüzdeki yazımızda diğer ekollerin çıkışı ve iddiaları üzerinde durulacaktır.

Dipnotlar:

(*) Şeker Necmettin, Hadis Karşıtı Söylem ve Çağdaş Yansımaları, Uluslararası Din Bilimleri Çalıştayı, Iğdır, 2017, ss. 167-177.

[1] Zaferullah Daudi, Şah Veliyyullah Dehlevî’den Günümüze Hindistan ve Pakistan’da Hadis Çalışmaları, s. 298.
[2] Zafarullah Daudi, a.g.e., 298.
[3] Brown Daniel, İslam Düşüncesi’nde Sünneti Yeniden Düşünmek, s. 96.
[4] Zafarullah Daudi, a.g.e., s. 298-300.
[5] Zafarullah Daudi, a.g.e., s. 275-280.
[6] Brown Daniel, a.g.e., s. 70-71.
[7] Mevdudi, Sünnetin Anayasal Niteliği, s. 7-8.
[8] Mevdudi, Sünnetin Anayasal Niteliği, s. 131/132.
[9] Mevdûdî, a.g.e., s. 95.
[10] Hatipoğlu İbrahim, Çağdaş Hadis Tartışmaları Bağlamında Mevdûdî’nin Dinamik Sünnet Yorumu, s.10.
[11] Hatipoğlu, İbrahim a.g.e., s.19.
[12] Daudi Zaferullah, a.g.e., s. 284-290.
[13] Fazlur Rahman, İslam, Fakülteler Matbası, İstanbul, 1981, s. 66-76, 87.
[14] Fazlur Rahman, a.g.e., s. 79-83.

Exit mobile version