Dünya üzerinde İslam dininin etkisiyle şekillenmiş büyük medeniyetler oluşmuştur. İlahi mesajla yön kazanan, yerel unsur ve uluslararası medeniyet tecrübelerinden de faydalanarak geniş ve uzun zamana yayılan bir medeniyet ortaya çıkmıştır. İslam dünyası dediğimizde İslam dininin ve medeniyet birikiminin etkisiyle şekillenmiş toplumsal ve siyasal yapısı olan yerlerdir. Bu medeniyet birikimi 12 y.y.dan itibaren yavaşlayan, 18. yüzyıldan itibaren hâkim güç ve medeniyetler karşısında gerileyen ve 20. yüzyılda ise yenik olarak tanımlayacağımız bir konuma geldi. 17. yüzyıldan itibaren karşılarında her daim güçlenen Batı medeniyetinin ortaya koyduğu olgulara karşı duruş ve tutumlarını anlamakta fayda vardır. Batının yükselişinden önce hâkim bir konumda olduğu için bu düşünce sahiplerinin Batılı bir olgu olan teknik – teknoloji’ye yönelik yaklaşımları önemlidir.
Batıda uzun süreden beri süren düşünsel arayışlar kendini siyasal, sosyal ve ekonomik alanda pratik önermelerle kendini ifade etmeye başladı. Bunun en iyi ifadelerinden biri de yeni yapılan icatlar ve bu çerçevede her gün yenilenen, kendini belirginleştiren teknik gelişmelerdir. Batı toplumları ile sınırdaş olan ve her türlü etkiye açık Osmanlı imparatorluğu hâkim güç olmanın verdiği özgüven içerisinde teknik gelişmeleri çok iyi takip edememiştir. Bu gelişmeler askeri üstünlük yönünden zayıflama olduğu belirginleşmeye başlayınca işte o zaman dikkate alınmaya başlandı. Ordunun askeri üstünlüğünü koruması için teknik ilerlemenin öğelerini taşımak için Batıdan mühendisler getirilmeye başlandı. Bu olgu basit birkaç teknik buluşun askeri alana uygulanması olarak algılandı. Bu teknik ilerlemeyi ortaya çıkaran düşünsel- felsefi arka plan çözümlenemedi veya dikkate alınmadı. Çünkü batı karşısında zaferini ilan etmiş ve bu hâkim güç olma psikolojisi içerisinde batıdaki gelişmeleri dikkate alıp, değerlendirmedi. Veya bu teknik ilerlemenin öğelerini alırken yükselme döneminde olduğu gibi kendi düşünsel arka planını güçlendirmedi.
19. yüzyılda batının teknik gelişme ve üstünlüğü iyice belirginleşmişti. Bu gücü tanımak- anlamak uğraşısı olduğu gibi bir taraftan da batının dünya üzerindeki hareket alanı genişlemiş ve artık Osmanlı topraklarına yönelmiş bulunmaktaydı. Askeri merkezli teknikselleşme yapılmaya çalışılıyordu. Bu reformlar yenileşme çabalarının toplumsal- siyasal hareketlenmesinden etkilenmekte, sık sık kırılmalara uğruyordu. Batının kesin üstünlüğü kabul edildiğinde batılı olgulara karşı aydın- âlimlerde tutumlar şekillenmeye başladı. Bu tutumlar şu şekilde belirginleşti;
1- Toptan Kabul Düşüncesi: Batının kesin ve tartışılmaz üstünlüğüne karşı onların diğer kazanımlarını olduğu gibi tekniksel gelişmelerini hemen ve hepsini almalıyız şeklinde idi. Bu görüşe göre Batı medeniyet birikimi olarak çağımızda üstünlük sağlamıştır. Osmanlı kurumsal ve düşünsel olarak gelişmelerin gerisinde kalmıştır. Batının sahip olduğu değerleri ayrım gözetmeksizin almak ancak bizler için çıkış yolu olabilir düşüncesi hâkimdir. Osmanlı İmparatorluğunun son dönemindeki bir kısım aydınların savunduğu bu düşünce Cumhuriyet döneminde uygulanmak istenmiştir. Abdullah Cevdet, Celal Nuri gibi aydınların öncülüğünde gelişmiştir. Abdullah Cevdet, batının bilim ve teknolojisinin alınıp ahlak ve kültürünün alınmaması fikrinin mümkün olmadığını, o yüzden her alanda batılılaşmak gerektiğini savunmuştur. Bu bakış açısı yenilgi psikolojisini yaşayan ve buna karşı çıkış olarak mağlup olanın galip olana benzemesi alışkanlığının bir tezahürü olarak görünmektedir. Yükselişe geçen batı medeniyetine karşı direnç noktalarını yitirmiş, gelecek umudu körelmiş ve kendine yabancılaşmış algılayışın ürünüdür.
2- Yarı Kabul- Yarı Red Düşüncesi: Batının tekniğini alıp düşünce, ahlak, sosyal ve siyasal yaklaşımlarını almamak şeklindedir. Teknik ilerlemeyi diğer gelişmelerden ayrılması ön plana çıkar. Sahip olduğumuz değerlerin bizlerin kurtuluşu için yeterli olduğunu batının sahip olduklarına ihtiyaç bulunmadığı düşünülür. Gerilemenin en önemli sebebi batının teknik anlamdaki gelişmesini takip edilememesidir. Batının teknik alanı dışındaki elde ettiği kazanımlar bizim bireysel ve toplumsal yapımızı bozacağı, özellikle ahlaki zeminin kaybolacağına inanılır. Bu görüş Namık Kemal, Ziya Gökalp ve Mehmet Akif Ersoy gibi aydınlar tarafından üzerinde ısrarla düşünülmüştür. Özellikle modelleme olarak Japonya örneği verilmiştir. Mehmet Akif, düşüncesini şu dizelerle ifade eder:
“Alınız ilmini garbın alınız sanatını;
Veriniz hem de mesainize son süratini.”[1]
Bu görüşe göre akla makul gibi gelen ve ısrarla savunulan tekniğin alınıp düşünce, ahlak ve felsefesinin alınmaması ve terk edilmesi olmuştur. Ancak bu düşünceyi savunanlar problemin asli boyutunu gözden kaçırmışlardır. Teknik sadece makine veya alet değildir. Bunun kullanımı, alt yapısı ve sonrası ile bütüncüldür. Teknik üretenin ruhunu taşır. “İslam değerlerinin çağımızın bilim ve teknik kafasıyla birleşip beraber yaşayacağını ummak bir avuntudan ibarettir. Çünkü günümüzde hâkim olan bilim ve teknik, Batı’da belli bir dönemde belirmiş bir kafa yapısının uzantısıdır, belli bir toplumsal yapının sinesinde gelişmiş, vasıfları İslam’a taban tabana zıt bir sınıf eliyle gücünü dünya ölçüsüne yaymıştır.”[2] Üreten bunu belli bir toplumsal ihtiyaca veya hedefe binaen üretmiş toplumsal kullanıma sunmuştur. Eğer bu aleti- tekniği kullanan toplum üretilirken üzerine bina edilen hedef doğrultusunda algılamamış ve hissedememiş ise patrik açıdan çatışma ortaya çıkmaktadır. Teknik ile beraber onu var eden düşünce- felsefe de yavaş yavaş gelir. Japonya örneği örneklendirilmiş ancak son olarak gelinen nokta ıskalamıştır. Japonya kendi kültür ve değerlerin koruyarak batının tekniğini alıp ilerleme noktasındaki örneklemi boşa çıkmıştır. Çünkü Japonya aldığı teknik ile zamanla dönüşmüş ve batılı bir ülkeden farklı olarak yerel- kültürel bazı enstrümanların muhafaza edilmesi ile sınırlı kalmıştır. Düşünce ve felsefe olarak bir özgünlüğü kalmamıştır. Aldıkları teknik düşüncesiyle beraber gelmiştir. Soyutlanamamıştır.
3- Toptan Red Etme Düşüncesi: Batı düşüncesini teknik ve diğer alanlar olarak tanımlamadan- ayırmadan toptan red etme taraftarıdır. Türk- İslam- Osmanlı- Doğu olarak batıdan alacağımız hiçbir şey yoktur. Alacağımız her türlü düşünce ve pratikler bizleri biraz daha bozuluşa ve yenilgiye götüreceği düşüncesindedirler. Batının teknolojik ve diğer alanlardaki üstünlüğünü sona erdirecek güç ve birikimlerin kendi tarihimizde saklı olduğunu, tüm meselenin bunun ortaya çıkarılıp yorumlanması olduğunu belirtirler. Bu görüş; hayali olarak güzel, iddialı ancak pratiksel değeri görünmemektedir. Var olan gerçekliğe yabancı kalarak ve soyutlanarak bir çıkış- inşa ve aşma iradesi gösterebilmek mümkün değildir.
4- Aşma Düşüncesi: Teknolojiye hâkim olmak, üreterek yönlendirmek ve bunu ortaya çıkaracak bilgi ve birikimi açığa çıkarmaktır. Batı teknolojisinin insan psikolojisini olumsuz etkilediğini düşünen Rasim Özdenören, Müslümanların elinde teknolojinin daha farklı bir konumda bulunabileceğini savunur. “Yetinme duygusunun yerine daha çok edinme, doymazlık psikolojisi, insanın bu hayat tarzı içindeki genel tavrını belirleyen bir özellik haline geliyor. Bu tavır, büyük ölçüde, teknolojinin eseridir. Gerçi teknoloji, kendi başına bir kötülük aracı değildir. Bu kötülük, teknolojinin programlanmasından doğmaktadır. Başka bir deyişle, insanın teknolojiye yaklaşımındaki niyettir belirleyici olan. Teknolojiden niyetinizin yöneldiği hedefe göre bir hâsıla elde edersiniz. Araya insan unsuru girmeden, teknoloji kendi başına bir hâsıla sağlamaz. Teknoloji amaç tarafından belirlenmiş bir araç olarak kabul edilmek şartıyla, Müslüman’ın elinde bir çeşit, Müslüman olmayanın elinde başka bir çeşit ürün hâsıl eder.”[3] “Mesele, batının teknik vasıtasıyla kendimizi donatmakla hallolmaz. Mesele, Batıda bu tekniği ve bu kabiliyeti yaratan güce sahip olmadadır.”[4] Bu yorum teorik olarak akla uygun ve herkes tarafından paylaşılan bir düşünce olsa da bunu ortaya çıkaracak teorik ve pratik açılımlardan yoksundur. Ancak umut bu bakış açısında bulunmaktadır.
Bu düşünceler etrafında halen batının ilerlemeciliğine karşı nerede duracağımızı, nasıl konumlanacağımı belirlemeye çalışmaktayız. Henüz İslam dünyasında batı kuşatmasını yaracak ve bir yol bularak zafere götürecek alternatif algı ve yollara ortaya konulamadı. Batı düşünce ve medeniyet olgusu tekniği ile görünmekte ancak bunun arka planında büyük bir felsefi – düşünsel birikim bulunmaktadır. Kafa karışıklığını giderecek tutum ve düşünsel algılayışa doğru yol alınmalıdır. Batıyı bütüncül olarak değerlendirmeye ve tartışmaya açmak gerekir. Parçacı yaklaşmak daha fazla zaman kaybetmekten başka bir şeye yaramayacaktır. İslam Dünyasının kendi önünde 2 tercih bulunmaktadır: “Batı sanayii devrimi sonuçlarını verip insanlığın sonradan esiri olacağı teknolojiyi kullanmaya başladığında, doğu dünyası ne olup bittiğini anlamaya çalışmaktaydı. Anladığında iş işten geçmişti. Bu durumda önlerinde iki seçenek vardı: ya bu ürünlerden lütfedilip kendilerine verildiği kadarıyla yetinip hayatlarını idame ettirecekler; ya da kendileri de aynı sürece yüzyıllar sonrasında girişeceklerdi.”[5] Özgüvenini yitirmeden, geç kalmışlık psikolojisine girmeden, tarihsel tecrübeler ile An’ı kuşatacak ve geleceği doğru okuyacak bir bakış açısıyla sabırlı adımlar atılmalıdır.
Kaynakça:
[1] Safahat, Mehmet Akif Ersoy
[2] Üç Mesele, İsmet Özel, Çıdam Yayınları
[3] Müslümanca Düşünme Üzerine Denemeler, Rasim Özdenören, İz Yayınları
[4] Türkiye Nasıl Kurtulabilir? Prens Sabahattin, Buruc Yayınları
[5] Skeptikus, Şüphe ve Bilgi / H. Mustafa Açıköz, Elis Yayınları