9 C
Bursa
30 Ekim 2024 Çarşamba
spot_img
Ana SayfaFıkıhİslam Fıkhının Kaideleri - 1

İslam Fıkhının Kaideleri – 1

GİRİŞ

Fıkhî kaideler konusu, Fıkıh ilmi yani, İslam hukuku alanına girmektedir.  Bu alanın cüzi bir kısmını oluşturmaktadır. İslam uleması, günlük hayatımızda fert ve toplumsal anlamda günlük hayatımızda bizleri yönlendirecek ya da yaşadığımız ve yaşayacağımız çeşitli sorunların çözülmesinde yardımcı olacak, ayrıca yargı ve fetva alanında rehber olacak olan fıkhî kaideleri toplayan Arapça diliyle çeşitli eser kaleme almıştır [1].

Söz konusu eserler içerisinde nazım halinde olup, üzerine şerh yapılan eserler olduğu gibi konuyla ilgili orta boylu ya da geniş ve detaylı olarak eserler de bulunmaktadır. Yazılan eserler içerisinde Manzumetu’l-Kavâidi’l-Fikhiyye adıyla nazım halinde Abdurrahman b. Nasır es-Sa’dî tarafından hazırlanan, sonra da şerh edilen mezkûr eser [2], küçük hacimli olması nedeniyle öğrenciler nezdinde revaç bulmuştur.

Fıkıh kaidelerine girmeden önce, konunun daha iyi anlaşılabilinmesi için, giriş sadedinde bazı anahtar bilgileri sunmamız yaralı olacaktır. Söz konusu anahtar bilgiler, alanla ilgili Fıkıh, Ahkâm, kaide, Kavâidu’l-Fıkhiyye, Usulü fıkıh / fıkıh usulü, gibi kavramları içermektedir. Ayrıca fıkıh kaideleri ilminin koyucusu, Söz konusu ilmin önemi ve öğrenmenin hükmüyle birlikte, beş büyük külli kaide belirtilmiştir.

1. Temel Kavramlar

  1. Fıkıh:

Arapça bir terim olup, sözlükte bir şeyi derinlemesine anlamak, idrak etmek anlamına gelmektedir. Istılahta ise, şer’i ve ameli hükümleri tafsili delilleriyle bilmektir. [3] Bu hükümleri detaylı bir şekilde bilen kişiye Fakih veya fıkıh alimi diye isimlendirilmektedir. Günümüz ilahiyat camiasında bu alandaki uzmanlara İslam Hukukçusu denilmektedir. Söz konusu fıkhi hükümler, tabiatıyla Allah ile kul arasındaki münasebeti kapsayan ibadetlerin yanında hayatın bütün alanlarını içermektedir.

  1. Ahkâm:

Hükmün çoğuludur. Kelime olarak bir işi başkasına nispet etmektir. Terim olarak, vaz’î, ve kazâ’î olarak ef’âl-i mükellefin (kulların fiilleri) ile ilgili şer’î (hüküm) hitaptır. [4] Teklifi hükümler beş tanedir: vacip, mendup, mübah, mekruh ve haram.

  1. Kaide:

Arapça bir terim olup, kural ya da ilke anlamında gelmektedir.

  1. Kavâidu’l-fıkhiyye:

Günümüz ifadesiyle fıkıh kaideler demektir. Kavramsal tanımı ise şöyledir: “Kendisiyle ilgili alt meselelere (cüz’iyata) uygulanarak bunların ahkâmının anlaşıldığı külli hükümleri bilmektir”. [5] Söz konusun kavramın daha net anlaşılması için örnek olarak, “niyet amellerin şartıdır, meşakkat kolaylığı celbeder, maslahat mefsededen önce gelir” gibi kaide veya kurallardır. Dolayısıyla Kavâidu’l-Fıkhiyye derslerimizde bu kaideleri örnekleriyle birlikte anlama çalışacağız.

  1. Fıkıh, Usulü fıkıh / Fıkıh usulü ile Fıkıh Kaideleri ya da ilkeleri arasında anlam ve fonksiyon yönüyle olan fark:

Fıkıh, fer’î meseleleri tafsili delilleri ile bilmektir. Usulü fıkıh ilmi bize, fıkhın temellerini, ilahi emirleri, vacip ve farzları, mendup ve müstehapları, haram ve nehiyleri delilleriyle birlikte anlatan bir ilimdir. Fıkıh kaideleri de fıkhın ilkelerini yani bina edildiği esas ve maddelerini öğreten bir ilim olarak bilinmektedir.

Yakın Osmanlı döneminde bile yargı da kullanılan eserler arasında Rûhu’l-Mecelle [6] gibi eserlerde dahi söz konusu kaideler işlenmiştir.

  1. Fıkıh Kaideleri İlminin Vazı’ı (Koyucusu):

Fıkıh kaidelerinin bir kısmı şer’î naslarda ya aynen ya da mana itibariyle zikredilmiş, sahabe bunları telakki etmiş, anlamış ve henüz yazıya geçirilmeden bunlarla amel etmişlerdir. Yani İslami ilimlerin yazıya geçirilmeden önce de uygulama itibariyle mevcut olduğunu görmekteyiz.

Fıkhi kaideleri ilk defa toplayan kişinin Ebu Tahir ed-Debbâs olduğunu bilmekteyiz. Kendisi Hanefi mezhebini on yedi kaide ile özetlemiştir. Sonra el-Kerhî usul eseriyle bu kaideleri ilk defa tasnif eden musanniftir. Bu eserde kırk kadar kaide zikretmiştir.

  1. Fıkıh Kaidelerin Önemi ve Öğrenmenin Hükmü:

Konuyla ilgili olarak İmam el-Karafî şöyle demiştir: “Bu kaideler fıkıh için önemlidir. Faydası çoktur. Fakih bu kaideleri ne kadar iyi bilirse kıymeti ve şerefi artar. Fıkhının parlaklığı artalar tanınmaya başlar. Fetva vermedeki yöntemi netleşerek işi kolaylaşır. Kim fıkhı kaidelerini iyi bir şekilde kavrarsa cüzi örnekleri ezberlemesine hiç gerek kalmaz. Çünkü bu cüzi örnekleri külli meselelere tatbik eder. Başkalarının tenakuz olarak gördüğü bir husustaki bir meselenin iç yüzünü kolaylıkla anlar”. [7]

İbn Nüceym de fıkhi kaideleri şu şekilde açıklar: “Fıkhın hakikatteki usulüdür. Fakih onunla müçtehit derecesine yükselir”. [8]

Fıkıh kaidelerini öğrenmek farz-ı kifayedir. Eğer toplum içerisindeki bir grup bu farzı yerine getirirse diğerlerinin üzerindeki sorumluluk kalkar. Aksi taktirde bütün toplum günaha girmiş olur.

  1. Beş Büyük Külli Kaide:
  1. Bir işten maksat ne ise hüküm ona göredir.
  2. Şek (şüphe) ile yakîn (kesinlik ifade eden) zail olmaz.
  3. Meşakkat (zorluk) teysiri (kolaylığı) celbeder (getirir).
  4. Zarar izale (temizlenir, yok edilir) olunur.
  5. Âdet muhakkemdir (bağlayıcılı). [9]

2. FIKHÎ KAİDELER

  1. Bir İşten Maksat Ne ise Hüküm de Ona Göredir.

Bir iş üzerine terettüp edecek hüküm; o işten maksat ne ise ona göre olur. Söz konusu kaidenin aslı hadis kaynaklarında; Ameller niyetlere göredir” [10] lafzıyla yer almaktadır. İmam Şafii “Bu hadis yetmiş farklı konuda delil olarak kullanılabilir” [11] demiştir.

Alimler bu hadisi İslam’ın temellerinden biri olarak saymışlar ve bütün hükümleri bu hadisle irtibatlandırmışlardır.

Bu kaideyle ilgili bir iki örnek zikredelim;

  1. Bir şey hem helâllik hem de haramlık vasfını taşıyorsa bunlardan hangisi kastedilerek işlenmişse eğer, ona göre hüküm alır. Yerde bulunan bir eşyayı, sahibini bulup vermek için almak helâldir. Kendine mal etmek için almak haramdır.
  2. Kurulan çadıra bir av hayvanı takılıp kalırsa, bakılır: Eğer çadır bu maksatla kurulmuşsa, takılan hayvan çadır sa­hibinin olur; bu maksatla değilse ona sahip olamaz.
  1. Akitlerde İtibar Edilen Maksat ve Manayadır; Elfâz (lafızlar) ve Mebâniye Göre Değildir.

Yapılan bir akitte, kastedilen mana başka, lâfız da baş­ka olursa, manaya itibar edilir. Örneğin;

  1. Birisi satış esnasında “Hibe ettim” lafzını kullandıysa onu hibe etmemiş, bilakis satmıştır.
  2. b) Beş gram altını 4,5 gram altınla değiştirme muamelesi «beyi’ alım-satım» ismi altında cereyan etse bile bu, mana yö­nünden «ribâ-fâiz» muamelesine girdiğinden caiz değildir.
  1. Yakın (Kesinlik İfade Eden Şey) Şüphe ile Zail Olmaz.

Bu kaidenin kaynağı şu hadis-i şeriftir: “Şüpheyi ortadan kaldırsın ve emin olduğu şeye (hükmü) bina etsin”. [12]

İmam en-Nevevî hadisle ilgili olarak şöyle söyler: Bu hadis İslam’ın esaslarından biri ve fıkhın büyük kaidelerinden biridir. Her şeyin hükmünün aksi yönde bir delil bulunmadığı sürece bulunduğu hâl üzere kalması gerektiğini ifade eder. Bu konudaki şüpheye bakılmaz”. [13]

Suyûtî ise şöyle der: “Bil ki bu kaide fıkıhtaki bütün bablara girer. Bu kaideye göre uygulanan meseleler fıkhın dörtte üçünden fazladır”. [14]

Bu bağlamda idrakin beş mertebesi vardır: İlim, zan, şek, vehim, cehalet. İlim, vakıaya tam mutabakat konusundaki kesin itikattır. Yakîn bunun eş anlamlısıdır. Marifet kelimesi bu manayı karşılamaz. Zan, iki ihtimalden hangisinin daha kuvvetli olduğunu bilmektir. Şek, iki ihtimalin arasında tercih yapamamaktır. Vehim, iki ihtimal arasından zayıf olana meyletmektir. Cehalet ise, vakıanın tam zıddını gerçek olarak kabul etmektir. Kişi eğer bu görüşünün doğru olduğunu düşünüyorsa buna cehl-i mürekkep (yani katmerli cehalet) denir. Cehalet, ilmin bulunmayışıdır. [15]

  1. Bir Şeyin Bulunduğu Hal Üzere Kalması Asıldır.

Bir şey bulunduğu ve tespit edildiği zaman ne hal üzere ise, aksine bir delil sabit olmadıkça, o hal üzere kalması, deği­şikliğe uğramaması asıldır; ona göre hüküm verilir.

Bilindiği gibi, eşya zamanla değişir, değişikliğe uğrayabilir. Her değişmeyi bir hâdise meydana getirir. Fakat bir şeyin bulunduğu hal üzere kalması muhakkaktır. Değişime uğraması ise muhtemeldir. Bu bakımdan muhakkak olan hal, muhtemel olan hâle nazaran önde gelir. Örneğin;

  1. Bir şahıs uzun müddet kaybolur; sağ veya ölü olduğuna dair kesin bir bilgi elde edilmezse, Hanefîlere göre 90 yaşı­nı bitirinceye kadar onun sağ bulunduğuna hükmedilir ve buna göre miras ve bazı hususlar da dikkate alınır.
  2. Kişi abdest aldığından emin ise ama bozduğu konusunda şüphe ediyorsa abdestlidir. Eğer abdesti bozduğundan eminse ve abdest aldığı konusunda şüphe ediyorsa bu kişi abdestsizdir.
  1. Kadîm Kıdemliyi Üzere Bırakılır.

Çünkü bu hususta asıl olan bir şeyi bulunduğu hal üzere bırakmaktır. Bir şeyin öteden beri devam edegeldiği hal, onun o hal üzere meşruiyetine delil sayılır. Zira bu kaide esas tutulmayacak olursa, birçok tarihî kıymetler bulunduğu hal üzere bırakılma­ma ve böylece asliyesini kaybetme tehlikesiyle baş başa kalır. Örneğin,

  1. Vakıf olduğu bilinen, fakat vakfiyesi ve vakıf şartı tespit edilmeyen bir vakfın geliri öteden beri nereye sarf ediliyor ve nasıl kullanılıyorsa öylece dokunulmadan devam eder; dokunulmaz.
  2. Tarla sahibi Öteden beri tarlasının içinden geçen yol ve­ya suyu kaldırmak istese veya yoldan ve sudan istifade eden­lere mâni’ olmak istese, bakılır: Eğer Öteden beri bunun böyle devam edip geldiği ispat edilirse, kademi üzere kalır; tarla sa­hibinin müdahalesi menedilir. 
  1. Zarar Kadîm Olmaz.

Genel olarak zararlı bilinen şeylerin işlenip yapılmasına cevaz verilmez. Bu, hemen hemen her devir ve idare sistemin­de böyledir. Müstesna olarak, böyle bir şeye müsamaha edil­miş veya yapılırken görülmemişse, umumî kaideyi bozmayacağından kademine bakılmaksızın kaldırılır. Bir şeyin kadim olması hüccetiyle zarar vermesine izin verilemez. ([16]). İzale edilmesi gerekir. Örneğin;

  1. Birine ait ağaç yola sarkmış, gelip geçenlere zarar veri­yorsa, bu ağaç bir asır önce bile buraya dikildiği ispat edilse bile, kesilir. Çünkü zarar kadîm olamaz.
  2. Bir evin lâğım veya mutfak suyu sokağa açıktan akıyor; gelip geçenlere zarar veriyor, komşuların sıhhatim bozuyorsa, ev yapıldı yapılalı bu suyun sokağa aktığı ispat edilse bile, der­hal kaldırılır.
  1. Beraat-i Zimmet Asıldır.

Asıl olan insanın suçsuz olmasıdır. Suç sonradan işlenirse bu nedenle işlediği fiilden dolayı suçlu olabilir. Örneğin;

  1. Hırsızlık suçu iddiasıyla hâkimin   huzuruna   çıkarılan kimse hakkında ilk düşünülen husus, hırsız olmamasıdır. Hır­sız olduğu delil ile ispat edilmedikçe suçsuz olduğu kanaatine varılarak serbest bırakılır. Çünkü beraat-i zimmet asıl kabul edilmiştir.
  2. Bir kişi düşmanlık etmekle suçlanıyorsa ve bunu ispatlayan bir delil yoksa o kişi masum sayılır.
  1. Arızî (Sonradan Oluşan) Sıfatlarda Asl olan Ademdir. 

Genel olarak sıfat ikiye ayrılır: biri aslî, diğeri arızî. Aslî olan sıfat hayat, bekâret gibi nitelikle birlikte var olan şeylerdir. Arızî olan sıfat, mevsufla (nitelendirilen ile) birlikte var olmayıp sonradan oluşan ölüm, hastalık, dulluk gibi arız olan durumlardır. Örneğin;

  1. Müdârebe şirketinde kâr sağlanıp sağlanmadığı ihtilâf konusu olursa, kâr sağlanmadığı asıl olduğuna göre, itibar edilen müdâribin (şirketi işletenin) sözüdür. Sermaye sahibi ise kâr sağlandığını ispat etmesi gerekir.
  2. Ölen kimsenin vârisleri, (örneğin, oğulları) babamız şu yerdeki tarlayı, (A) ya, şuurunda sahip olmadığı bir zamanda satmıştır, diye davacı olsalar, (A) da bunun aksini (yâni şuuru yerindeyken sattığını) iddia etse, ispatlamak davacıya aittir. Çünkü asıl olan şuurlu bir halde satışın yapılmasıdır. Bunama ve gay­ri şuur hali, hareket ve sözleri arızîdir (sonradan oluşan hallerdir). 
  1. Bir Zamanda Sabit Olan Şeyin Hilâfına Delil Olmadıkça Bekasıyla Hükmolunur.

Az önce yukarıda da belirtildiği gibi kadîm kıdem oluşu üzere bırakılır. Çünkü bu hususta asıl olan bir şeyin bulunduğu hal üze­re kalmasıdır. Örneğin,

  1. Bir zamanda bir yerin (A) ye ait olduğu, onun mülkiye­ti altında bulunduğu sabit olduğu takdirde, mülkiyeti izale eder bir durum sabit olmadıkça, o yerin öteden beri mülkiyeti altında bulunduran (A) ya ait olduğuna hükmedilir.
  2. Bir kadının ölen (B) ye vâris olduğunu iddia edip da­vacı olması halinde bakılır:

Kadın (B) nin nikâhlı karısı ise, onu boşadığına dair delil olmadıkça, kadının iddiası kabul edilip (B) ye mirasçı olacağına hük­medilir. 

  1. Yeni Meydana Gelen Bir Olayın Hâlen (Şimdiki Zamana) En Yakın Vakte İzafe (nispet) edilmesi Asıldır.

Sonradan meydana gelen bir olayın ne zaman meydana gel­diğinde ihtilâf edilirse, uzak bir zamanda vuku’ bulduğu ispat edilmezse, şimdiki zamana en yakın olan vakte izafe (nispet) edilerek hükme bağlanır. Örneğin,

  1. Alım-satımda akit yapılırken alıcı için (hiyâr-ı şart)a (vazgeçme müddeti) yer verilir ve sonra bu akdi alıcı boz­mak ister ise, hiyâr-ı şartın müddetinin bitip bitmediğinde ihti­lâfa düşerlerse fesih zamanı, duruma en yakın olan vakte nispet edi­lir ve muhayyer olan alıcıya (ki bunun muayyen müddeti için­de feshettiğini iddia ediyordu) ispatlamak düşer.
  2. (A) ölmeden Önce (B) benim vârisimdir diye ikrarda bulunur ve sonra ölürse, (B) ile (A) nın vârisleri bu ikrarın sağlam iken mi, yoksa ölüm hastalığında mı edildiği üzerinde ihtilâfa düşerlerse, burada vârislerin sözüne itibar edilir; aksini ispatlamak da (B) ye düşer.

Sonuç olarak aylık yazımızda 10 tane fıkhî kaide zikredilmiş, söz konusu kaidelerin açıklaması yapılarak daha kolay anlaşılabilmesi için günlük olayların çözümünde örnekler sunulmuştur.


[1] Örneğin, Ahmed b. Muhammed Ez-Zerka, Şerhu’l-Kavaidi’l-Fıkhiyye, Daru’l-Kalem, Dimaşk, 1989; Muhammed Mustafa, ez-Zuhayli, el-Kavaidi’l-Fıkhiyye ve Tatbikatuha fi’l-Mezahibi’l-Erbaa, Daru’l-Fikr, Dimaşk, 2006; Muhammed Sıdki Alu Burnu, Mevsuatu’l-el-Kavaidi’l-Fıkhiyye, Müssesetü’r-Risale, Beyrut, 2003.
[2] Abdurrahman b. Nasır es-Sa’dî, Manzûmetu’l-Kavâidi’l-Fikhiyye, Mektebetü’l-İmami’z-Zehebî, Küveyt, 2015.
[3] Riyâd Mansur el-Huleyfi, el-Minhâj, Kuveyt, 2020, s.3.
[4] Riyâd Mansur el-Huleyfi, el-Minhâj, s.3.
[5] Riyâd Mansur el-Huleyfi, el-Minhâj, s.3.
[6] Hacî Raşîd Paşa, Rûhu’l-Mecelle, I-VIII, Daru’l-Hilafeti’l-Aliyye, İstanbul, 1326.
[7] Ebu ‘l-Abbâs el-Karafî, el-Furûk, I-III, Alemu’l-Kutub, Beyrut, ts. I, 3.
[8] Zeynu’d-Din İbn Nüceym, el-Eşbâh ve’n-Nezâir, Daru’l-Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut, 1999, s. 6.
[9] Riyâd Mansur el-Huleyfi, el-Minhâj, s.7.
[10] Sahîh-i Buhârî, no: 1; Sahîh-i Müslim, no: 1907, Hz. Ömer’den rivayetle.
[11] Celâluddin es-Suyutî, el-Eşbâh ve’n-Nezâir, Daru’l-Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut, 1983, s. 9.
[12] Müslim, Mesâcid, no: 889. Hadisin lafzı üzerine Buhârî ve Müslim ittifak etmiştir.
[13] İbn Nüceym, el-Eşbâh ve’n-Nezâir, Beyrut, 1999, s. 6.
[14] İbn Nüceym, el-Eşbâh ve’n-Nezâir, s. 6.
[15] Riyâd Mansur el-Huleyfi, el-Minhâj, Kuveyt, 2020, s.10.
[16] Riyâd Mansur el-Huleyfi, el-Minhâj, s.17.

YAZARIN DİĞER MAKALELERİ

1 Yorum

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

SOSYAL MEDYA

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
4,338TakipçilerTakip Et
- Reklam -spot_img

Yeni İçerikler

Son Yorumlar

Mücahide yorumladı Küçücük Yüreğim
Mücahide yorumladı Küçücük Yüreğim
Mücahide yorumladı Küçücük Yüreğim
Mücahide yorumladı Küçücük Yüreğim
NoNameConi yorumladı Alın Teri ve Zaman