“İçinizdeki İslam’ı gösterin. Çünkü İslam sizin üzerinizde görünmek ister. İman gizlidir, İslam açık. İman kalptedir, İslam zahirde.” der, Üstad Alaaddin Özdenören.
Hayatın ve iyi ile kötünün savaşının da tam ortasında müslüman olmak!
Müslüman olmak; bazen çok yüklü anlamlar ihtiva ederken bazen de bir cümleye indirgenebiliyor. “Lailahe ilellallah, Muhammedürrasulullah” cümlesinde teslim olmak, inanmak, gönle bir aşk düşürmek, bir ideal sahibi olmak ve hayatı anlamlandırmak olarak düşünülebilir. Müslüman olmak zahire bakanın gördüğüdür.
Ne var küpün içerisinde? Ne sızıyor dışarıya, bal mı sirke mi? Müslüman, girdiği yere huzur ve mutluluk götürüyor mu, çıkarken etrafındaki varlıklar hüzünleniyor mu? Müslüman, iletişim halinde olduğu her yere, dokunduğu her şeye bir rayiha bırakıyor mu, “İslam’dandır güzel hallerim” dediğinde, ben de bu halle halleneyim diyor mu çevresindekiler?
Neden anlatamıyoruz İslam’ın barış, selamet, emniyet, sevgi, nezaket, insanlık dini olduğunu?
Bir grup lise ve üniversite öğrencisiyle yaptığımız derslerde ilk defa epeyce sarsıldım. Bu gençler nasıl bu kadar boş, idealsiz, atıl kaldılar? Kelime-i Tevhid’i bilmiyor, söyleyemiyorlar. İçlerindeki boşluk ve anlamsızlık öyle fazla ki korktum. Nasıl bu kadar kör ve sağırlar din duygusuna, inanamadım.
Biz nerede yanlış yaptık?
Sevimsiz bir din algısı, düşünme kabiliyetlerinin ellerinden alınmış olması, sadece ellerindeki telefonlara sarılarak bütün hayatlarını ondan ibaret sanma yanılgısı bir hipnotize gibi, bir ahtapotun kolları kadar sağlam sarıyor ruhlarını.
Neden alternatif bir değer ortaya koyamadık? Annelerle yaptığım görüşmeler ve gençlerle yaptığım zoraki dinledikleri sohbetler, dinin görünen yüzünün gençlere hitap etmediği şeklinde.
Peki sorun ne? Belki bir çok istatistik ve tez konusu olabilecek ilmi araştırma sebeplerini bir tarafa bırakacak olursak, en basit ve yalın olanlarına bir göz atabiliriz;
“İnsan en çok iletişim halinde olduğu beş kişiden müteşekkildir” derler. Bu gençlerin etrafındaki ilk beş kişilik halkada kimler var? Anne, baba, öğretmen ve en yakın iki arkadaşı diyelim. Bütün konuşmalarda en çok şikayet ettikleri bu grup. Anneleri ilgisiz, sevgisiz, babaları güvensiz, öğretmenleri görev kaçkını, arkadaşları kıskanç ve ikiyüzlü, tabii bunlar onların algıları. Bu sıfatlara rağmen onlara mecbur olmaları veya öyle hissetmeleri, “öğrenilmiş çaresizlik” sendromuna sokuyor gençleri. Deli deli esen gençlik rüzgarı, kendine yeteceği, istemediği zaman bırakacağı, sevmediğinde aramayacağı yapay ilişkilerle boğuşmak zorunda olmayı düşünmeleri güçsüz kılıyor onları.
Kötü huy ve sıfatları en yakınlarına yapıştırarak onların örnek ve model olma özelliklerini bir kalemde silmeleri, merhamet ve ölçüsüz bir nesle aşina kılıyor bizi. Gerçek bir vefa, çıkarsız ve karşılıksız bir sevgi bile bazen yetmeyebiliyor. İçi boşaltılmış değer ve kavramları düşünmek sorumluluk olarak, özgürlük kavramı tamamen sınırsızlık olarak algılanıyor. Sosyal bir problem ya da toplumsal bir sorun dikkatlerini bile çekmiyor.
En korkuncu da utanma, haya ve edep duygusunun yerine küstah, saygısız ve umarsız bir görüntünün yerleştirilmiş olması, bunun yanında nasihat ve iyi söz dinlemeye de tahammülleri yok.
Çünkü; bu gençlere dinin aslından olan ve imanın hemen arkasından gelmesi gereken güzel huy, sabır, tahammül, menfaatsiz yakınlık gibi insanı kalbinden yakalayan prensipler yerine; mesela bir öğrencimin sorduğu gibi, “Hocam neden sünnet işlemleri bir merasime dönüştürülüyor?” veya “Niçin türbelere adak adanıyor” ya da “Cuma günü oruç tutulmaz mı” veya “Aşure pişmeyen evde domuz başı mı kaynar?” gibi gösterişe meyleden, bilinçsiz ve dinin bireysel ve toplumsal psikolojisini yaralayan şeyleri dinin temel şiarlarıymış gibi sunmak.
Namaz kıldığı halde rahatça yalan söyleyen, dedi kodu eden ebeveynler, örtülü iken anne baba ve akrabalarıyla sürekli maddi manevi sorun yaşayan büyükler, ağzından dua akması beklenirken beddua etme acizliğine düşen yaşlılar, her bir öğrencisine bir emanet bilinciyle davranması gerekirken, onurunu kırıp, dersle ahlaki boyutta buluşamayan öğretmenler, küçücük bir çıkar uğruna arkadaşını satan dostluklar…
Alış veriş, ticaret, para söz konusu olduğunda hacı, hoca ya da İslami bir sıfatı hiçe sayanlar. Sert söz, abus çehreli, bağıra çağıra İslam‘ı anlatmaya çalışan hocalar, bencilce yaşam tarzları. Bugün temsil edilemeyen İslam, bir salata sunumu kadar bile imaj taşımıyorsa suç gençlerin mi?
“Bu dine müntesipleri kadar kimse zarar vermemiştir” diyen fikir adamı ne kadar haklı.
Görünen manzara din adına, insanlık adına, müslümanlık adına can acıtıcı. Niçin inansın ki genç? Onun mantığı, algısı, tepkisi farklı. O artık yeni çağın çocuğu. Yeni argüman ve alternatifler geliştirmek için zamanımız daraldı. Arada bir size bir müzik dinleteyim dediğimde, onların tarzlarında bir şey açtığımda annelerine tepkileri çok şaşırmış bir halde, “Anne, hoca nereden biliyor bizim şarkıları?” hayreti ve onlarla kurmaya çalıştığım iletişime bir örnek.
Hz. Ali; ”Çocuklarınızı kendi çağınıza göre değil onların çağına göre yetiştirin” buyuruyor. Yukarıda anlattıklarım, bir çok eğitimci ve ilgili insanın yaptığı gibi şikayet değil, durum tespiti.
Her şeyden önce gençlerle iletişim halinde olan herkes önce kendisine çeki düzen vermeli. Bir gün doğru bulduğunu diğer gün yalanlayan, kararsız, söylediğine kendisi inanmaktan ve yapmaktan aciz, öncelikli anne baba ve öğretmenler bu paydayı paylaşmalı. “Balık baştan kokar” cümlesinden ben hep samimiyetsiz ve ilkesiz büyükleri tahayyül ederim.
Eğitimin anne rahminde başladığına inananlardanım. Aile, söylenmek yerine güzelce söylemeli, yap emrinden vazgeçerek kendisi yapmalı. En güzel örneklik inanarak islam’ın gülen yüzü, toleransı, insan iradesi ve gücünün yanında acziyetinin de farkında olarak, Kur’an’daki ilgili kıssalarda öğretilen formda şekillenen bir tarza geçmeli. Önümüzde Allah’ın Rasulü (s.a.v.) gibi hayatı en ince teferruatına kadar bilinen bir rehber var.
Bugünün seküler ve ruhsuz psikolojisi insanı robota dönüştürdü. Özellikle her eline kalem alanın yazdığı kişisel gelişim kitapları “en güçlü benim, her şeyi yapabilirim” e evriltiyor ne yazık. Allah’ın yardımı ve sonucun ona ait olduğunun bilgilerden çıkarılması insanı kötülük problemiyle baş başa bırakıyor, neden- sebep ilişkisine takılıyor gençler. Güncel ve gündemden haberdar olmalı, mantıklı ve anlaşılabilir, uygulanabilir bir din algısını sunmalı bu meseleyi dert edinen herkes.
İnsan; Allah’ın yardımı ve inayeti olmadan, duayı da bilincine katmadan hiç bir şeye sahip olamaz.
Daha geç olmadan, çocukların, gençlerin yüreklerinden tutmalıyız. Elimizden kayıp giderlerken hem kendilerini hem bizi helak etmeden…