Din ve siyaset ilişkisine dair yaklaşımlar son yüzyılların en önemli tartışma konularından birisidir.
Modernleşme süreci bu tartışmaların ana merkezinde yer almaktadır. Kapitalizm, laiklik, sosyalizm, modernizm, sekülerizm, liberalizm gibi düşünsel, siyasal, ekonomik ve sosyal ideolojiler bu tartışmayı her daim beslemiştir.
Din ve siyaset yani İslam, Hıristiyanlık, Yahudilik, Budizm gibi din kabul edilen yaklaşımların siyasete dair ne söylediği, iddiaları, etkileri ve pratikleri üzerinden tartışma yürümektedir. Bu noktada dinin ne olduğuna dair tanımın muğlâklığı da tartışmayı genişletmektedir. Bu meyanda din; insan ve âleme dair tüm tasavvurları içeren ve buna karşılık gelen pratikler bütünüdür. Kapitalizm, Laiklik, Liberalizm, Sosyalizm gibi din dışı görünen tüm anlayışlarında din olduğunu öncelikle kabul edilmelidir. Ancak günümüzde bu yaklaşımlar din değil ideoloji denilerek kamufle edilmekte din dışı veya dine karşı ayrı bir konuma oturtulmaktadır.
İslam’ın siyaset anlayışının varlığına dair tartışmalar sürmektedir. İnsanlık tarihini İslam’ın tarihi olarak ele aldığımızda bu tartışmalar daha da anlamlı olacaktır. Hz. Muhammed (s.a.v.) insanlığın tarihsel yürüyüşünden kopuk, ayrı, farklı bir sürecin parçası değildir. İlk insandan bu yana süregelen insanlık tarihinin devamı, yenileyicisi ve ıslah edici çizgisinin devamıdır. İnsanlık tarihi boyunca İslam- siyaset ilişkisi her daim var olmuştur ve var olacaktır.
Son yüzyıllarda Laiklik merkezli düşünce çizgisi İslam’ın siyaset başta olmak üzere ekonomik, kültürel, sosyal yaklaşımlarına ilişkin sınırlayıcı, yok edici, yok sayıcı ve zaman dışı ilan ederek daraltmaya çalışmaktadır. Tüm bu tartışmaları içerisine alan bir eser üzerinden İslam’ın siyaset teorisinin varlığına dair tartışmaları ele almaya çalışalım.
Ebulfazl İzzeti’nin İslam’da Siyaset Teorisi (İnsan Yayınları- 2014) eseri üzerinden İslam- Siyaset ilişkilerinin seyrine bakalım. Yazar ‘İslam’ın Siyaset Felsefesi ve Hukukuna İlgi Gösterilmeyişinin Nedenleri’ adlı ilk bölümde meseleyi farklı boyutları ile ele almaya çalışmaktadır.
İslam ve siyaset ilişkisini birbirinden çok uzaklaştıran veya yakınlaştıran yaklaşımlarla birlikte bu ilişki ne yazık ki zayıf tutulmuştur. “İslam’ın siyasi hukuk ve felsefesine bir bilim ve nizam olarak ilgi gösterilmeyişinin temelinde büyük olasılıkla şu faktörler söz konusudur:
İslam’ın siyasi hukuk ve felsefesiyle, Müslüman ümmet arasında ve de yönetsel yapı ile hâkim nizam arasında kopukluğun olması.
İdeolojiye dayanan, kendi hedefini daima adalet ve hakikatin kurulması addeden ve bir bakıma hakkın hakimiyet ve galibiyeti olarak bilinen İslam’ın siyasi hukuk ve felsefesi, hâkim ve galip olan düzene yönlendirildi.
Yunan kaynaklarından çok sayıda eserin Arapça’ya çevrilmesiyle Müslüman toplumunda gayri İslami çeşitli ilimlerin neşriyatı ve bunlara rağbet gösterilmesi neticesinde özelde felsefeciler olmak üzere çok sayıda Müslüman düşünürün gayri İslami ilimlerden etkilenmeleri.
Sömürgecilik, İslam coğrafyasına ve İslam ümmetine hâkim koşul be faktörlerle modern zamanlarda kolonyalizmin oluşumu ve bunun sömürgecilik çerçevesinde Neo Kolonyalizme dönüşmesi; politik- kültürel emperyalizmin sonucunda, sömürgeci güçlerin gayri İslami felsefe ve düzenlerinin kapsamlı bir etkisi altında kalınması.
İslam’ın diğer dinlerle karşılaştırılması sonucunda, siyasi ve yönetsel düzlemlerde öteki dinlerin eksiklik ve karmaşıklığı; kendisi de bir din olduğundan dolayı İslam’a da nisbet edilebilmesi.
İslam’ın siyasi fıkhı, İslam fıkhının içerisinde araştırma ve inceleme konusu kılınmış, ancak bağımsız olarak tam bir biçimde ilgi görmemiştir.
Batılı siyasi düşüncelerin İslam dünyası üzerindeki nüfuzu ve İslam dünyasında siyasi hukuk alanındaki politikacı ve uzmanların, bilgilerini daha çok Batılı siyasi düşüncelere dayandırmaları; söz konusu yöneticilerin Avrupalı üniversitelerden bilgilenerek buralardan mezun olmalarından dolayı Müslüman coğrafyalarında siyasi ve Batılı düzenlerin az-çok uygulanması…” (Sayfa/ 14- 15)
İzzeti, son iki yüzyıllık süreçte İslam dünyasının batıyı taklit ederek aşmaya çalıştığı bu krizi aşamadığını da belirtir. Batı medeniyeti geleneği de temel edinerek kendisini yenilemeye çalıştı. Bu yenilenme ile ortaya çıkardığı sistemin oluşturduğu krizler görmezden gelinerek idealize edildi. İslam’ın siyasal duruşu, aklı ve felsefesi her daim görmezden gelindi. Ve dahi inkâr edildi. En önemlisi de Müslümanları İslam ve siyaset üzerinde düşünmekten ve iddia ortaya koymaktan utanır hale getirdiler.
İzzeti, eserinde Neo Kolonyalizm ve bunun İslam dünyası üzerindeki rolü üzerinde durur. Geleneksel ve modern kolonyalizmin İslam’ın siyasal algısı üzerinde yarattığı etkilerin önemine değinir. Batı kolonyalist- sömürgeci merkezli yeni hâkimiyet alanları oluşturdu. Bu hâkimiyetini çok yönlü olarak uyguladı. Eğitim, kültür, dil, ekonomi, üretim, tüketim, sanat, eğlence, müzik, sinema ve daha birçok alanda bu sömürgeci aklın hâkim kılmaya çalıştı. Bu alanları sömürü mantığı üzerinden şekillendirdi. Bu çerçeveden bakıldığında açık ve gizli işgale uğramayan bir Müslüman ülkesi yoktur. Tüm Müslüman ülkeler hem düşünsel hem de fiziki bağımsızlığını elde etmenin mücadelesini vermektedirler. Bir yandan işgaller sürerken, diğer yandan yeni işgal planları devam etmektedir. Bütün bu sömürgeci aklın ilk hedefi İslam’ın ruhunu, aklını, algısını ve pratiğini değiştirmek olmuştur. Bunu da Laiklik şemsiyesi altında yürütmektedir.
Ebulfazl İzzeti, Hz. Muhammed’in (s.a.v.) hicret ile birlikte kurduğu Medine Devleti’nin örnekliği üzerinden İslam’ın siyasal anlayışının temel parametrelerini şu şekilde ifade eder:
“1- Medine’de Hz. Peygamber’in rehberliğindeki bir İslami yönetimin kurulmasıyla ilgili öncüller hazırlanmaktaydı.
Demokratik bir biçimde İslami hükümetin kurulması ve Hz. Peygamber’in Medine’ye davet edilerek rehberli seçilmesi, halk tarafından söz konusu toplumsal sözleşmelerin- muahedelerin benimsenerek onaylanması ve daha sonra da tüm Medine halkının Hz. Muhammed’i rehber olarak kabul etmesi.
İslami hükümetin kurulması.
Hz. Peygamber’in Mekke’de İslam’ın tebliğine yönelik mücadelelerin neticesinde, Medine halkının Hz. Peygamber’in tebliğlerinin etkisinde kalarak bir hükümet kurma fikrini kazandıkları söylenebilir.
İslami hükümetin kurulması özel bir coğrafyaya bağımlı olmayıp zorunlu olan koşulların gerçekleştiği her yerde söz konusu olmaktadır.
İdeolojik İslam toplumunun kurulması ırk, renk, millet ve diğer türden yapay özelliklere gereksinim duymamaktadır.
İslami siyasi hükümet hızla kurumamış olsa beşeriyet dini olan İslamiyet, evrensel bir yapı arz etmeyecekti.
Dini siyasetten ayırmaması ve Müslüman topluma kendi siyasi bağımsızlığını kazandırması İslami bir sünnet olarak tanımlanabilir.
İslam ve İslam Peygamberi, Müslüman toplumun siyasi bağımsızlığının önemini baştan beri öngörmüşlerdi.”(Sayfa/ 69- 70- 71)
Kitabın ikinci bölümü “İslami Bilimlerden Bağımsız Bir İlim ve Bilgi Olarak Siyaset” adını taşıyor. İslami bilimlerde siyasete dair birçok görüş serdedilmiş ve belli bir külliyat oluşmuştur. Birçok yerde İslami siyaset, İslam hukuku çerçevesinde de ele alınmıştır. İslam’ın siyasi hukuku tanıma şu şekilde yapılabilir: “Hakiki ve hukuki bireylerin; bireylerarası ilişkileri, toplum ve devletle ilişkileri; İslami hükümetin diğer toplum ve devletlerle ilişkileri ya da söz konusu toplumun başka ülkelerdeki bireylerinin siyasi konumlarının, İslam’ın tam anlamıyla hâkimiyeti amacıyla İslami siyasi nizam, İslami hükümet ve ümmetin tesis, istikrar, tahakkuk ve sürekliliği düzlemlerindeki siyasi problemleriyle ilgili; İslami kanun ve ahkâmla delillendirilmiş detaylı bir bilim dalıdır.” (Sayfa- 78)
İslam tarihinde birçok ekoller, mezhepler ve akımlar genel anlamda siyaset için aşağıdaki kaynakları önermişlerdir:
“1- Allah ve din (Dinlerde siyasetin kaynağı), 2- Tabiat (Tabii hukukta siyasetin kaynağı), 3- Halk (Demokratik hukukta siyasetin kaynağı), 4- Sosyal ve ekonomik koşullar (Sosyalist hukuk ve siyasette siyasetin kaynağı) 5- Ahlak (Ahlaki- siyasi ekollerde siyasetin kaynağı)” (Sayfa- 89) İslami siyasetin fıkhı alanında birçok alim, aydın ve siyasetçi eserler vermiştir. “Örneğin; Maverdi, Farabi, Gazali, İbn-i Cuma, İbn-i Teymiyye, Nasuriddin-i Tusi, Allame Hılli, Muhakkik Hılli, Şeyh Mufid, Mirza Muhammed Hüseyin Naini ve İmam Humeyni gibi büyük şahsiyetlerin her biri İslam’ın siyaset hukukunda sahip oldukları derinlikle çok değerli eserler vermişlerdir.” (Sayfa-90)
İzzeti, İslami siyasi hukukun kaynakları olarak öncelikle Kur’an, Sünnet, İcma ve Kıyas(akıl) yanında yardımcı kaynaklar vardır:
- Raşid Halifeler dönemi,
- Siyasi nizam hakkında yazılan eserler,
- Müslüman toplumların örf, adet ve gelenekleri,
- İslami siyaset fıkhı hakkındaki eserler,
- İktisat, vergi ve benzeri konularda yazılan eserler,
- Uluslar arası özel ve genel hukuk alanında yazılan eserler,
- Siyaset ve siyaset felsefesini ele alan eserler,
- İlahi hükümet alanında yazılan eserler,
- İslam tarihi alanında yazılan eserler.
Yardımcı kaynakların son yüzyıl yaklaştıkça yen eserlerin ve tecrübelerin de katıldığını görüyoruz.
Yazar kitabın üçüncü bölümü ‘İslam’da Siyasetin Diğer Din ve Siyasi Ekollerdeki Siyasetlere Tatbiki ve Bunlarla Karşılaştırılması’ başlığını taşıyor. İslami siyaset teorisi dünya üzerindeki farklı tecrübelere kapalı değildir. Yerel veya küresel düzeyde diğer din, ideoloji ve yaklaşımların siyaset alanındaki yaklaşımlarına kayıtsız kalınamaz. Hıristiyanlık ve Yahudilik gibi geçmişi tevhidi çizgiye dayanan dinler olsun, Afrika ve Uzak Asya’daki dinler, Yunan tecrübesinden bugüne gelen Batı tecrübesi olsun siyaset alanında İslam’ın bugün ve yarına yönelik yaklaşımlarında etkileneceği birçok yön bulunmaktadır. Ancak bu etkileşimin zemini iyi oluşturulmalıdır. Etkileşimin dini, sosyolojik, psikolojik, felsefik temelleri göz önüne alınmalıdır. Müslümanlar, bugün özellikle bunlar içinde Batı tecrübesi ile ilişkileri sorunludur. Dünyada egemen olan Batı Siyaset teorisi ile İslam Siyaset teorisi arasındaki farklılıklar şunlardır:
“1- Batılı siyasi sistem, anayasa ve siyasi kanlar beşeri iken, İslami siyasi nizam ilahidir.
2- Batılı siyasi sistem tamamen halkın istek ve arzularına göre değişebiliyorken; İslami siyasi nizam, özü itibariyle insanların eğilim ve heveslerine göre değişmez.
3- Batılı siyasi sistem, kanun koyucu kurumların ilgi alanları ve mevzuatları ile sınırlı iken İslami siyasi nizam, dini yapısı, evrenselliği ve kapsamlılığından dolayı bu türden bir sınırlılık içermektedir.
4- Batılı siyasi sistem, ahlakiliği göz önüne almaksızın insanların arzu ve isteklerini temel almaktadır. Oysa İslami siyasi sistem hüsn- kubh, iyilik- kötülük, hakkaniyet ve butlan gibi ahlaki boyutları da göz önüne alır.
5- Batılı siyasi sistem, siyaseti ve siyasi uygulamaları “olması gerekene” göre değil “var olana” göre ele almaktadır. Oysa İslam bu bağlamda hakikati öncelemektedir.
6- İslami siyaset ve anayasa, ilahi boyuta muhalif bir örfilik ve geleneksellik ar etmez.
7- İslam’da siyasi hakimiyet ve kudret sadece Allah’a ait olduğundan ve insanlar da sorumlu kullar olduklarından İslami siyaset; temel olarak beşeri kudreti baz alan diktatörlük, totaliter demokrasi ve makyavelist siyaset gibi politik düşüncelerle herhangi bir uzlaşı içerisinde bulunmamaktadır.
8- İslami siyaset, sekülerizm ve dünyeviliği benimseyen yahut dini yadsıyan materyalist siyasi ekollerle hiçbir biçimde uzlaşamaz.”(Sayfa/162- 163)
İslam’ın var oluşunu sadece muhalefet ile sınırlayan anlayışlar Laiklik ürünüdür. Toplumsal değişimi hedefleyen ancak bunu hiçbir zaman siyasal projeye dönüştürmeyen, mabet merkezli olarak toplum ilişkilerini sınırlayan, siyaset ve ekonomi başta olmak üzere birey dışında bir müdahale imkânı tanınmayan bir din anlayışı teklif edilmektedir. Sivillik ve kamusallık arasında dinin geçişine hiçbir zaman izin verilmemektedir. Dinin ifadesini mümkün kılacak bir anlayışı ifade etmeye cesaret edemeyenler, “Adalet Devleti” demek suretiyle bir kavram değişimi hedefleniyor. Bir Müslüman laikliğin çizdiği sınırlara kendini indirgediği zaman İslam’ın hâkimiyet imkânlarını da inkâr etmiş olmaktadır.
Günümüzde İslam denildiğinde ilk akla gelen sorulardan biri olan “İslam’da siyaset teorisi, felsefesi var mı?” sorusunun cevabı verilmelidir. Siyaset teorisi olmayan bir din, din olamaz. İslam’ın doğduğu günden bugüne siyaset tecrübesi çok büyüktür. Ancak hem Müslümanlar hem de Müslümanlara saldıranlar ilk olarak İslam’ın siyasal yönünü boşaltmaya ve anlayışını tehdit gibi göstermeye çalışmaktadırlar. İslam’ın diğer yönlerinde olduğu gibi siyaset teorisi ve pratiğini ilişkin yine İslami temelde bir anlayışı oluşturmak zorunludur. Bu konuda yazılmış çağdaş eserler başta olmak üzere geçmişte yazılmış külliyatında okunması, tartışılması ve yenilenmesi gerekmektedir.