Umre için gidip avlusunda namaz kıldığım Kabe’de beni etkileyen şeylerden birisi çocuklar idi. Mescid-i Haram’ın içinde çocuk ağlamaları hiç eksik olmadı. Bu durum bana sevgili Peygamberimizin (s.a.v.) dönemini hatırlattı.
Ebû Katâde Hâris İbni Rib’î radıyallahu anh’ den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Ben uzatmayı arzu ederek namaza dururum da, bir çocuğun ağlamasını işitir onun annesine güçlük çıkarıp üzmekten hoşlanmadığım için namazı kısa keserim.” (Buhârî, Ezân 61, 163. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Salât 123; İbni Mâce, İkâme 49)
Aslında namazı uzun uzun eda etmeyi seven Peygamberimiz aleyhisselam cemaate kıldırdığı namazları kısa tutardı. Çünkü o, insanlara eza vermekten kaçınır, sahabesine de bunu tavsiye ederdi.
Allah’a imandan sonra en kıymetli ibadet olan namaz için: “Namaz benim göz bebeğimdir.” buyurmuştur. Kendisini üzen bir olay olduğunda namaz kılarak ferahlar, sevindiği bir durum olunca namaz kılarak Allah’a teşekkürünü eda ederdi.
Rabbimiz Allah-u Teala, onu Mirac gibi bir lütufla taltif eylemiş ve namaz adlı ibadeti de miracda ona ve ümmetine hediye etmiştir. Peygamberlerin sonuncusu ve en üstünü olan Hz. Muhammed aleyhisselam: “İnsanlar yatsı namazı ile sabah namazındaki fazilet ve sevabı bilselerdi, emekleyerek bile olsa mutlaka camiye, cemaate gelirlerdi.” (Buhârî, Ezân 9, 32; Müslim, Salât 129. Ayrıca bk. Tirmizî, Mevâkît 52; Nesâî, Mevâkît 22, Ezân 31) buyurmuştur. Müşrikler, sevgili Peygamberimizin en çok namazına çatarlardı. Hayra ve iyiliğe, adalet ve insanlığa çağırdıkça; “Ey Muhammed, bunları sana namazın mı emrediyor?” derlerdi. Çünkü namaz, hakkıyla eda edilirse kişiyi kötülükten uzaklaştıran bir ibadettir.
Mescidine gittim ey Allah’ın Rasülü! Orada namaz kıldım. Ardında saf tutan sahaben gibi ben de mescidinde saf tuttum. Sanki sen imam olmuştun da sana uymuştum. Varlığını o kadar yakın hissediyordum ki… Belki Ebubekir’in, Ömer’in ya da herhangi bir sahabinin saf tuttuğu yerde durmuştum?
Sonra Kabe’nin çevresini kuşatan Mescid-i Haram’da da vaziyet aynıydı. Orası da tıpkı Mescid-i Nebevi gibi çocuk sesleriyle doluydu. ‘Allah-u ekber’ deyip kıyama durduğumuzda arka saflardan çocuk ağlamaları geliyordu. Anneler çocuklarıyla namaza duruyorlardı. İşte Mescid-i Haram Resulullah’ın zamanındaki gibiydi. Namaz kılıyorduk ve Kabe’nin avlusundan çocuk sesleri geliyordu.
Tavaf yapan çocuklar, say yapan ufaklıklar vardı. İki yaşında bir erkek çocuğu gördüm, beyaz bir ihram giymişti. Anne ve babasının önünde badi badi koşuyordu.
Bu çocuklar Kabe ve Mescid-i Nebevi’nin havasını soluyorlar; bi iznillahi Teala İslam ruhuyla büyüyorlardı. Onların anne ve babalarını takdir etmemek mümkün değildi.
Kabe’yi tavaf ederken yani etrafında dönerken önümde iki örüklü kara saçlarıyla Afrikalı bir kız çocuğu yürüyordu. Yaklaşık 6-7 yaşlarındaydı. Üzerinde siyah ve düzgün bir ferace vardı. Yüzünü göremiyordum. Muhtemelen annesinin eteğinden tutmuş yürüyordu. Kabe’de birbirine sıkı sıkı yapışmış insanlar görmek normal. Kaybolmamak için birbirlerinden tutuyorlar çünkü. Bu Afrikalı kız öyle tatlı öyle çocuktu ki!.. Sarılıp öpesim geldi. İki örüğünün arasındaki boynuna baktıkça kalbim şefkatle doluyordu. Torunum Asel’i hatırlıyordum. Belki bir gün o da Kabe’yi tavaf edecek diye düşünüyordum.
Sonra bir kadın gördüm tavaf yaparken. Bakır renkli ten renginden onun da Afrikalı olduğunu düşündüm. Bu kadın da az önceki kız ve annesi gibi düzgün giyimliydi. Sırtına bebeğini sarmış, iki oğlu da eteklerine tutunmuş vaziyette yürüyorlardı. Oğlan çocukları 7 ve 10 yaşlarında görünüyorlardı. Ütülü ve tertemiz,beyaz ihram elbiseleri giyinmişlerdi. Yürüyüşlerindeki edep duruşlarındaki zerafetle bütünleşmişti.
Doğrusu hayran hayran onları seyrettim. Sonra Safa Merve’de koşan ihramlı çocuğu da hiç unutamadım.