17 C
Bursa
21 Kasım 2024 Perşembe
spot_img
Ana SayfaToplum - YaşamKaybımız; Vefa

Kaybımız; Vefa

“Vefaya vefa ile mukabelede bulunmak (ahde vefa), imanın güzelliğindendir.” (Hakim, Müstedrek 1/165-41)

Efendimiz (s.a.v.), yukarıdaki hadisi şeriflerinde insan ilişkilerinde çok önemli bir yeri olan vefalı olma konusunda bizleri uyarıyor. Sosyal hayatın en önemli dinamiklerinden olan vefa, kıymet bilme, kıymet bilinme, insanın varoluşsal ihtiyacı.

Neredeyse insanların yalnızlıktan çıldıracak duruma geldiği ve yaşamı olumsuz kıldığı bir dönemden geçiyoruz. Umudum o ki; bu mekanik çağın ruhsuz sosyal ağı bir yerde iflas etsin ve hatta ilkel dediğimiz, fakat insani bir çağa yeniden dönelim.

Öğrencilerle çok zaman, eskiden, köy hayatından, çok değil çeyrek asır öncesine ait terimlerden konuşuyoruz. Öyle kalakalıyorlar. Değerlerimizle ilgili birçok kavramın hem kelime hem de anlamını kaybettiği bu dönemin acınacak hali ortada. Gencecik yaşlarında yüzlerinden okuduğum heyecansız ve isteksiz bir yaşamın nasıl da çekilmez olduğuna şahit olmak ise hakiki anlamda üzücü.

Çoğunlukla iletişim kurmuyor artık çocuklar ve insanlar. Yakın bir zamanda Instagram’ın sekiz günlük kapanmasının inanılmaz bir bağımlılığa nasıl döndüğünü, sosyal medyasız hemen herkesin ne yapacağını bilemez hale geldiğini gördük. Fakat insanoğlu, zihin olarak ortama uyma konusunda yeni şeyler üreten ve hemen kendini korumaya alan bir zihne sahip.

Geri döndüğüne sevinmeyenlerden biri de benim. Çünkü sınıftaki öğrencilerin birbirleriyle konuştuklarına, hafiften bir sohbet ortamı bile kurduklarına şahit oldum teneffüslerde. İnternetin, sosyal medya çılgınlığının özellikle 15-25 yaş üzerindeki bağımlılığı, yaklaşık iki ay aynı sınıfta olan gençlerin birbirleriyle neredeyse hiç iletişim kuramadıklarını gösterdi bana. (Yaz Kur’an kursundan bahsediyorum; sınıfım lise-üniversite öğrencileri idi.)

Aslında hücreleri körelmiş beyinlerin, bilinçli sandıkları bir bilinçsizlikle tercihleriydi bu sessizlikleri. Çünkü dost ve arkadaş olmaya ihtiyaçları yoktu kendilerine göre.

Hızla akıp giden ekranda bir an çılgınca gülerken, çok ani bir şekilde duygulanıp ağlayabiliyor; iştah açıcı birçok yemek tarifini yapıp yerken izliyor, dünyanın her yerindeki en güzel yerlerde olabiliyorlardı.

Aklımızı da kemiren bu illet, bu bağımlılık artık psikolojik bir rahatsızlık olarak literatüre girse de vahameti ve sonuçları sanırım insan hayatının ortalarında daha çok anlaşılacak.

Zaten dünyanın bizzat kendisi çok çeşitli handikaplarla çepeçevre sarılı iken, artıyor suskunluk ve yalnızlık insanlığın. Hemen her dinin, felsefenin ve pozitif psikolojinin de temel söylemlerinden biri olan değerlilik duygusu, insanın insana olan sevgisi ve ilgisini göstermesiyle oluşuyor. İnsan, başını koyacak bir omuz, acısını hissedecek bir yürek, ihtiyacını görecek bir göz, eline dokunacak bir el arıyor.

Varlığın üzerinde dokunmanın, çocuk hatta büyük üzerindeki etkilerini görünce, Efendimizin sık sık başlarını niçin okşadığını, takdir ettiğini, sevdiğini daha iyi anladım. Kıymet bilmek, görünmek, aranıp sorulmak sadece insanoğluna verilmiş bir özellik ve insan fıtratını reddediyor. Çünkü; insanoğlu çok meşgul!

Zamanının çoğunu, hatta yemeğini, ibadetini, misafirini bile sosyal medyaya göre ayarlayan insanın başkasına ayıracak vakti yok. Ne dostu var, ne anası babası, ne çocuğu, ne akrabası ne de komşusu. “Komşu komşunun külüne muhtaçtır” sözünü, yemeğini, ekmeğini yanan bir ocakta yapmamış olanlar nereden bilsin?

Bizzat bu atasözünü yaşayan birisiyim. Annem köyde sac/metal üzerinde ekmek yapacaktı. Sacı bilen bilir. O yuvarlak, iç tarafına kül sıvanarak bir tabaka oluşturulan ekmek pişirme aleti. O kül olmazsa ekmek haşlak olur ve yanar. O gün bizim ocakta kül yoktu ve annem beni amcamlara ocaktaki tezek külünü almam için gönderdi. Nasıl insanlar birbirlerine muhtaç ve nasıl birbirlerini tamamlıyorlardı.

Yanmış bir tezeğin külü senin en önemli ihtiyacın olabilirdi. Şimdilerde kimsenin kimseye eyvallahı yok, kimsenin yüzünde de samimi bir mutluluk yok. Nasıl olsun ki, ne emeğin kıymeti var ne kutsalın değeri. Ne aile mefhumu kaldı, ne akrabalık, ne de komşu bir diğerinin kapısını çalıyor. Çünkü artık ‘Getir’den isteniyor, karttan ödeniyor. İnsan insanın gözüne bakmıyor, sevmiyor, gücüne, cebine bakıyor.

Hastaneler, bakımevleri dolu; tek başına yaşayan yaşlılar kapı gözleyip bir ses duymak için ölüyor. İstediği kıyafete ulaşıyor, lüks evde oturmak için karı-koca birbirini görmeden çalışıyorlar; çocuklar anneli, babalı yetim, öksüz. Peki insanın sıcaklığının verdiği güveni ne verecek?

İşte canım vefa, ihtiyaç hissetme, beraber geçirilen zamanın hazzı, onaylanma, hatta eleştiri dolu bir ilgi bile bizi iyileştirebilir. İnsan, sanal hazlarla beynini ve kalbini kandırıyor. Bir gün uyandığında, aldatılmanın ve kırılan kalbin acısının şifası olmayacak. İnsan, insanın değerini böyle ucuz harcamaya devam ederse…

Biraz önce okuduğum bir cümleyle bitireyim: ‘Zira hiçbir kalbe, kapısı kırılarak girilmez.’ Vefasızlık, tercih edilmiş en incitici ve kırıcı, yanlış bir karakter çeşididir. Devası gelmeyene gitmek, aramayanı aramak, vermeyene vermek ve mükafatını Yaratandan beklemektir. Bu ihsandır. Gelene, arayana, verene ise ayniyle mukabele vefadır.

Önceki İçerik
Sonraki İçerik
YAZARIN DİĞER MAKALELERİ

Yalan Dünya

Anlamak

Şekva

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

SOSYAL MEDYA

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
4,338TakipçilerTakip Et
- Reklam -spot_img

Yeni İçerikler

Son Yorumlar

Hatice yorumladı Yalan Dünya
Sümeyye yorumladı Yalan Dünya
Başak koçoğlu yorumladı Gençlik ve Din
Yunus yorumladı Gençlik ve Din
Levent Ateş yorumladı Gençlik ve Din