8.2 C
Bursa
3 Aralık 2024 Salı
spot_img
Ana SayfaToplum - YaşamKur'anî Bir Duruş Bir Eylem Sabır

Kur’anî Bir Duruş Bir Eylem Sabır

1. Etimolojik Açıdan Sabır Kavramı

Sabır, lügatte menetmek, nefsi, aklın ve şer’in gerektirdiği hususlar üzerinde hapsetmek, itidali muhafaza etmek, kolayca vazgeçmemek, kontrol etmek, akıl ve şeriatın gerektirdiği şeylere nefsi vakfetmek, nefsine hakim olmak, musibet anında kendini tutmak; harp esnasında cesur olmak, güç ve sıkıntılı anlarda gönül ferahlığı gibi anlamlara gelir.[1]

Sabır savaşta gösteriliyor ise buna şecaat denir. Zıddı korkaklıktır. Eğer sabır bunaltan bir felakete karşı ise, buna gönül genişliği denir. Zıddı daralma/bunalmadır. Eğer sabır konuşmama konusunda olursa buna sır saklama denir. Zıddı ifşâdır.[2]

Oruç sabrın bir çeşidi sayıldığından oruca/oruç ayına da sabır denilmiştir.[3] Sabır, Allah’ın isimlerinden olan ve günahkârlardan/zalimlerden/asilerden intikam almakta acele etmeyen, onları hemen cezalandırmayan halîm manasına yakındır. Ancak bu iki kavram arasında ince bir fark vardır. Sabûr sıfatında/isminde günahkâr, cezalandırılma konusunda emin değildir. Halîm sıfatında ise günahkar, cezalandırılma hususunda emindir.[4]

Sabır kavramının ıstılahtaki yerine gelince, bu anlamda sabrın çok çeşitli tarifleri yapılmıştır. Örneğin Müfessirler sabrın nefis ve kişilik üzerindeki etkisini göz önünde bulundurarak sabrı; “Nefsi, sevdiği şeylerden alıkoymak, heva ve hevesinden el çektirmek, bela ve musibetler karşısında dizginleyebilmek, acıya ve meşakkate tahammül eder hale getirmek, Allah’ın rızasına uygun olarak iyi şeyler yaptırmak, kötülüklerden sakındırmak” şeklinde tarif etmişlerdir.[5] Müfessirler içerisinde Mevdûdî sabrı bütün yönleriyle ele alıp tarifini yapmıştır. Ona göre sabır: “Duygu ve arzuları kontrol altında tutmak, acelecilik, şaşkınlık, ümitsizlik ve açgözlülükten sakınmak, soğukkanlı olmak ve düşünceli kararlara varabilmek, tehlike ve zorluk anlarında Sebât ve dayanıklık göstermek, en aşırı kışkırtma anlarında bile yanlış adım atmamak, çok büyük belalarla karşılaştığında ve çok kötü bir durumda olduğunda dahi kontrolü kaybetmemek, görünürde yardımcı olan bir araçla, amaca gecikmeksizin hemen ulaşmak için sabırsızlıkla aceleci bir davranışta bulunmamak, dünyevi fayda ve kazançlar elde etmeye ve nefsin eğilimlerine kendini kaptırmamaktır.”[6]

Ahlâkî bir kavram olarak sabır ise, sıkıntılara dayanıklıkla göğüs germek, Allah’a tevekkül ederek O’ndan gelen sıkıntılara katlanmak ve O’ndan başka kimseye şikayetçi olmamak, yakınmamak, sızlanmamak; nefse ağır gelen ve hoşa gitmeyen şeyler karşısında dünya ve âhiret yararını düşünerek, nefsi mekruh karşısında boyun eğmekten ve sonucu kestirilemeyen gizli sıkıntılardan şikayet etmekten sakındırmak, ruhi dengeyi bozmamak için insanın kalbinde bulunmakta olan sükûnet ve dayanma gücünü muhafaza etmek anlamlarına gelmektedir.[7]

Kur’ân-ı Kerîm’in insana tavsiye ettiği hasletlerin başında sabır gelmektedir.[8] Kur’ân, sabır kavramını, kişinin vicdanına başvurarak seçtiği yolda karşılaştığı zorluklar, yıldırımlar karşısında, keder, mahrumiyet ve imtihan anında cesaret,[9] metanet ve dayanıklıkla yürümesini, ilerleyebilmesini sağlayan ahlâkî gücü, istikrarlı olma ve amaca ulaşma konusundaki sebâtı, direnci, ahlâkî/manevi disiplin ve kontrolü, kendi kendine hakim olmayı ifade etmek için kullanır.[10] Kur’an, Allah’ın çok sabırlı, günahkarları, haddi aşanları, dünyada fitne ve fesat tohumu ekenleri cezalandırma hususunda acele etmeyen, onlara tevbe etmeleri, öze dönüşü sağlamaları için mühlet veren anlamında, esma-i hüsna arasında ifadesini bulan Sabûr isminin de varlığını bizlere bildirmektedir.[11]

Sabır kavramı, insanın hayat mücadelesi içerisindeki bütün alanlarında başat rol üstlenmektedir. İrade kavramı ile de yakın bir bağı vardır. Kavramın bütün bu özelliklerinden dolayı Gazâli sabrı, dinin makamlarından bir makam ve sâliklerin uğrak yerlerinden bir konak olarak nitelendirmiştir.[12] Sonuç olarak sabır, her türlü zorluk, tehdit ve kayıp karşısında gönüllü bir şekilde dayanma, direnme, göğüs germe ve sonucu bekleme eğilimi olmakla birlikte duygusal, bilişsel, davranışsal boyutlarıyla yaşanan çözümleyici psikolojik bir süreçtir.[13]

2. Sabrı İçeren Kavramlar

a. Hilm

Hilm, Kur’an’da yirmi âyette değişik kalıplarda ve anlamlarda kullanılmakta[14] ve Allah’ın hilm sahibi olduğu, kullarını cezalandırmadan önce onlara suçlarından vazgeçme fırsatı tanıdığı, onları cezalandırmada acele etmediği, kullarının kötü düşüncelerinden dolayı onları hemen cezalandırmadığı, onlara mühlet verdiği, kullarının günahta, dalâlette ayak diremelerine, itaatsizlik ve cimrilik yapmalarına karşılık soğukkanlı, sakin, makul ve mütehammil davrandığı, hoşgörüsünü yerli yerince kullandığı, günahkarı hainden, hatayı kasıttan, saflığı hinlikten ayırmayı bildiği, anlamında Allah’ın bir sıfatı olarak Halîm (Bakara 2/225, 235, 263; Âl-i İmrân 3/155; Nisâ 4/12; Mâide 5/101; İsrâ 17/44; Hac 22/59; Ahzâb 33/51; Fâtır 35/41; Teğâbun 64/17); Hazreti İbrâhim’in (a.s.) yufka yürekliliğini, yumuşak huylu bir kişiliğe sahip olduğunu, yanık bir yürekle, içten ah edip Allah’a iltica ettiğini/adandığını/adadığını, kötülük edenlere ceza vermede aceleci davranmayan, insanların işlediği günahlara çok üzülen bir kişilik olduğunu ifade eden Halîm (Tevbe 9/114; Hûd 11/75); yine Hazreti İbrâhim’in Allah’tan erdemli/salih bir evlat istemesine karşılık, Allah’ın ona bir oğlan çocuğu (İsmâil’i) müjdelediği ve çocuğun uyumlu, akıllı ve olgun bir kişiliğe sahip olduğu anlamında Halîm (Sâffât 37/101); Hazreti Şuayb’ın (a.s.) uyumlu, iş bitirici, yumuşak başlı ve akıllı bir kişilik olduğunu ifade eden Halîm (Hûd 11/87); pratikte hiçbir anlamı olmayan boş bir kuruntu, hayal, hayal ürünü, uçuk hayaller, saçma sapan, karmakarışık ve yorumu zor düşler (Edğâs-ı ahlâm/Düşler karmaşası), savruk akıl/akıl anlamında çoğul şekliyle Ahlâm, Hulüm (Yûsuf 12/44; Enbiyâ 21/5; Tûr 52/32); ergenlik çağı anlamında Hulüm (Nûr 24/58-59) şeklinde geçmektedir.

b. Âzm/Azim

Azim kavramı Kur’ân’da dokuz ayette geçmektedir. Beş ayette “iyilikte Sebât ve kararlılık”,[15] dört ayette de fiil şekliyle “kesin karar vermek”[16] anlamında kullanılmıştır.[17] Bir âyette de isimleri verilmeden bazı Peygamberler “Ulü’l-Azm” şeklinde nitelendirilmişlerdir.[18] Kur’ân sabırlı olmayı aynı zamanda Ulu’l-Azm olmanın gereklerinden biri olarak saymıştır. Kur’ân, bu yaratıcı aksiyon sahibi ruhun devamı adına Hz. Muhammed (a.s.)’in de olaylar karşısında, ulü’l-azm Peygamberler gibi sabırlı ve metanetli bir duruş sergilemesi istenmektedir.[19]

c. Sebât

Sebât kavramı Kur’ân’da on sekiz âyette değişik şekillerde kullanılmıştır. On üç ayette fiil,[20] beş ayette de isim[21] haliyle geçmektedir. Sebât kelimesi Kur’an’da, sabır anlamında,[22] bazı ayetlerde de[23] sabır kelimesi sebât anlamını içerdiğinden, sebât anlamında tefsir edilmiştir. Çünkü sabır/sebât gösterenler hayatın zorluklarına, dalgalanışlarına rağmen hedeflerine ulaşmada/amaçlarında sebât edenlerdir. Onlar şartların olumlu ya da olumsuz şekilde değişmesinden etkilenmezler.[24]

d. Tevekkül

Kur’an’da da tevekkül ile sabır kavramı iç içedir.[25] Tevekkül kavramı Kur’ân’da, inananların açık bir vasfı olarak, türevleriyle birlikte yetmiş iki defa zikredilmiştir.[26] Bu kavram, Kur’ân’da kırk âyette değişik fiil kipinde, dört âyette de mütevekkil şeklinde yer almaktadır. Yirmi dört yerde de Allah’ın bir sıfatı olarak kullanılmıştır. Bazı âyetlerde de peygamberlerin inkârcılara kefîl olmadığı, onların yaptıklarından sorumlu tutulmayacağı, dört âyette de inkârcıların âhirette kendilerini savunacak bir vekillerinin bulunmayacağı belirtilmiştir. İki ayette de tevkîl kavramıyla Allah tarafından müşrik Kureyş kabilesinin yerine inkâra sapmayan başka bir topluluğun getirilmesi ve Azrail’e can alma görevinin verilmesi şeklinde ifade edilmiştir.[27]

e. Rızâ

Rızâ kavramı, tevekkülün özüdür. Rızâ kavramı dinî ve tasavvufî hayatın temel kavramlarından biridir. Üzerinde önemle durduğu kavramlardan biri olan rızâ, Kur’ân’da yetmiş üç yerde ve değişik anlamları içerecek şekilde geçer.[28] Bunların on üçü ridvân şeklinde olup Allah’ın zâtıyla ilgilidir.[29] Rızâ kavramı, hem tevekkül kavramıyla hem de sabır kavramıyla sıkı ilişki içerisindedir. Rızâ, tevekkülün son noktasıdır. Sabrın bir kıymet ifade etmesi de rızânın olmasına bağlıdır. Ancak sabır olmadan rızâ da olmaz. Dolayısıyla bu üç kavram arasında zorunlu bir bağ vardır.[30]

f. Musîbet

Kur’ân bu kavramla müsîbetin şerde olduğu gibi hayırda da olabileceğini ve bizden, musîbette, bilemediğimiz hayırların var olduğunun bilincine varmamızı istemektedir.[31] İlgili âyetlerin büyük bir kısmında kişinin malı, nefsi ve ailesine isabet eden bela, sıkıntı, felaket ve musîbetlerin sorumlusu, kişisel ve toplumsal tercih ve sorumluluklarının bir sonucu olarak kişinin kendisi gösterilmektedir. Böylelikle bireyin, istek ve tercihlerine dayanan eylemlerinin sorumluluğunu üstlenmesi ve bu bilinç çerçevesinde yaptıkları hatalardan vazgeçmesi hedeflenmiştir.[32]

g. İzzet

İzzet, yenilgiye uğramayı ve aşağılanmayı önleyen güçlü ve saygın konum anlamında Kur’ânî bir kavramdır. İzzet, Kur’ân’da, kelime olarak yüz yirmi defa, aynı kökten fiil ve isim kalıbında ise on bir yerde geçer. Bunların içinde azîz kelimesi, büyük çoğunluğu Allah’ın isimlerinden olarak doksan dokuz âyette yer alır.[33] Kur’ân, izzetin, şerefin kaynağının Allah olduğunu vurgular[34] ve izzeti, Allah’ın emirlerine itaat ederek bu kaynaktan beslenen Peygamberin (a.s.) ve mü’minlerin bir vasfı olarak ele alır.[35] Kur’an, mü’minlerin izzet sahibi olduklarını, fıtrata aykırı davranmadan, ağırbaşlı ve vakur bir duruş sergileyerek izzetlerini, haysiyetlerini korumakla mükellef olduklarını belirtir.[36] Kur’ân’da Allah’a, Rasûlüne ve mü’minlere mahsus olduğu bildirilen izzet[37] kesintisiz ve sonsuz olduğu için “hakiki izzet”, bunların dışında kalanların kendilerinde vehmettikleri izzet ise “sun’î izzet” şeklinde değerlendirilmiştir.[38]

h. İrâde

İrade kelimesi hem Allah’ın bir sıfatı, hem de insanın ihtiyarını ifade eden bir kavram olarak kullanılmaktadır. İrade kavramı insan için kullanıldığında, hem bireysel/toplumsal bir arzu/istek/niyet, hem de bu arzuyu/isteği/niyeti gerçekleştirmek için verilmiş bir karar ve bu istek ve karar doğrultusunda bir yola koyulma anlamını içerir. Bu nedenledir ki, birey/toplum bu arzuya/isteğe/niyete ulaşsın ulaşmasın artık bu arzu/istek/niyet bir başlangıç ve bir sonu, yani bir niyeti ve işe koyuluşu kapsar hale gelmiştir. Kur’ân perspektifinden bakıldığında, irade ile sabır birbiriyle yakın bağı olan iki kavramdır. İradesi güçlü bireyin sabırlı olması muhtemeldir.[39]

Sonuç

Bütün Peygamberlerin ortak değeri olan sabır tahammülün ötesinde ahlaki bir duruşun ifadesidir. Kur’ânî ve Peygamberî bir melekedir. Rabbimiz Kur’ân-ı Hakimde “Şüphesiz Allah Teâlâ sabredenlerle beraberdir.” (Bakara, 2/153, 155) buyururken bu melekenin ulviliğini izhar etmiş, sabrın Allah’la olan rabıtasına dikkatleri çekmiş ve bizlerin de bu hasleti edinmemizi salık vermiştir. Allah Rasulü (s.a.s) de bu üstün ahlâkî değeri tanımlarken metin bir duruşun gelecek öngörülerini mü’min ferasetiyle müşterek kılarak şöyle buyurmuşlardır: “Sabır, acı bir olayın yaptığı sarsıntıya karşı ilk anda gösterilen duruştur.” (Buhârî, Cenâiz, 32). Bu duruş, bu metanet, vahyi ıskalamamak, şikayet etmeden olağanüstü ve çetin şartları olağan hale getirmek; sosyal veya bireysel hayatta bozulan alanları Yusufî bir duruş sergileyerek  Sabr-ı cemil (Yusuf, 12/18) ile yeniden ihya etmektir.

Sabır hayatın her alanını (İnanç, ibadet, hukuk/adalet, ticaret, eğitim, ailevi ortam, sosyal hayat, varlık/darlık vb.) kuşatan bir melekedir. Sadece belirli olaylarla/olgularla sınırlandırılamaz. Bir alana indirgenemez.


Kaynaklar:

[1] Râgıb el-İsfehanî, el-Müfredât “Sabr”, s. 359-360; Wensinck, “Sabır”, İ.A., c. X, s. 3; el-Cevziyye, İbn Kayyım, Sabredenler ve Şükredenler, İnsan Yayınları, İstanbul 2005, s. 8-12, 17; Aykan, Recep, Kur’an Fihristi, Pınar Yayınları, İstanbul 2000, s. 1019; Dini Kavramlar Sözlüğü, (Yayına Hazırlayan; İsmail Karagöz), “Sabır”, DİB Yayınları, Ankara 2010, s. 567.
[2] Râgıb el-İsfehânî, el-Müfredât (Kur’ân Istılahları Sözlüğü), (trc. Abdulbâki Güneş, Mehmet Yolcu), Çıra Yayınları, İstanbul 2007, “S-b-r”, c. II, s. 43; Bakara 2/177; Âl-i İmrân 3/200; Hac 22/35; Ahzâb 33/35.
[3] Râgıb, el-Müfredât, c. II, s. 44; İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, c. IV, s. 2392.
[4] İbn Manzûr, a.g.e., c. IV, s. 2391.
[5] Yazır, Elmalılı Muhammed Hamdi, Hak Dini Kur’an Dili, Azim Dağıtım, İstanbul ts., c. IV, s. 433; Râzi, Fahreddin Muhammed İbn Ömer, et-Tefsîru’l-kebîr mefâtihu’l-gayb, (trc. Suat Yıldırım vd. ), Akçay Yayınları Ankara 1988, c. IV, s. 508.
[6] Mevdûdî, Ebu’l A’lâ, Tefhîmu’l-Kur’an, Çev.: Muhammed Han Kayanî vd., İnsan Yayınları, İstanbul 1997/2002, c. III, s. 168.
[7] Dönmez, İbrahim Kafi (Editör), İslâm’da İnanç İbadet ve Günlük Yaşayış Ansiklopedisi, ‘Sabır’ C. IV, İFAV Yayınları, İstanbul 2006, s. 1708.
[8] A’raf 7/123-126; Ra’d 13/24; Mü’minûn, 23/111.
[9] İzutsu, Kur’an’da Dinî ve Ahlâkî Kavramlar, s. 146-147.
[10] Mevdûdî, Tefhîmu’l-Kur’ân, I, s. 73.
[11] Dönmez, a.g.e., s. 1708.
[12] Gazâlî, İhya, c. IV, s. 119.
[13] Doğan, Mebrure, Dinlerde ve İslam Kültüründe Sabır, RTEÜİFD 5 (2014), ss. 93-130.
[14] Bakara 2/225, 235, 263; Âl-i İmrân 3/155; Nisâ 4/12; Mâide 5/101; Tevbe 9/114; Hûd 11/75, 87; Yûsuf 12/44; İsrâ 17/44; Enbiyâ 21/5; Hac 22/59; Nûr 24/58-59; Ahzâb 33/51; Fâtır 35/41; Sâffât 37/101; Tûr 52/32; Teğâbun 64/17.
[15] Âl-i İmrân 3/186; Tâ Hâ 20/115; Lokmân 31/17; Şûrâ 42/43; Ahkâf 46/35.
[16] Bakara 2/227; Bakara 2/235; Âl-i İmrân 3/159; Muhammed 47/21
[17] İbn Manzûr, “Azm”, IX, s. 193.
[18] Ahkâf 46/35; Öztürk, Kur’ân’ın Temel Kavramları, s. 598.
[19] Âl-i İmrân 3/159; Dönmez, İnanç İbadet ve Günlük Yaşayış Ansiklopedisi, “Azim” C. I, s. 193.
[20] Âl-i İmrân 3/147, 200; Enfal 8/11, 12, 30, 45; Hûd 11/120; İbrâhîm 14/27; Nahl 16/102; İsra 17/74; Furkân 25/32; Muhammed 47/07.
[21] Bakara 2/265; Nisâ 4/66; İbrâhîm, 14/15; Nahl 16/94.
[22] Kurtûbî, Ebû Abdillah Muhammed İbn Ahmed, el-Câmiu li-ahkâmi’l-Kur’ân ve’l-Mübeyyinü lima tedammenehü mine’s-Sünneti ve âyi’l-Furkân (trc. Beşir Eryarsoy), Buruc Yayınları, İstanbul 1997, c. I, s. 253.
[23] Hûd 11/11
[24] Mevdûdî, a.g.e., c. II, s. 378.
[25] Nahl 16/42.
[26] Fâtiha 1/5; Bakara 2/45, 153; Âl-i İmran 3/101, 122, 159-160, 173; Nisâ 4/81, 109, 132; Mâide 5/11, 23, 81; En’âm 6/66, 107; A’râf 7/59, 89, 126, 128; Enfâl 8/2, 49, 61, 64; Tevbe 9/51, 129; Yûnus 10/71, 84-85; Hûd 11/56, 88, 123; Yûsuf 12/18, 67; Ra’d 13/30; İbrahim 14/11-12; Nahl 16/42, 99; Kehf 18/23-24; Enbiyâ 21/112; Hac 22/78; Furkan 25/58; Şuarâ 26/217; Neml 27/79; Ankebût 29/58-59; Ahzâb 33/3, 48, 159; Zümer 39/38; Şûrâ 42/10, 36; Mücâdile 58/10; Mümtehine 60/4; Teğâbun 64/13; Talâk 65/3; Tahrîm 66/11; Kalem 68/17-19; Müzzemmil 73/9; Ğâşiye 88/22-23.
[27] İslam Ansiklopedisi, TDV, “Tevekkül”, c. 41, s. 1
[28] Bakara 2/207, 232, 265; Âl-i İmrân 3/174; Nisâ 4/114; Mâide 5/3, 119; Tevbe 9/21, 38, 62, 72, 96, 100; Yûnus 10/7-8; Meryem 19/54-55; Tâhâ 20/109, 130; Enbiyâ 21/28; Ahzâb 33/51; Zümer 39/7; Muhammed 47/28; Fetih 48/18, 29; Necm 53/26; Hadîd 57/27; Mücâdile 58/22; Fecr 89/28; Leyl 92/20-21; Beyyine 98/8;
[29] İslam Ansiklopedisi, TDV, “Rızâ”, Ankara 2008, c. 35, s. 55.
[30] Kuşeyrî, a.g.e., s. 231, 242.
[31] Bakara 2/155-156, 216; Tevbe 9/50-52,150; Âl-i İmrân 3/165; Nisâ 4/62, 72; Mâide 5/49; En’âm 6/65; Yûnus 10/98; Hûd 11/81; Nahl 16/33-34, 11-113; İsrâ 17/15-17; Kasas 28/47-48; Rûm 30/36; Zümer 39/8, 51; Hadîd 57/22-23; Teğâbün 64/11.
[32] Cebeci, Lütfullah, Kur’ân’da Şerr Problemi, Akçağ Yayınları, Ankara 1985, s. 268; Zemahşerî, el-Keşşâf, c. IV, s. 251.
[33] Bakara, 2/206; Âl-i İmrân, 3/26; Nisâ, 4/139; Mâide, 5/54; Yûnus, 10/65; Hûd, 11/92; Kehf, 18/34; Meryem, 19/81; Şuarâ, 26/44; Neml, 27/34; Fâtır, 35/10; Yâsîn, 36/14; Sâffât, 37/180; Sâd, 38/2, 23, 82; Necm, 53/19; Münâfıkun, 63/8; 
[34] Âl-i İmrân 3/26
[35] Münâfikûn 63/8.
[36] Mâide 5/54.
[37] Münâfıkun 63/8.
[38] Râgıb, a.g.e., c. II, s. 207-208.
[39] Enfal 8/65-66.

YAZARIN DİĞER MAKALELERİ

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

SOSYAL MEDYA

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
4,338TakipçilerTakip Et
- Reklam -spot_img

Yeni İçerikler

Son Yorumlar

Hatice yorumladı Yalan Dünya
Sümeyye yorumladı Yalan Dünya
Başak koçoğlu yorumladı Gençlik ve Din
Yunus yorumladı Gençlik ve Din
Levent Ateş yorumladı Gençlik ve Din