Lise ikinci sınıftaydık sanırım, Kur’an hocamız da vardı ve bir arkadaşın evinde toplanmıştık. Bize “lailahe illellah” kelime-i tevhidinin anlamını anlatacaktı. Çaylarımızı içmemizi ve zamanın dikkat bozacak bütün engellerinin kalkmasını sabırla bekledi. Her işimiz bitince bütün yüreğimizle, etrafına toplanmamızı işaret etti. On beş yaşın verdiği heyecanla oturduk gözlerimizi gözüne diktik, hocamız çok sevdiğimiz bir genç kadındı. Bir su sesi sakinliğiyle gönüllerimize akıyordu.
İşte kurban olmak ve teslimiyet kelimelerine vakıf olduğumuz bir gündü o gün. Hiç unutmuyorum, “İsmail’ini kurban ettin mi?” , “neyini feda ettin” demişti. İsmail neydi? Yıllar sonra daha iyi anladım kurban etmenin ne demek olduğunu.Ve bir kurban bayramının ardından, neleri kurban ettğimizi tefekkür edelim istedim.
Yüzlerce ruhsuz mesaj, insanda bıkkınlık veren ve itibarsızlaştıran güller, böcekler, çiçekler birde kurban edilen hayvan fotoğrafları. Kopyala yapıştır belki de gönderenin bile ne yazdığını okumadığı insanı irrite eden mesajlar, mesajlar.
Bir kapıyı çalıp hatır sorduk mu, bir çocuğun gönlüne girdik mi, bir garibanın ihtiyacını gördük mü, kaç kurban kesmeyenin sofrasına kurbanımız yemek oldu?
Unutulmuş, köşelerde kalmış büyüklerimiz ne halde? Akrabalarımız bizi bekler mi, yoksa tatiller, deniz kenarları, yurt dışları mı bizi bekliyor? Kurban kesmemek için binbir dereden su getirdiğimiz, nisab miktarını tamamlayamadığımız parasız hallerimiz, tatil beldelerinin yollarını nasıl trafiğe kilitledi?
Değerli bir ilahiyat profesörü hocamız, “bayramlarda bayramın dışında her ne yapılırsa yapılsın karşıyım” diye ısrarla üzerinde durarak, konunun önemine vurgu yapmıştı.
Değerlerimiz kurban ediliyor, günümüzün yozlaşmış insan hallerine. Sahip çıkmadığımız inanç esaslarımızın giderek ruhsuz ritüellere dönüşmesinin sonuçları bireysel ve toplumsal problemler olarak döndüğünde hangimizin ağlamaya hakkı var ki?
Kurban kelime olarak, “Allah’a yakın olmak, yaklaştıran şey-ler” açıklaması kendimizi bildik bileli duyduğumuz cümleler. Allah’a yakın olmak; onu hissetmek, onu bütün hayatımıza yaymak, hayatımızın merkezinde tek söz sahibi yapmak, başka varlığa ve sisteme baş eğmemek ve dünyayı anlamlandırırken Yaratan’ın gözüyle anlamlandırmak demek.
Kurban; fedakarlık ve vazgeçme, teslimiyette zirve, hüküm koyucu tek varlığa yönelme demek. Klasik söylemler kurban ve et dağıtımı üzerinden yürütülerek aslında basite indirgenip, anlamından uzaklaştırıyor. Bir zamanlar ısrarla ‘şeker bayramı’ dendiği gibi.
Halbuki insanın itaat ve taatinin, O’na yüce yaratıcıya gönülden ve bilinçle yaklaşmanın, malikül mülk istedi diye malını, heva ve arzularını da kurban etmenin adıdır. Riyakarlık kaldırmaz, gösteriş kabul etmez kurban.
Varlığını yoluna sermek, ruhunu mutmain kılmak, yüreğiyle bakabilmek, merhameti kuşanabilmek, insanı Allah’ın en değerl varlığı olarak görmektir kurban.
İbrahim olmak, ateşe atılırken kavi bir imanı kuşanmak, Nemrut’a kafa tutmak, İsmail’ini ve Hacer’ini “ot bitmez kervan geçmez” bir çöle bırakıp arkasına bile bakmamaktır. Hacer olmaktır kurban. “Bizi buraya bırakmanı Rabbin mi istedi?” sorusunun “evet” cevabına, “tamam öyleyse, o ne derse o olur” diyebilmek, öylece tevekkül etmenin adı, asırlarca dualara konu olmanın adıdır kurban.
Her bir eda ve tavırda, sözde Allah’ın iradesine ram olmaktır kurban.
Kul olma şuuru, acziyet ve teslimiyet, onun ilan ettiği bu mübarek günlerin ümit ve sevincini bütün bir yıla yayma çabasıdır kurban. Yaşayana her yıl gelecek, ömrüne bereket, gönlüne sürürdur kurban.
Nasıl bir teslimiyetti bu?
Her gün itiraz ve isyanlarla dolu, gençliği edepten yoksun, çocukları düşünme kabiliyetleri ellerinden alınmış, fikirsiz ve şükürsüz bir topluma dönüşürken; Müslümanlar olarak tekrar oturup “kelimei tevhid” dersleri almalıyız belki de. Bir bardak su isteyemediğimiz çocukları biz yetiştirdik. Hiç selam vermediğimiz komşu ve akrabaları biz küstürdük, yalnızlaştık, yalnızlaştırdık. Kendimize meşru ve hak gördüğümüz şeyleri başkalarına layık görmedik. Efendimizin (s.a.v.) ; “Nefsimi elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, hayırdan kendisi için istediğini, müslüman kardeşi için de istemedikçe mükemmel bir şekilde iman etmiş olmaz.” (Ahmed b. Hanbel, el-müsned) hadis-i şerifi ruhumuzu korumaya alana kadar, feda etme ve adanma kültürünü yeniden düşünmeliyiz diyorum…