Site icon İslam & İslamiyet – Kevser.Org

Mekke’nin Fethi’nin Yıl Dönümü ve Düşündürdükleri

GİRİŞ

Bugün Mekke Fethi’nin yıl dönümüdür. Aradan 15 asır geçmesine rağmen İslâm tarihindeki bu büyük hâdise hafızalardan silinmemiştir. Hatıralarımızda da devamlı canlı kalacaktır. Söz konusu İslâmî inkılabı okuyucularımızla beraber yeniden anımsama maksadıyla ‘Mekke Fethi’nin Yıl Dönümü ve Düşündürdükleri’ adlı yazımızı takdim edeceğiz. Nebevî hareket metodundan bir tablo olan bu konu, umarım ki İslâmî yaşantımıza ışık tutacak mahiyettedir.

İslâm tarihinde özellikle de Nebevî siyer bilgisi çerçevesinde geçmiş olayların analizi yapılarak değerlendirilmeye tabi tutulması, Müslümanların siyasî ve sosyal yaşantılarını yönlendirmesi bakımından önem arz etmektedir. Zira geçmişteki olayların bilinmesi kadar, o olayların bizlere vermek istediği mesajları doğru algılamak ve günümüzün şartları içerisinde İslâm toplumlarına doğru bir şekilde aksettirmek de o kadar önemlidir. Dolayısıyla akademik camianın ders müfredatlarında Fıkhu’s-Sîre adlı dersi, siyerle ilgili olaylardaki fıkhî hükümlerin kavranması açısından geliştirilmiş önemli bir ilim dalıdır. Bu alandaki çalışmaların yoğunlaştırılması gerekmektedir. Ne var ki tarih, siyer ve megâzi yazarları, muhaddislerin rivayetlerin naklinde gösterdikleri titizliği göstermemişler.

Söz konusu rivayetlere, geçmiş olaylar nazarıyla bakıp, bunları sonraki nesillere aktarma kastıyla cemetme gayesi taşıdıkları için tenkit süzgecinden geçirme çabasında bulunmamışlardır. Dolayısıyla siyer literatüründe yazılmış eserlere birçok asılsız, mesnetsiz ve uydurma rivayetler girmiştir. Tıpkı, tefsir eserlerine İsrailiyat’a dair rivayetlerinin girmesi gibi… Aslında hadisçilerin gösterdikleri titizliğe rağmen, aynı sorun bazı hadis kitaplarında da görülmektedir. Bu da İslâm aleyhine çalışanların Dinimiz ’in saffetini bozmak için ne kadar çalışmış olduklarını gösterir. Bu gibi rivayetlerin İslâm dinine ve Müslümanlara verdiği zararı açıklamaya gerek yoktur sanırım.

Bütün bunlara rağmen geçmiş ulemanın, İslâm’a girmiş olan yabancı unsurlardan arındırma gayretleri takdire şayandır. Günümüzde bu alana yönelik akademik çalışmalar ve geçmişimizin kültürünü İslâm ümmetine kazandırmaya yönelik eserleri tahkik etme faaliyetleri sevindiricidir. Bu münasebetle tenkit süzgecinden geçmiş siyer ve megâzi üzerine yapılmış birkaç önemli çalışmayı burada zikretmek yerinde olacaktır:

  1. Dr. Ekrem Ziya el-‘Umerî, es-Sîretu’n-Nebeviyye es-Sahiha,[1]
  2. Dr. Ekrem Ziya el-‘Umerî, el-Muctema‘u’l-Medeni fî Ahdi’n-Nübuvve,[2]
  3. Dr. Mehdî Rizkullah Ahmed, es-Sîretun’-Nebeviyye fî Dav‘i Mesâdiruha’l-Asliyye,[3]
  4. Dr. Hâfız Muhammed el-Hakemî, Merviyât Gazvetu’l-Hudeybiyye.[4]
  5. Dr. İbrahim b. Hasan Karibî, Merviyat Gazvetu Beni al-Mustalik,[5]
  6. ‘Abdulkadir Habibullâh es-Sindî, ez-Zehebu’l-Mesbuk fî Tahrîc Ahâdîs Gazvetu’t-Tebuk,[6]
  7. İbrahim Muhammed el-‘Ali, Sahîhu’s-Sîretu’n-Nebeviyye,[7]
  8. ‘Abdul‘azîz b. Süleymân b. Nâsır es-Selumî, el-Vâkidî ve Kitâbuhu’l-Megazî,[8]
  1. Muhaddis M. Nasiruddin el-Elbânî’nin tahkikiyle hazırlanmış Muhammed el-Gazâlî’nin Fıkh’u’s-sire adlı eseri,[9]
  2. Ahmed Ferid’in, Vakafâtun Terbeviyye ma‘a’s-Sireti’n-Nebeviyye adlı eseri, ki bu söz konusu çalışma ‘Rasulullâh’ın Hayatından İmânî Dersler[10] adıyla Türkçemize kazandırılmıştır.
  3. Muhammed Saîd Ramazan el-Bûtî’nin Fıkh’u’s-sîre adlı eseri. Onun eseri zikrettiğimiz diğer eserler gibi rivayetlerde seçmeci olmasa bile faydalı yönleri bulunmaktadır.

Söz konusu çalışmaların yanında Prof. Muhammed Mahar ‘Alî’nin ‘Sîrat al-Nabî And the Orientalist’[11] İngilizce hazırladığı ‘Siyer Nebevî ve Oryantalistler’ adlı müsteşriklere siyer konusunda cevap niteliği taşıyan bu ve diğer eserler ilim dünyasına büyük katkı sağlamıştır. Dolayısıyla gerek bu alanda ve gerekse diğer temel İslâmî ilimler alanında bilimsel çalışma ve araştırmaları sürdürecek, geçmiş ile günümüz arasında köprü kuran, bunun sentezini yapan, İslamî toplumların geleceğini hazırlayan, çağdaş tenkit metotlarından yararlanmasını bilen, tenkit zihniyeti açık ama iyi niyetli ve İslâm geleneğine bağlı olan dinamik akademisyen ve ilim adamlarına büyük ihtiyaç vardır.

Bir sonraki bahsimizde kısaca Mekke’nin fethi olayına değinecek, akabinde fetih olayının bize düşündürdüğü hususları ele alacağız.

A. MEKKE’NİN FETHİ

Mekke fethi olayından, ibret verici bazı derslerin değerlendirmesini yapmadan önce gerek Mekke şehri ve gerekse gerçekleşen bu büyük fetihle ilgili kısa da olsa bazı bilgileri arz etmek yararlı olacaktır. Mekke, yeryüzünde ilk inşa edilen mescit[12] olan Kâbe’nin içinde bulunduğu, Resûlulllâh (s.a.v)’in doğduğu ve İslâm’ı tebliğe başladığı mukaddes ve emin bir beldedir.[13] Hicaz bölgesinde bulunan Mekke, Kur’ân’da Ummu’l-Kurâ[14] ve Bekke[15] isimleriyle anılmaktadır. Nûr (Hira) Dağı, Sevr Mağarası, Arafat, Müzdelife ve Mina’yı bağrında barındırmaktadır.

Yaz aylarında aşırı sıcak, kış aylarında ise mutedil bir havası vardır. Arazi yapısı taşlık ve kayalı olup su kaynakları kısıtlıdır.

İbrahim (a.s); eşi Hacer (a.s) ve oğlu İsmâîl (a.s)’ı Cenâb-ı Hakk’ın emriyle bu ıssız vadiye bırakır.[16] O devirde Mekke’nin çevresinde hiçbir insan topluluğunun ve su kaynağının bulunmadığı bilinmektedir. Hacer (a.s) ve İsmail (a.s)’a İlahî bir ihsan olarak takdim edilen zemzem suyu, bu vadiye hayat verir.

İsmail (a.s), Hacer (a.s)’ın izniyle Mekke’ye ilk yerleşen Cürhum kabilesinden bir kızla evlenir ve 12 oğluyla soyu buradan çoğalır.[17] Allah’ın emriyle babası İbrahim (a.s) ile İsmail (a.s), Kâbe’yi inşa eder ve inananları burayı ziyarete çağırır.[18]

Roma, Bizans ve İranlılar Mekke’yi ele geçirmek istemiş iseler de başarılı olamamışlardır. Kâbe’yi yıkmak isteyen Ebrehe ve ordusu, Allah (c.c) tarafından ebabil kuşlarıyla hezimete uğratılır.[19]

Mekke şehri asıl en büyük inkılabı, Allah Rasûlü (s.a.v) ve İslâm’ın gelişiyle yaşamıştır. M. 622 yılında Mekke’den ayrılmak zorunda bırakılan Peygamberimiz (s.a.v), en güzide arkadaşı ve kayınpederi olan Ebu Bekir (r.a) ile Medine’ye hicret eder.[20]

Medine’de İslâm sitesini kurduktan sonra, Müşriklerle yapmış olduğu 10 yıllık Hudeybiye Antlaşması’nı, üç yıl sonra müşriklerin bozmaları üzerine [21] Nebî (s.a.v), hicretin 8. yılında 10.000 kişilik ordusuyla Mekke’yi hiç kan dökmeden 20 Ramazan M. 630 yılında fethederek Kâbe’yi putlardan temizler.[22]

Akabinde bir hutbe irat buyurduktan sonra kendisine zulmeden Mekke müşriklerini affeder.[23] Çok kısa bir zaman zarfında Mekkeliler kendi inançlarının batıl olduğunu anlayarak Müslümanların da kendilerine gösterdiği hoşgörüyle İslâm’ı kabul ederler. Kurulduğu günden beri günümüze kadar Mekke şehri, bütün Müslümanların saygı duyduğu üç kutsal şehirden biridir.

B. MEKKE FETH’İNİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

15 asır önce meydana gelen Mekke fethi hadisesini düşünerek ibret alacağımız imanî ve amelî dersler çoktur. Biz ancak okuyucularımıza bu tarihi hâdisenin düşündürdüğü ibret verici bazı önemli dersleri zikretmek istiyoruz. Belirteceğimiz hususların, imanımızı kuvvetlendirecek ve hayatımızı yönlendirecek nitelikte olduğuna inanıyoruz. Söz konusu dersleri şunlardır:

1. Ders: Mekke’nin fethi Müslümanlar için çok büyük fetihlerin başlangıcı olan bir zaferdir. Böylece Allah’ın Peygamber (s.a.v)’e vadi gerçekleşti zafer ve fetih müyesser oldu. Bunu müşahede eden insanlar, bölük bölük Allah’ın dinine girdiler:

﴿إِذَا جَاءَ نَصْرُ اللَّهِ وَالْفَتْحُ. وَرَأَيْتَ النَّاسَ يَدْخُلُونَ فِي دِينِ اللَّهِ أَفْوَاجًا…﴾

“Allah’ın yardımı ve fetih geldiği zaman, insanların, Allah’ın dinine bölük bölük girdiklerini görürsün”[24] ayetinde bu gerçeğe işarette bulunulmuştur. Allah’ın yardım ve zaferi ile müminler feraha kavuştular. Böylelikle müminler izzet ve şerefe nail oldular. Fakat bütün bunlar yirmi yıl süren, uzun ve meşakkatli bir mücadele, cihat ve sabır maratonundan sonra gerçekleşmiştir. Bu olay bize, dünya ve ahiret işlerimizde ihlâs, samimiyet, sabır ve tahammül olmadan mücadele verip çile çekmeden başarıya ulaşmamız, arzu ettiğimiz emellere kavuşmamız ve olgunlaşarak liyakat kesp etmemizin mümkün olmadığını öğretmektedir.

Allah’ın yardımı, ihsan ve inayeti ise söz konusu aşamadan sonra gelir. Bu hakikati idrak edemeyen toplumlar hazırcı toplumlardır. Böyleleri, bazı emellerine ulaşsalar bile elde ettiklerinin kıymetini bilemedikleri için var olan bu nimet veya fazilet nikmete dönüşür veya zail olup gider. Bu da Cenâb-ı Hakk’ın kulları üzerinde cari olan kanunun gereğidir.

2. Ders: Mekke’nin fethi günü, Mekke müşriklerinin Peygamber (s.a.v.)’e yaptıkları eziyetlere, davetine vurmaya çalıştıkları darbeye ve sahabesini Mekke’den kovmalarına rağmen o, Mekke halkından intikam almamış, aksine, Kâbe’nin yakınında Rasûlullah (s.a.v)’in haklarında vereceği hükmü beklerken onlara şöyle seslenmiştir:

“Bugün size ceza yoktur, Allah sizi bağışlasın”[25] ayetini okuyarak onları bağışlamıştır. Mekke’ye girerken, amirlerinden kimseye herhangi bir zarar verilmemesi konusunda söz almıştır.[26]  Bu olay gerek kendimiz ve ailemize gerekse kendi toplumumuza bazı haksızlıklar yapılsa bile eğer bir maslahat söz konusu ise karşı tarafı affetmek ve bağışlamayı öğretmektedir. Çünkü böyle bir davranış, fazilet ve büyüklüktür. Yabancı ülkelerde yaşayan günümüz Müslümanları, söz konusu ülkelerde İslâm dininin geleceği adına, Müslümanların barıştan yana ve zulme karşı olduklarını göstermek için gayr-i Müslimlere karşı daha uysal ve diyaloğa açık insanlar olmak durumundadırlar.

3. Ders: Mekke fethi günü Allah Rasûlü (s.a.v) putların yıkılmasını ve Kâbe’nin onlardan temizlenmesini emretti. Kâbe’nin etrafında bulunan 360 putun tamamı yıkıldı. İbrahim (a.s), İsmail (a.s) ve İshâk (a.s) gibi peygamberlerin fal oku çeker şekilde gösteren resimler safran ile silindi.[27] Bu resimler silindikten sonra Nebî (s.a.v) Kâbe’ye girdi ve önce iki direk arasında iki rekât namaz kıldı sonra da dışarıya çıkınca eliyle Haceru’l-Esved’i selâmladı. Tekbir getirip zikir ve duada bulunarak Kâbe’yi tavaf etti. İhramsız idi ve başında siyah bir sarık sardı. [28]

Bu olay bize, şirk ile tevhit inancının, küfür ile imanın birbirine denk olamayacağını, hak gelince batılın zail olup gideceğini bildirmektedir. Söz konusu olay bazı önemli hükümler içermektedir şöyle ki:

a) Cenâb-ı Hak bir işte bizleri muvaffak kıldığında tıpkı Rasûlullah (s.a.v)’in:

﴿فَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ وَاسْتَغْفِرْهُ إِنَّهُ كَانَ تَوَّابًا.﴾

‘Öyleyse Rabbini hamd ile tesbih et ve bağış dile, muhakkak ki o tövbeleri kabul edendir’[29] ayetine uyarak iki rekât şükür namazı kıldığı gibi[30] bizim de buna benzeri durumlarda şükür namazı kılmamız müstehaptır.

b) Heykel ve resimlerin bulunduğu yerde ibadet etmenin ve namaz kılmanın keraheti söz konusu olmasıdır. Çünkü Rasulüllah’ın Kâbe’yi suretlerden arındırdıktan sonra namaz kılması bunu göstermektedir. [31]

c) Umre veya hac yapmaya niyetli olmayan kimselerin Mekke’ye ihramsız olarak girebileceklerinin caiz olduğu hükmü anlaşılmaktadır, çünkü Allah Rasûlü (s.a.v) bilindiği üzere Mekke’ye ihramsız olarak girmiştir.[32]

4. Ders: Mekke’nin fetih hâdisesi, yapılan 10 yıllık Hudeybiye antlaşmasını müşriklerin bozması ve Müslümanlara zarar vermeleri sonucu gerçekleşmiştir. Bu olay bize, bir Müslümanın gerek başka Müslümanlarla ve gerekse gayr-i Müslimlerle yapacağı antlaşmalara veya akitlere sadık kalmasının gereğini ortaya koymakta, antlaşma süresince her iki tarafın mal ve can güvenliği olduğunu göstermektedir. Hadisi şerifte:

“Müslümanlar şartlarının yanındadır”[33] ifadesince yapılan antlaşmaya bağlı kalma hükmü esastır. Ayrıca Müslümanların zayıf, düşmanlarının güçlü olduğu durumlarda harp ehliyle barış antlaşmasının yapılacağı stratejik bir hükmü ortaya koymaktadır.

5. Ders: Peygamber (s.a.v) Mekke’ye girdiğinde ne kendisi ne de ashabı, mağrur ve kibirli fatihler gibi girmemiş, bilakis mütevazi bir şekilde ilahî nimete şükrederek, binek üzerinde Fetih Suresi’ni okumak suretiyle girmiştir. Mekke’de kaldığı günler süresince dört civarında hutbe irat etmiştir. Söz konusu hutbelerinde İslâm dininin hükümlerini açıklamış ve Mekke’yi savaşın yasak olduğu haram bölgesi ilan etmiştir.[34] Böylelikle Mekke şehri emin[35], mukaddes ve mübarek bir belde olmuştur.

Bu olay bize bazı dinî görevlerimizi hatırlatmaktadır. Şöyle ki, bir başarı elde ettiğimizde gururlanmadan insanlara karşı mütevazi olmamız, verilen nimetin ihsanından dolayı şükreder olmamızın yanında çeşitli münasebetleri değerlendirip, insanlara ilahî hükümleri öğretmeyi öngörmektedir. Özellikle de yabancı ülkelerde yaşayan Müslümanlara düşen en önemli görev, İslâmî kimliklerini koruyarak dinimizi temsil etmeleridir. Çünkü söz konusu ülkelerde bu misyonu yerine getirmeye daha fazla ihtiyaç olduğunu unutmamalıyız.

SONUÇ

Sonuç olarak Kur’ân’da Mekke’nin fethi:

﴿نَّا فَتَحْنَا لَكَ فَتْحًا مُبِينًا. لِيَغْفِرَ لَكَ اللَّهُ مَا تَقَدَّمَ مِنْ ذَنْبِكَ وَمَا تَأَخَّرَ وَيُتِمَّ نِعْمَتَهُ

 عَلَيْكَ وَيَهْدِيَكَ صِرَاطًا مُسْتَقِيمًا.﴾

“Biz sana doğrusu apaçık bir fetih ihsan ettik. Böylelikle Allah, senin geçmiş ve gelecek günahını bağışlar. Sana olan nimetini tamamlar ve seni doğru bir yola iletir”[36] ayetiyle ifadelendirilerek fetih zaferi, onun mimarisi Allah Rasûlü’ne (s.a.v) ilahî bir ihsan olarak sunulmuştur.

Dolayısıyla şu gerçeği hiçbir zaman aklımızdan çıkarmamalıyız; eğer bugün, iki milyara yakın Müslüman, hac ve umre maksadıyla Mekke’yi ziyaret edebiliyorsa bunu, Kâbe’yi inşa eden İbrahim (a.s) ile oğlu İsmâîl (a.s) ve Mekke’yi güzide ashabıyla fetheden Hz. Muhammed’e borçludur.

Cenâb-ı Hak bizleri, gönülleri fetheden kullarından eylesin…


[1] Dr. Ekrem Ziya el-‘Umerî, es-Sîretu’n-Nebeviyye as-Sahîha (1-2, Mektebetu’l-‘Ulum ve’l-Hikem, Medine, 1412/1992).
[2] Dr. Ekrem Ziya el-‘Umerî, el-Muctema’u’l-Medenî fî Ahdi’n-Nübuvve (İslâm Üniversitesi Yay. Medine, 1403/1983).
[3] Dr. Mehdî Rizkullah Ahmed, es-Sîretun’-Nebeviyye fî Dav‘i Mesâdiruha’l-Asliyye (Merkezu’l-Melik Faysal Yay. Riyad, 1412/1992).
[4] Dr. Hâfız Muhammed el-Hakemî, Merviyâtu Gazveti’l-Hudeybiyye, Dâru İbni’l-Kayyum Yay. Demmam, 1411/1991).
[5] Dr. İbrahim b. İbrahim Kureybî, Merviyât Gazvetu Benî al-Mustalik, (İslâm Üniversitesi Yay. Medine, ts.)
[6] ‘Abdulkadir Habibullâh es-Sindî, ez-Zehebu’l-Mesbuk fî Tahkîk Rivayât Gazveti’t-Tebûk, (Mektebetü’l-Mu‘allâ Yay. Kuveyt, 1406/1986).
[7] İbrahim Muhammed el-‘Ali, Sahîhu’s-Sîretu’n-Nebeviyye, Dâru’n-Nefâis, Amman, 1421/2000).
[8] ‘Abdul‘azîz b. Süleyman b. Nâsır es-Selûmî, el-Vâkidî ve Kitâbuhu’l-Megâzî, Menhecuhû ve Mesâdiruh, (1-2, İslam Üniversitesi Yay. Medine, 1425/2004).
[9] Muhammed el-Gazalî, Fıkhu’s-Sîre, (thk. M. Nâsıruddîn el-Elbânî, Dâru‘l-Kalem Yay. Beyrut, 1402/1982).
[10] Ahmed Ferid, Rasûlullâh’ın Hayatından İmânî Dersler, (Çev. Oktay YILMAZ – M. Ahmet VAROL, Guraba Yay. İstanbul, 2003).
[11] Prof. Muhammed Mahar ‘Alî’, ‘Sirat al-Nabi And the Orientalist, 1-2, İslâm Üniversitesi Yay., Medine, 1997.
[12] Al-i İmrân, 96.
[13] Tîn, 3.
[14] Şurâ, 7.
[15] Al-i İmrân, 96.
[16] İbrahim, 37.
[17] Bkz. İbn Hişâm Abdülmelik, es-Sîretu’n-Nebeviyye, I-IV, Dar İhyâu’t-Turâsi’l-Arabî, Beyrut, 1936, I/ 5.
[18] Bakara, 127.
[19] Fil, 3-4.
[20] Bkz. İbn Hişâm Abdülmelik, es-Sîretu’n -Nebeviyye, II/129-135
[21] Bkz. İbn Hişâm Abdülmelik, a.g.e, IV, 36.
[22] Bkz. İbn Hişâm Abdülmelik, a.g.e, IV, 42, 55, 59, 63
[23] Bkz. İbn Hişâm Abdülmelik, es-Sîretu’n -Nebeviyye, IV, 55, 58.
[24] Nasr, 2-3.
[25] Yusuf, 92.
[26] Bkz. İbn Hişâm Abdülmelik, es-Siretu’n-Nebeviyye, IV, 51.
[27] Bkz. İbn Hişâm Abdülmelik, a.g.e, IV, 55.
[28] Bkz. İbn Hişâm Abdülmelik, a.g.e, IV, 54, 55, 59, 60.
[29] Nasr, 3.
[30] Bkz. İbn Hişâm Abdülmelik, a.g.e, IV,56.
[31] Bkz. İbn Hişâm Abdülmelik, a.g.e, IV, 55.
[32] Bkz. İbn Hişâm Abdülmelik, a.g.e, IV, 60.
[33] Ebû Dâvûd Sünen-i, No: 3594, Ebu Hüreyre’den rivayetle…
[34] Bkz. İbn Hişâm Abdülmelik, a.g.e, IV, 58.
[35] Tîn, 3.
[36] Fetih, 1-2.

Exit mobile version