İnsanoğlunun yeryüzü serüveni devam ediyor. Yeryüzünde var olalı devletler kurdu. Medeniyetler inşa etti. Her daim yeni olanın peşinde oldu. İnsanlık için yüce değerlerle donanmış medeniyetler kurduğu gibi karanlık yıllara götürdüğü yıllarda oldu. Yıkılan devletler yerine yenileri kuruldu. Ömrünü tamamlayan medeniyetler yerine O’nu tamamlayan veya devam ettirenler oldu.
Tevhid düşüncesi insanlığın özünün en temel ihtiyacı ve arayışını ifade ettiği için tarih boyunca kurulan tüm yapılarda yerini aldı. Bazı medeniyetlerin merkezinde ye alırken, bazılarında ise pasif konumda yer aldı. Bazen peygamberlerin talebi ile bazen de insanlığın fıtri arayışının ürünü olarak kendine yer edinmiştir. Hz. Süleyman (a.s.), Hz. Davud (a.s.), Hz. Muhammed (s.a.v.) gibi peygamberler medeniyetlerde kurucu kimliğiyle ön plana gelmişlerdir. İslam bu geleneğin devamı olarak varlığını, etkisini sürdürmektedir. İslam’ın ilk indirildiği Arap toplumu öncülüğünde tüm insanlığı kapsama hedefiyle hızlı bir şekilde yayıldı. Her alanda kendi kimliğini ve medeniyet öğelerini oluşturdu. Dünyanın değişik bölgelerinde bazen imparatorluk bazen devlet bazen de topluluk düzeyinde bir kültürel, ekonomik, toplumsal, tarihsel yapılar oluşturdu. Yaklaşık bin yıl süren hâkimiyetten sonra duraklama ve gerileme sürecine girdi. Bu süreç batı medeniyetinin yükselişi ile de alakalıdır. 200 yıldır İslam dünyası nasıl bir yolla yükselişe geçeceğini aramaktadır. Düşünürler, alimler, aydınlar, siyasetçiler bu arayış neticesi ulaşabildikleri bir çıkış yolu henüz bulunamadı. “Kervan yolda düzülür” misali tarihsel yolculuk devam ederken, çözümlere yaklaşılmaktadır.
1500’lü yıllar ile birlikte batı kendi geri kalmışlığını ortadan kaldırmak için arayışa girdi. Eski Yunan- Grek birikiminin yeniden okunması, İslam medeniyetinin tanınması ve yorumlanması, Roma kültürünün ihyası ve bir çok etkenle batı medeniyeti kendini üreterek hakim pozisyona geldi. Gücün doğası gereği bu medeniyetin genişlemesi ve Pazar alanlarının keşfi amacıyla genişledi. Bu durumda oluşan tüm süreçlerin ortak adı olan Modernizmdir. Modernizmin aşılmaya ihtiyacı var mıdır? Sorusuna hiç duraksamadan evet diyebiliriz. Çünkü modernizm ilk çıkışındaki bir çok iyi niyetin ve amaçların aksine insanlığın arayışına cevap verememiştir. İnsan vicdan arayışına ters düşen algılayışı ile birlikte insanoğlunun varlık anlamından uzaklaşıldı. Batı insanı hâkimiyet arayışı ile birlikte kendi çevresiyle savaşa girişti. Her şey “öteki”leşti. “Öteki”yi kontrol altına almaya ve yok etmeye başladı. Allah, kitap, insan, doğa, tarihle sıkı bir savaş başladı ve devam ediyor. Bu süreç insanlığa felaket getirmekten başka bir şeye yaramamaktadır. İşte bu noktada Modernizm karşısındaki gerileyiş nasıl son bulabilir? Modernizmi aşmak mümkün mü? İnsanlığın bu tecrübesi nasıl değerlendirilebilir? Red etmek ve kabul arasında duruşumuzu nasıl belirleyeceğiz.?
İslam dünyasında bu arayışlar devam ederken batı bir taraftan kendini üretmeye çalışıyor diğer taraftan İslam dünyasının dirilişini engelleyecek kontrol mekanizmaları üzerinde aralıksız çalışmaktadırlar. Emperyal amaçlar günümüzde canlı örneklerinde görüldüğü gibi devam ederken bir taraftan bunlarla mücadele, bir taraftan bu gücü tanıma telaşı bir taraftan da kendini yeniden inşa etme süreci devam etmektedir.
İslam dünyasında yenilgi psikolojisinin getirdiği özgüven sorunu yaşanmaktadır. Mağlub olanın galib olana benzeme alışkanlığı devam ediyor. Müslümanlar yanlışlarını terk etmek adına doğrularından da vazgeçmeye başladılar. Özgünlüklerini, güzelliklerini birer birer yitirmeye başladılar.
Batı medeniyeti yükselişinden önce tanıma temelli bir arayışa girmişti. Önceden yücelttiği, ulaşılmaz saydığı İslam dünyası yerine tanıma ve anlama merkezli bir süreç işlettiler. İslam dünyası ise önce hiç hesaba katmadığı, kendini her şeyde zirve gördüğü bir anda büyük bir çıkışla öne geçen batı karşısında önce afalladılar. Bu devre geçince hayranlık dolu gözlerle bakmaya başladılar. Aynı Avrupa’nın bir zamanlar bize baktığı gibi. Oysa batı medeniyetini ve onu meydana getiren değerleri ve gelişim aşamalarını tanıyamadılar. Bir nevi kabuğuyla uğraşmaktan iç’ine nüfuz edemediler. Oysaki soğukkanlı bir duruşla batı tanınabilir, yorumlanabilir ve doğru algılanabilirdi. Bugün kü noktada modernizmi aşma noktasında bu bakış açısı engel teşkil etmektedir. Eksik yanlarını tesbit edip olumlu yanlarını görmemezlikten gelmenin bir anlamı yoktur. Hatta bu anlamda ciddi bir empati yapmaya ihtiyacımız vardır. Anlamak için hissetmek gerekir. Batı insanın acılarının kaynağına nüfuz edilmediği müddetçe tespit ve çözümler eksik kalacaktır. Kaldı ki acı çeken ve kurtuluşa ihtiyacı olan sadece batı değildir. Öncelikle bizlerin kurtuluşa ihtiyacı var. Kuru kurtarıcılık pozisyonuyla bir yere varılamaz.
Müslümanlar kendi değerlerini, birikimlerini yeniden tanımlama kaygısıyla hikmet keşfine çıkmadılar. Geleneksellik, muhafazakârlık, adına geliştirdikleri koruyucu refleksler bilgiyi- bilgilenmeyi dondurdu. Orta ümmet değil aşırılıklarda varlık mücadelesi verildi.
Batı değerlerinin merkezinde olan ulusçuluk, kapitalizm, laiklik gibi kavramlar Müslümanların zihin dünyasını afallattı. Önce reddediş ardından eklemlenme durumuna geçildi. Ulusçuluk Müslümanların damarına girince bir pamuk ipliğine döndü İslam dünyası. Çözülme aldı başını gitti ve halen daha alt ulus kimliklerine bölünme süreci devam ediyor. Kendi içine dönük olarak da üretilen sanal, ideolojik, etnik kavgalarla İslam dünyası başını kaldırıp dünyada ne oluyor sorusunu sormaya vakit bulmadı. Barışın, esenliğin çağrısı olan islamın mensubu olan Müslümanlar savaşa, ayrımcılığa, dayalı anlayışları ön plana getirdi. Kavramların tanımlanmasında dikkatli olunmalıdır. Demokrasi, laiklik, cumhuriyetçilik, milliyetçiliğin anlaşılmasında yenilgi psikolojisinden uzak anlayışla yaklaşılmalıdır.
Tarihsel okumalar eşliğinde mezhep kavgaları sürdürüldü. Şii- Sünni ayrımı halen devam etmektedir. Merhum Ali Şeriati’nin deyimiyle tarih zindanı bizi hapsetmeye devam ediyor. 1400 yıl önceki tarihsel hesaplaşmalar yeniden yapılmaya devam ediliyor. Oysaki dönemin siyasal- sosyal mücadelesini verdiği bakış açısıyla bugünü anlamaya devam ediyorsak boşuna zaman geçirmeye devam ediyoruz demektir.
Hâkim güçler Müslüman muhalefetinin gelişimini engelledi. Büyük kısmında istenildiği gibi yönlendirildi. Halkın umudu olanlar kısa sürede felakete dönüşüverdiler. Köklü, kapsamlı, dengeli bir muhalefet tecrübesi oluşturulamadı. İlk çıkışta ki samimiyet, kapsamlılık korunamadı. Veya başka hesapların parçasına dönüştürüldü. Sivil toplum merkezinde halkın talepleri veya geliştirilen projelerin doğru anlaşılması gerekmektedir.
İslam dünyasındaki öfke düşünceyi boğmamalıdır. Hassaten işgal altındaki topraklarının çok olması hasebiyle İslam dünyası doğal olarak karşı refleksler gösterecektir. Ancak bu mücadelede akıl ve hikmetten uzaklaşılmadan bir duruş yakalanabilir. Aliya İzzetbegoviç örneğinde olduğu gibi bilgece bir önderlik sergilenmelidir.
Müslüman önderler halkın umutlarını boşa çıkardılar. İslam dünyasında önderler, alimler, aydınlar halk ile ilişkileri hep problemli oldu. Bir taraftan halkın ve geleneğin bir parçası olmama gayretleri varken, diğer taraftan halkı yanlışlardan kurtarmak için onunla mücadeleye ve yer yer kavgaya bile tutuşmak zorunda kalıyorlardı. Siyasi iktidarların baskısı, dış güçlerin kontrol çabaları ve bir türlü olgunlaşmayan düşünce yapısı ile sorunlu bir yapı olarak bugüne kadar geldi. İslam düşüncesinin bazı dönemlere ait problemlerini bugüne taşıyarak, kan davası güderek diğerini yok sayan aydın kimliğine çokça şahit olundu. İslam düşüncesinin bugüne cevabını sorgulayan, çözüm üreten değerli alim, önder ve aydınlarında olduğunu unutmamak lazımdır.
İletişimin her boyutta geliştiği çağımızda bu durumun meydana getirdiği yeni ilişki biçimi, sorunları, avantajları üzerinde çokça durulmalıdır. İslam medeniyetinin sunduğu fıkıh medeniyeti kimliğini yeniden inşa etmek zorundadır.
İslam medeniyeti batının yaptığı gibi kiliseyi terk ederek değil bilakis camiyle ilişkisini yeniden ve sağlıklı oluşturmasıyla mümkündür. Oysaki kurtuluşa giden yol dinin asli anlamına rücu etmesiyle oluşacaktır. Gelişmenin önündeki engelin din değil bilakis insanların din anlayışlarının olduğu ayrımı iyi ortaya konulmalıdır. Laik bir karakter oluşturmak adına dini hüviyet taşıyan kişi, kurum, kültürlere karşı dışlayıcı, tahkir edici yaklaşımlar sergilenmektedir. Türkiye’de revaçta olan bu tutumlar ülkeyi geri bırakmaktan, sorunları derinleştirmekten başka bir şeye hizmet etmemektedir.
Modernizmin kuşatması devam ediyor. Ulaşılmadık devlet, şehir ve insan kalmamacasına. Siyasi düşünceden ekonomik yapıya, sosyal ilişkilerden kültürel yapıya, giyimden eğlence tarzına kadar hayatı tüm boyutlarıyla etkilemektedir. Her şeyi buharlaştırmakta, kendisini her türlü alanın iktidar merkezine oturtmaktadır. İnsanlığın selameti için atılan adımlar desteklenmeli, çoğaltılmalıdır. Modernizm mensuplarının bize ve düşüncemize ihtiyaçları var diyebilmeliyiz. Modernizm aşılabilir ve aşılacaktır. Bunun alternatifini üretebilmeli ve kendi dinamiklerimize dayalı yeni bir dünya inşa edebilmeliyiz.