Ölüm, sıcak nefesini ensemde hissettiğim,
Ölüm, bazen özleyip, bazen istemediğim…
Ölüm, sana, bana, ona, yaratılmış her varlığa,
Belki kirpiğinden yakın, belki Kaf Dağı’ndan uzak…
İşte o son anı, her canlı yaşayacak…
Huzurlu bir Muğla sabahı, ikizler babalarının telefon sesiyle uyandılar. Sıcak bir sabah, sıkıntılı bir hava vardı. Ses kesilir diye beklediler, tekrar tekrar çalıyordu telefon. Yerlerinden kalkarken ikisi de isteksizdi, balkondan geliyordu ses. Yürüdüler itişe kakışa, her adım onları ömürlerinin sonuna kadar unutamayacakları bir zamana taşıdı. 12 yaşlarındaydılar. Balkona çıkınca, 15-20-25 belki de otuz oldular. Babaları ölmüştü. Hem de beş saat kadar önce. Dokundular, soğuktu. Rengi morarmaya başlamış, dudakları beyazdı. Ellerini yumruk yapmış, göğsüne doğru çekmiş, karnı şişmiş ve sertleşmişti. Bir saati aşkın bir zaman, iki çocuk babalarını inceleyip baktılar. Bu arada 112’yi iki kez arayıp ikna edemediler. 155’i arayıp yardım istediler, komşularını haberdar ettiler. Hastaneye, küçük kardeşlerini doktora götüren annelerini defalarca aradılar. Nihayet tüm çabalar sonuç verdi, herkesi başlarına topladılar.
Datça’dan Muğla’ya giderken saat yavaş akıyor, virajlar peş peşe kıvrılıyordu. Sustuk uzunca bir süre. Bu, ölüm sessizliğiydi. Tüm cümleler zihnime yapışmış, hiçbiri kıpırdamıyordu. Acıtan bir gerçek, ölüm. Uzun yıllar tanıdığınız biriyse daha çok acıtan, kıymet verdiğiniz ise biraz daha çok. Gençse, biraz daha çok. Her sebep daha da çok acıtıyordu.
Polis memuru SI… KO… 1981 doğumluydu. Hayat dolu, sevecen, çalışkan, neşeli, üç çocuk babasıydı. Eşinin deyimiyle “Hiç ölmeyecekmiş gibi yaşıyordu hayatı.” Hayat, tüm hüneriyle bizi baştan çıkarmak için gösteriler yapıyor, ölüm de tüm çıplaklığıyla sokulup alacağını söküp alıyor. Hepsi bu aslında. Ömür, kısa bir hikâye; bizden sonrakilerin anlatacakları. Herkes kendi hikâyesini yazıyor aslında. Ne acı ki ondan sonrakiler okuyorlar sadece.
Zaman, ölen için duruyor. Yaş sabit, dert sabit, sorun sabit. Bir saat önce kafa patlattığın meseleler seni zerrece ilgilendirmiyor. Ruhunu daraltan, gönlünü yoran konular değmiyor, dokunmuyor. Boğuştuğun dünya anlam ifade etmiyor. Gözünden esirgediğin evlatların yanında çırpınıyor da kılın kıpırdamıyor.
Ahh ölüm, ahh… Ağızların tadını kaçıran, gözden rengi, gönülden ışığı alansın. Sana alışmak, seni sevmek, sana hazır olmak…
Canı söküp alırken, canları acıta acıta sürükleyensin. Minicik çocuğu annesini alıp öksüz, babasını alıp yetim bırakan, bir anda kocaman yapıp büyütensin. Dünyaya ait her hırsı, her planı, her meseleyi bir anda un ufak öğütensin. Zamanın akışını durduran, enerjiye son verip hayallere ebedi gem vuransın. Önü alınmaz, engel tanımaz, durdurulmazsın. İnsan idrakinin pes ettiği ve reddedemediği tek gerçeksin.
Ardından ağlayanların varsa, ölüm bile güzel. Hayatı güzel kılan değil midir ölüm? Tadını artıran, lezzet katan… Ölümü güzelleştiren de yaşam biçimimiz. “Nasıl yaşarsanız, öyle ölürsünüz; nasıl ölürseniz, öyle dirilirsiniz” (Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, V, 663) buyuruyor Efendimiz (s.a.v.). Öyleyse elimizde olan an, tek sermayemiz. Ya mutlu olarak ve ederek kullanacağız ya da zehir ederek ve zehirlenerek.
Değiştirilmez sona koşarken, ziyan edecek tek saniyemiz olmadığını neden unutuyoruz? İsmini telaffuz etmeye değmeyecek insanlar için nefeslerimizi tüketiyoruz. Ağlanacak zamanımız geldiğinde, gözyaşını sel yapacak olan, güldürdüklerimiz, sevindirdiklerimiz, sevip sevildiklerimizden başkaları değildir.
“Yadında mı doğduğun zamanlar, ki sen ağlardın, gülerdi âlem,
Öyle bir ömür sür ki, olsun mevtin sana hande, ele mâtem…”
(BAKİ)
Ne güzel özetlemiş hayatı ve ölümü. Doğduğun zaman orada olanlar bir avuçtu ve hepsi sevinçle gülüyordu. Yaşarken öyle ol ki, ölümünde etrafında koca bir âlem matem tutsun.
Bir yıldızdır insan; parlar, dağılır, söner. Kimi çok zor fark edilir, yeri belli değildir, yokluğu anlaşılmaz. Kimi yönü belli eder, mevsimleri anlatır, zamanı okutur. Yüreğinden bulacaksın değerini. Toparlayıp enerjini, parlayacaksın zifiri karanlık hayat göğünde. Öyle ki sönmenden korkacak tüm insanlık, yokluğunda karanlıkta kalmaktan. Her anı, son anmış gibi anlam katarak, değer vererek, tadını çıkararak yaşamak dileğiyle…