Nasıl da sıcak bir gün, sanki hücrelerim eriyor. Suyun bedeninden çekildiğini hissediyordu. Gün uzun, hava sıcak, takati azıcıktı. Kovayı su doldurup zemine döktü. Doğuya gitmiş ve orada yaz görmüş olanlar bilir, aşırı sıcaktan korunmak için yerleri banyo gibi, mutfak gibi ıslak zemin mantığı ile kaplarlar ve akşam olunca şapır şapır yıkayıp soğuturlar.
Su kuyulardan geldiği için buz gibidir, fayansları iyice soğutur ve nihayet fazlasını çekip kuruturlar. Ayağa kalktı, koca bidonu çekiştirerek salona getirdi, son gücünü kullanarak yere döktü. Üzerine uzandı. Biraz rahatlamıştı.
Ağustos ayında Kızıltepe’de oruç tutmamış olanlar tam olarak orucu idrak edemezler. Bitmeyen gün, hiç düşmeyen ısı, sıfır nem, uçuşan ciğerlerine çöken incecik toz. Yiyebildiğin sadece peynir ve karpuz (ikisi de çok lezzetli, Allah’tan). Bedeninin ferahladığını hissediyordu. Ne büyük nimetti su ve ne büyük nimetti oruç.
Nedir ki orucun hikmeti?
Zamana bağlı ibadetlerimiz, hepsi. İnsan zaman sarmalında, ya yücelir ya küçülür. Bükemediğin zaman seni öğütür. Tüm ibadetler zaman öğretisi içindedir. Vakti takip ederek yapılır. Ramazan-ı Şerif ayını beklersin. Ayın şeklini kontrol eder, başlarsın. Bire yüz verilen bu mübarek ayda zamanı daha verimli geçirmek için yeme içmeden de uzak tutulursun. Bire yüz verilir, vaktin kıymetini idrak içindir. Seni oyalayan malayaniden sıyrılasın diye bir saniyenin değerini kavrayasın diye bir yüz, bire bin verilir ki anın farkında ol ve kaçırma.
Saate bağlı başlar, saatle biter. Yine her anı, zamanı bükmekle ilgili tatlı bir eğitimdir. İftarı kollar, ilk yıldızı görmeye çabalarsın. Salınır, özgür kalır, beslenir, eğlenir, oyalanır ve yeni başlangıç için tekrardan zamana kilitlersin dikkatini. Ağarmaya başlayan günle onda başlayacak oruç için ışığın dansına şahitlik eder, tam zamanında kesersin irtibatı.
“Ey iman edenler! Sizden öncekilere farz kılındığı gibi oruç tutmak size de farz kılındı. Umulur ki böylece günah ve fenalıklardan korunursunuz.” (Bakara / 183. Ayet)
Allahu Teâlâ, tüm kitabi dinlerde kullarına bu özel ibadeti farz kılmış. Bedenin kontrolünün kişinin kendi eline geçmesi çabalamasına fırsat vermiştir. Yerken kendin seçiyorsun, kimseye zorla sevmediğini yediremezsin. Her evin mutfağı o evin sakinlerinin damak zevkincedir. İçerken, dinlenirken, eğlenirken hep kontrol bizdedir. Peki ya dur dediğimizde? Bizde sandığımız kontrol aslında tamamen bedenimizin isteklerindedir. Ona irademizle dur diyebiliyor muyuz, bunu görmemiz içindir.
İnanıyorum, seviyorum, faydalarını biliyorum ama çok zorlanıyorum. Bu ifadeyi öyle çok duyuyoruz ki, aslında tek bir ifade ile “iradem zayıf.” Bedenime söz geçiremiyorum, o direnç eşiğini kıramıyorum. Onun kontrolündeyim, özgürleşemiyorum.
Beşeri ilişkiler açısından oruç ve oruç ayı külliyen eğitim taşır. Bedenin başıboş ve duraksız yeme ihtiyacının, varlıkla paralel olarak seyreden kısmını hallettikten sonrası tamamen öz disiplin barındırır.
“Kim, faziletine inanarak ve karşılığını Allah’tan bekleyerek Ramazan orucunu tutarsa, geçmiş günahları affedilir.” (Buhârî)
Sağlık açısından orucun, insan bedenine, diğer uzuvlarına, hücrelerine, saçının tenine nasıl şifa ve bereket yaydığını bir kere bile tuttuğunda anlayabilir insan. Önemli olan elbette bedendir ancak beden kadar ruhu ve ahlakı da çok etkilenir.
“Allah rızası için bir gün oruç tutan kimseyi Allahu Teâlâ, bu bir günlük oruç sebebiyle cehennem ateşinden yetmiş yıl uzak tutar.” (Buhârî)
Saat yaklaşırken tahammül azalıyor. Sofrada ne yok ki. Tatlı, tuzlu, ekşi. Etlisi, sütlüsü, ballısı. Bir hafta ufak ufak yesen, üç kişiye yeter. Yorulmuyor, üşenmiyor iftar hazırlarken kimse. Bunu da yapalım, şunu da yapalım… Hele bir de misafir varsa, işte o zaman ucu kaçıyor hazırlık listesinin. Ezan sesi, iki lokma ve bitiyor her şey. Onca hazırlık haz eşiğini zirvelere taşırken, ilk lokmada “Bu muydu tüm günün beklentisi?” diyorsun. Sonsuz isteklerimiz için türlü bahaneler üretip delice çalıştığımız gerçeğine odaklanın. Ezan sur olsun, birer birer çıkalım kabirlerimizden. Elimizde kalan nedir? Ne bir heves, ne bir plan, ne bir ideal…
İftarda da aynı çaba, aynı duygu, sofra ve üzerindekiler bağırıyor, miden küçücük ve hepsinden en az bir kaşık yesen bozulacak. Seni yoracak, acı çektirecek. Bunun için mi bekledin sabahtan bu yana? Demek ki hakiki gaye yemek yemek değilmiş. Bir iki lokmayla doyacak gönül için mi bunca kavga, bunca dövüş? Doymayan sadece gözün, miden de gönlünde çabucak doyuyor oysa.
Sadece maddi olarak değil, manevi olarak da aynı açılım ve azap mevcut. Çoğunu almak için uzandığın dünya, senin farkına varmadan zamanını çalıyor. Seni seni yaşamaktan, hissetmekten alıkoyuyor. Ta ki son nefeste anlıyorsun sürüldüğünü, güdüldüğünü, tükendiğini.
İftar, ömür boyu hayal ettiğin, hırs yaptığın, uğruna didindiğin hedeflere ulaştığında çok bir anlam ifade etmemesine de örnek teşkil ediyor. Ev, araba, makam, statü, kariyer ne dersen, eline geçtiğinde sadece başarma keyfi o kadar. Bu değil beklentim, dünyalar benim olacak sanıyordum, dünya kadar güzel anı, anıyı hiç ettim bunun için ama bir anlamı yok.
Belli ki insan olarak beklentimiz, bizi güdülerken yüksek, nihayette düşük. Bu ikisi arasında ömrü geçirirken zamanı yakalayan ve değerlendirenler mutlu, kaçıranlar bezgin ve mutsuz. Din huzur için, ibadet disiplin ve mutluluk içindir. İnsan muamması zor bir canlı, çok komplike katmanları var. Salınıp bırakıldığında bir sokak kedisi gibi masum dolanmaz. Onda meleklerin cevheri, şeytanın üstün idrak ve zekası, velilerin azmi, dehaların sabır ve gayreti kodlanmış mevcut. Bir ilahi işaret, bir insani öğreti, bir kolektif akış ve yönelişle ulaşılacak gizlerle örülü.
Koca dünyanın tüm iklimlerine döne döne, her mevsime geçerek, saat ve zamanı sürekli değişerek, ışık ve karanlığı dönüştürerek bir ibadet şekli, tüm insanlık tarihi boyunca istenmiş, emredilmiş, ödüllendirilmişse, binbir faydası vardır, tevekkül etmeli.
Bazen sadece inanıp teslim olup sonucu beklemeli. Rabbim hepimizin Ramazan’ını kabul ve makbul eylesin…