İnsanın nabzı, hızlı bir atışla, zamanla adeta bir yarış halinde. Bu atışın hızına yürek teslim olur ve ruh gün geçtikçe tükenir. Zira, ruh; hayatın, yaşamın, insan düşüncelerinin gürültüsünde kaybolan bir ezgidir. Her atışta biraz daha yorulur, biraz daha uzaklaşan bu ezgi, yalnızca Allah’a teslim olmuş bir nihayetinde kendini secdede bulur. Bizler kaderimize ve nasibimize düşman kesilmiş bir seyirciye dönüştüğümüz zaman, daralan gönlümüzü dua ferahlatır. Genellikle secdede dua eder, tevekküle sarılırız. Çünkü biliyoruz ki her secde, bir yorgunluğun ardından gelen teslimiyetin ifadesidir. İnsan, ne kadar uzaklaşırsa uzaklaşsın, içindeki huzura olan özlemiyle her an bir dönüş yapar. Secde, bu dönüşün en derin noktasıdır.
Orada yalnızca ruhun değil, bedenin de dinlenmesi, nefsin de itaat etmesi gerekir. Kendisini bu ana teslim etmiş bireyler, beden yorgunluklarından kolayca arınır. Kişi o kutsal anlarda kendini bulur. İnsan, zayıf yaratılmış bir varlık olmakla birlikte, her daim, ne kadar zor olursa olsun, vaktin en saf hali olan secdeye muhakkak bürüneceği vakti tadar. Zira, dünyanın gürültüsünden sıyrılmış bir kalp ile kaybolan insan, tek bir amaca yönelir: “Allah’a en derin teslimiyet…”
O an, derin bir nefes alır, ani bir titreme ile gözleri ıslak ıslak dökülür. Secdeye dert sandığı kendi yolculuğunun doruğunda kendini hisseder. Her secde, bir önceki hatadan arınma, bir sonraki adımda daha güçlü bir niyetle yeniden doğmuş gibi hissettirir.
Velhasıl kelam; insan, her secdede geçmişin yüklerinden sıyrılır, günahlarını toprağa bırakır ve yeniden umutla yükselir. Dünyevi karmaşadan kurtulur, kaygıları geride bırakır.
İnsan, dünya hayatının her anında bir şeylere tutunarak yaşar. Fakat secdeye vardığında, her şeyden uzak ve bir tek Allah’a dayanır. Ruhun tükenmişliğine değil de ruhun en içten teslimiyetine ulaşır.
KALEMİN EDEBİ GÜÇLÜ OLSUN ÇOK GÜZEL VE ÇOK ETKİLENDİM ALLAH RAZI OLSUN.