Zaman denilen şey aslında durmaya mahkûm olmayan, tabiri caizse önüne geçen hiçbir şeye eyvallahı olmayıp ardına bile bakmayan adeta yiğit bir pehlivan gibiydi.
Ta ki 04.17’ye kadar.
Bu sefer zaman bile mağlup olmuştu 04.17’ye.
Doğmamıştı güneş henüz.
Eğer doğsaydı , yarına dair kurulan çoğu hayalin umudu olacaktı.
Kim bilir belki de bir baba sabah işe gitmeden önce kızını öpüp, yüreğinde merhametin en güzel halini yaşayacaktı. Ya da bir papatya kokusu alacaktı o gün ondan.
Uğruna belki dünyayı karşısına alan iki aşık birbirine kavuşacaktı. Tıpkı aşkın en masum ve saf yüzü bu dercesine kirlenen çoğu sevgiye karşı.
Ama dedim ya zaman da bu sefer yenildi 04.17’ye.
Karanlık beton yığınları arasına sıkışan hayaller ve umutlar bir ışık değil bir ses aradı. “Sesimi duyan var mı?”
Çünkü o ses umuttu, o ses hayalleriydi , o ses belki de o an en büyük aşkları olmuştu.
Yıllarca beton yığınları arasına sıkıştırdığı hayatını sevgiden mahrum bırakan insanlık derin bir acıyla sarsılmıştı.
Her şeye çözüm arayan, konuşup tartışan belki yeri geldiğinde de yıkan bizler bir türlü o muazzam fikirlerimizi süslü betonlara karşı set eyleyemedik. Merhametin, sevginin timsali olan o anların kıymeti teker teker gözümüzün önünden bir film şeridi gibi geçiyor. Keşke kırmasaydım, keşke daha çok onu sevdiğimi söyleseydim… Keşkelerle dolu bir pişmanlık kaldı o soğuk betonlar arasından.
Dünyanın bitmek bilmeyen hırsı, ruhumuza ve zihnimize dayattığımız yarına dair o ideallerimiz belki de günü geldiğinde yok olmaya mahkûm olan birer aldatmacaymış.
Tıpkı bir fotoğraf karesine sıkıştırılan ve beton yığınları içinde dünyaya uzanan o elin tüm insanlığa haykırarak. “Ey insanoğlu! Sevgiyi, kardeşliği dünyanın hiçbir emeline alet etmeyin. Çünkü var olan her şey yok olmaya mahkûmdur. Tıpkı bu beton yığınları arasına sıkıştırdığınız o hırslarınız gibi…”
O derin haykırmadan sonrası ise kızının üşüyen ellerini sevgisiyle ısıtan bir babanın sessiz çığlığı…
Zübeyde, Mesut, Mahsun, Ayşenur ve daha niceleri, karanlık ve soğuk betonlar içinde dünyaya tebessümle bakıyorsa insanlık için hâlâ bir umut vardır. Yıllar önce Erdem Beyazıt‘ın Nuri Pakdil’e hitaben söylediği gibi:
Beton duvarlar içinde bir çiçek açtı.
Siz kahramanısınız çelik dişliler arasında,
Direnen insanlığın…
Saçlarınız ızdırap denizinde bir tutam başak,
Elleriniz kök salmış ağacıdır zamana,
O inanmışlar çağının.