“… Namaz bir nurdur, sadaka bir burhandır, sabır bir ışıktır…” (M534 Müslim, Taharet, 1)
Elhamdülillah uyandım sağlıkla afiyetle, Elhamdülillah verdiğin her nimete…
Kulun ömrü iradesinin hevesi ve nasibinin gerçekleşmesiyle geçer. Ömür sabırdır aslında. Sessizce nasibini yaşamak, onun içindeki lezzetleri usul usul hissetmek…
Rabbim bunu bize türlü şekilde ayet ayet bildirmiş, Habibullah Efendimiz (Sallallahu aleyhi ve sellem ) hadislerinde sık sık ifade etmiştir.
“…Eğer siz şükrederseniz, size olan nimetlerimi arttırırım. Ve eğer nankörlük ederseniz şüphe yok ki benim azabım pek şiddetlidir.” (İbrâhim Sûresi, âyet 7) buyrulmuştur.
Şükretmek Rabbimiz indinde varlığının kabul edilmesidir. O nedenle yapılan her teşekkür, Allah’adır denilir. Ve yine kula düşen görevler tasnifinde şükretmek sık sık zikredilir. İmanı tazelemektir ruhumuzda. Sessiz ve derinden bizi yaradanın varlığını kabul edip karşılık olarak minnet hissettiğimizin somut halidir.
“…Hamd, gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı var eden Allah’a mahsustur.” (En’âm Sûresi, 1)
Daima şükrümüzün tevbemizden çok olması istenir. Zira kulun kusur ve kabahati aczi ölçüsünde, Rabbimin ihsan ve nimeti yüceliği ölçüsündedir. O nispette tazim ve tavır beklenir kuldan. Günlük virdlerde, zikirlerde tevbemiz bir ise şükrümüz üç olmalıdır.
Dört kere peş peşe, “Elhamdülillahi rabbil alemin” deyip beşinciyi demeden dua etse kul reddolunmaz müjdesi bizi hamdin bereketine yönelmeye sevk eder.
“…Nimete şükretmek nimetten daha hoştur. Şükrü seven kimse şükrü bırakır da nimet tarafına gider mi? Şükretmek nimetin canıdır. Nimet ise deri gibidir, kabuk gibidir. Çünkü seni dostun kapısına ancak şükür götürür. Nimet insana gaflet verir. Şükretmek ise uyanıklık getirir. Sen aklını başına al da şükür tuzağı ile nimet avla.” ( Mesnevî , beyt: 2895-2897)
Daima Rabbinin varlığını hissetmek elindekileri nimet görmeye, nimet gördüklerin şükrederek karşılık vermeye, karşılık vermek kulluğu hissetmeye, kulluğu hissetmek ise huzur ile yaşamaya ve saadete kavuşturur.
Sarmalı tersine çevirelim. Kulluğu unutmak için elindekilerin hepsinin gayretin, iraden, emeğin karşılığında olduğunu düşünmek, koruma çabasına, bu çaba giderek artan kaybetme korkusuna bu korku daha fazla çalışmaya, çalışma daha çok kazanma hissine ve giderek hırsa ve huzursuzluğa götürür.
Rabbimizin bize yakıştırdığı ve bulmamızı istediği makamı yakalayamadığımız zaman sıkıntılar gelmeye başlar.
Ebû Hüreyre’den (ra) rivayet edildiğine göre Resûlullah şöyle buyurmuştur: “…Allah hayrını dilediği kimseye, günahlarına keffâret olsun diye musibet verir.” (B5645 Buhârî, Merdâ, 1)
Kulun kulvarı engellerle örülmeye başlar, sıkıntı hallerinde musibetlerin defi için sabır en etkili çaredir. Tekrar sakin ve dizgin yola kavuşmak için ise etkili çare istiğfardır. İşte kul hamdini çok, tevbesini az çizgisinden gafletle sıkıntılı yola girdiğinde, istiğfar ipine sarılmalıdır.
“…Rabbinizin mağfiretini isteyin, istiğfar edin. Çünkü o, bir Gaffâr (mağfireti çok, tevbe edenleri daima mağfiret edici, çok affedici)dir. Bol hayır ile üzerinize yağmuru salsın ve size mallar ve oğullarla imdât eylesin ve sizin için cennetler yapsın, sizin için ırmaklar yapsın.” (Nûh sûresi, âyet 10-11-12) buyurmuştur.
Rabbinin varlığını her an hissedip tasdik etmeye devam etmek şükürdür, şükrün dışına çıkmak gaflet ve sıkıntı sebebi, istiğfar ve tevbe yeniden nimetlenmek.
“(Ey) Davud ailesi!.. Amel edin, şükür için çalışın (verdiğim ni’metleri yerli yerinde ve gereği gibi kullanın)… Kullarımdan, şükürden âciz olduğunu idrâk eden çok azdır.” (el-Gazali, İhya, IV, 78; Kuşeyri 313) Şükür, nimetin artmasına vesile olur.
Zikrin bu denli önem arz etmesi, şükrün ehemmiyeti bizi sabredecek durumlardan kurtarmak içindir.
Bela ve musibetler için kimse kimseye ne yaptı da başına bunlar geldi diye iftira etmesin, özünde ne yapmadılar çok daha fazladır. Rabbim intikam alıcı ve azap edicidir evet ama sadece kafirlere ve kendine şirk koşanlara. Mümin kulunun başına gelen bela, musibet ve felaketler, yakıştırdığı yere koşmayan gaflet ve gevşeklikle hareket edenleri Cenneti için temizlemektir. Öyle olmasa Felaketlerde ölenler şehittir diyemezdik.
İş ölenlerde değil zaten biz kalanlarda.
Onlar defterlerini dürüp rahmetiye ilahiye kavuştular, arkalarında gafletle dil uzatacak, kalan günahlarını yuyup yıkayacak binlerce cahil insan bırakarak…
“…Sabredenler, doğru olanlar, gönülden boyun eğenler, infak edenler ve ‘seher vakitlerinde’ bağışlanma dileyenlerdir.” (Al-i İmran Suresi, 17.)
Doğru olmaya çabalamak, gönülden rıza göstermek, seher vakti sıcak yataktan sıyrılmak, canı yürekten melekler gibi tertemiz olmayı dilemek ve bol bol sadakalar vermek; sabredileceklerde sıralananlara bir bakın…
Başımıza ne geldiyse ve geliyorsa, gelecekse hep yapmadıklarımızdan. Yapmak gafletle, yapmamak iradeyle olur. Rabbim irade ile onun varlığını ve kurallarını ve emirlerini yok saymamızın bizdeki kirlerini temizliyor ELHAMDÜLİLLAH …
“…Allah, Müslüman’ın vücuduna batan bir dikene varıncaya kadar meşakkat, hastalık, endişe, keder, acı ve kaygı gibi musibetleri, onun günahlarına kefâret kılar.” (B5641, B5642 Buhârî, Merdâ, 1; M6566 Müslim, Birr, 50)
Bu bizden vazgeçmediği anlamına gelir. Hep beraber ona yönelip önce yana yana tevbe, sonra doya doya hamd etmeliyiz…
“…Şu halde, güzel bir sabır (göstererek) sabret.” ( Mearic Suresi, 5.)
“…Ve sabret. Gerçekten Allah, iyilik yapanların ecrini kaybetmez.” Hud Suresi, 115.
O kullarını daima seven, merhamet eden, gören, gözeten, ihya edendir. Yeter ki bunu görüp gözetip isteyelim…