18 C
Bursa
8 Eylül 2024 Pazar
spot_img

Şekva

(Ya’kub:) “Ben gam ve kederimi sadece Allah’a arz ediyorum. Ve ben sizin bilemeyeceğiniz şeyleri Allah tarafından (vahiy ile) biliyorum,” dedi. (Yusuf Suresi / 86. Ayet)

Yakınmak, sızlanmak, hoşnutsuzluk belirten yazı ya da söze şekva veya şikayet diyoruz sözlük anlamında. Hayat var olduğu sürece, beraberinde yaşamanın bin türlü cilveleri, iniş ve çıkışları olacaktır. Takdiri ilahi veya kendi seçimimiz olan sosyal bir çevremiz, yine kaderimiz olan bir bedenimiz, içinde serpilip büyüdüğümüz, ya mutlu olup geliştiğimiz veya birçok yaralar alarak travmalar oluşturduğumuz ailemiz ile yaşıyoruz.

Çalıştığımız iş, yürüdüğümüz yol, yaşadığımız şehirde nefes alıyoruz. Tedbirli, güvenli, eğitimli, akıllı, zengin, sağlıklı, leb demeden leblebiyi anlayan pratik bir zekaya sahip olabiliriz. Ya da saf, eğitimsiz, garip, fakir, hasta olmamız mümkün. Mutlu iken birden birçok şey ters gidebilir, zenginken fakir, sağlıklı iken hasta olabiliriz. Gülerken ağlayabilir, sakinken hareketlenebilir, güvendeyken korkabiliriz. İnsan bunların toplamıdır. Bu saydıklarımızın birçoğunda irademiz ve seçme özgürlüğümüz etken olsa da, bazı zamanlarda hiç dahlimiz olmayan sorunlarla karşılaşabiliriz.

Dünyaya gelirken ne bizi dünyaya getirenler ne de yaratıcı veya geldiğimiz dünya bize yüzde yüz rahat ve asude olacağımız garantisi vermedi zaten. Bir çaba ve sa’y dünyasında bir sınavdan geçiyoruz. Pascal bir kuramında ihtimal teorisinden bahseder, “İnanıp inanmamakta serbest olduğumuzu, diyelim ki ahiret olmasa ve bizler inanıp ilkeli yaşadığımızda dünyada ve ölüm sonrasında bir kaybımızın olmayacağını, inanmayıp ilkesiz yaşadığımızda ya ahiret varsa hem dünya hem ahiretimizi kaybedeceğimizi söyler.” Bu iki ihtimalden inanmayı tercih ettik biz, öyleyse takdirine rıza göstermemiz gerekir.

Öyleyse, dünyanın çok az şeyine müdahale edebiliyoruz. Yaşadıkça görüyoruz ki, birçok şey göründüğü gibi değil, yahut künhüne vakıf olmayıp, hikmetini bilemiyoruz. Hayrın nerede, şerrin nerede olduğunu bir laboratuvar ortamında sabitleyemiyor, zahirle batını karıştırıyoruz. Başımıza gelen olayların arkasındaki satırları yaşadığımız anlarda okuyamıyor, zamanla bazı şeyleri anlayabiliyoruz. O zaman da zaman geçmiş oluyor.

Gerçeklik terapisi der ki; yaşantımız parçalardan meydana gelir. Bizi aşan şeylerde yapacağımız en yegane şey realiteyi kabul etmektir. Bizim değiştirebileceğimiz şeylerde ise tamamen “kader, gayrete aşıktır.” Yani esasında biz tercihlerimizin sonuçlarını yaşarız, şikayet etmeye pek de hakkımız olmamalı. Artık sonuçlarına katlanmak zorundayız. Elimizden gelen her çabayı gösterip değiştiremeyeceğimiz şeylerde, ya da kazara başımıza gelen şeyler veya tedbirsizliklerimizin sonucunda karşılaşabileceğimiz olumsuzluklar karşısında tavrımız ne olmalı? Sürekli yakınma, ağlama, sızlanma, şikayet mi?

Böyle yaptığımızda değişen ne oluyor? Hayatımıza bir anlam geliyor, düzene giriyor, duyulup kaale mi alınıyoruz? Ağzımızdan çıkan her olumsuz cümlenin hem çevremize hem şahsımıza verdiği negatif duygular bizi hem hep aşağı çekiyor hem de çekilmez, dayanılmaz bir insan oluyoruz. Biraz sonrasında ne hayırlara gebe olabilecek olaylara hikmet nazarıyla bakamayıp, gayretullaha dokunuyoruz. Bu tavırlar içimizin huzurunu alıp götürüyor, atıl, çalışamaz, değişemez, gelişemez bir insan oluveriyoruz.

Tarihe baktığımızda Allah’ın en sevgili kulları peygamberler, sahabe, veliler, Allah korkusuyla kalbi ürperen, ağzı dualı, hayatı aşkla yaşayan insanların hayatlarında da çok olumsuz ve çeşitli problemlerle sınandıklarını görüyoruz. En büyük acılarla en büyük insanlar imtihan ediliyor. Bundan şunu anlıyoruz ki; yaratıcının özel kulları olsan bile sınavda adalet var. Bir diğerinin başına gelirken sana niçin gelmesin?

Rabbimiz böyle bir anlaşma yapmadı insanoğluyla. Başına acı ve hüzünlerin en büyüğü gelen peygamber ve varislerinin hiçbirinin Yaratıcı veya kendi nefsine karşı bir serzenişte, bir şikayette bulunduğuna şahit olmuyoruz. Dünyanın düzenini kuran bu insanların dertlerini nasıl iç dünyalarında iman ve inanç potasında eritip, zerre şikayet etmediklerini, yüreklerini imtihan bilinciyle ferahlatıp, dünyanın kalıcı bir yer olmadığının farkında olarak bir misafir tavrıyla buradan geçtiklerini görmek şaşırtıcı olmakla birlikte teselli de verici. Misafiriz hepimiz. Misafir umduğunu değil, bulduğunu yer.

YAZARIN DİĞER MAKALELERİ

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

SOSYAL MEDYA

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
4,338TakipçilerTakip Et
- Reklam -spot_img

Yeni İçerikler

Son Yorumlar

Rukiye İdil Aktaş yorumladı Sekerâtü’l-Mevt
Ümmügülsüm yorumladı Cennetin Kuşu Gazze
Ümmügülsüm yorumladı Cennetin Kuşu Gazze
Habibe yorumladı Cennetin Kuşu Gazze
Süreyya yorumladı Cennetin Kuşu Gazze