11.8 C
Bursa
2 Ocak 2025 Perşembe
spot_img
Ana SayfaİmanSidretü'l Münteha

Sidretü’l Münteha

KUR’AN’DAN BİR KAVRAM, SİDRETU’L-MÜNTEHA: İNSANLIĞIN VARABİLECEĞİ SON NOKTA

…عِنْدَ سِدْرَةِ الْمُنْتَهٰى…

“Kalp gördüğünü yalanlamadı. O’nun gördükleri hakkında onunla tartışıyor musunuz? Andolsun ki Cebrail’i bir başka inişte de görmüştü. Son sınır ağacı/Sidretü’l-Münteha/en son noktada (uzaktaki sedir ağacı)’nın yanında Me’va cenneti vardır. Sidre’yi neler kaplamıştı neler! Ne gözü kaydı ne de belirlenen sınırı aştı. Andolsun ki Rabbinin en büyük ayetlerinden bir kısmını gördü.” (Necm, 53/11-18)

…مِنْ سِدْرٍ قَل۪يلٍ

“Onlar yüz çevirmişlerdi. Bu yüzden üzerlerine Arim Seli’ni göndermiştik. Onların iki bahçesini, acı meyveli, ılgınlı ve içinde biraz da sedir ağacı bulunan iki bahçeye çevirmiştik.” (Sebe’ 34/16)

ف۪ي سِدْرٍ مَخْضُودٍۙ

“Dikensiz sedir/kiraz ağaçları içindedirler.” (Vâkıa 56/28)

Sidretü’l-Münteha denildiğinde ilk anlamamız gereken nedir? Sidretü’l-Münteha neresidir? Sidretü’l-Münteha bir mekân tanımlamasına girer mi?

Sözlükte “Arabistan kirazı denilen hoş gölgeli nebk ağacı” anlamındaki sidre ile (Kāmus Tercümesi, II, 385) kelime bazından giriş yaparsak denileni deriz: Sidre bir ağacı ifade etmektedir. Münteha ise son sınırı. Son sınır sidresi.

Sidre ıstılahta ise, “Hz. Peygamber’in (s.a.v.) Mi‘rac gecesi yanında ilâhî sırlara mazhar olduğu ağaç veya makam” diye açıklanabilir. (İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/sidretul-munteha#1 (23.12.2024)

عَنْ عَبْدِ اللهِ بْنِ مَسْعُودٍ قَالَ: لَمَّا أُسْرِيَ بِرَسُولِ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ ، اُنْتُهِيَ بِهِ إِلَى سِدْرَةِ الْمُنْتَهَى، وَهِيَ فِي السَّمَاءِ السَّادِسَةِ، إِليْهَا يَنْتَهِي مَا يُعْرَجُ بِهِ مِنَ الْأَرْضِ فَيُقْبَضُ مِنْهَا، وَإِلَيْهَا يَنْتَهِي مَايُهْبَطُ بِهِ مِنْ فَوْقِهَا فَيُقْبَضُ مِنْهَا، قَالَ: {إِذْ يَغْشَى السِّدْرَةَ مَا يَغْشَى} [اَلنَّجْمُ: 16،] قَالَ: فَرَاشٌ مِنْ ذَهَبٍ، قَالَ: فَأُعْطِيَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ ثَلَاثًا: أُعْطِيَ الصَّلَوَاتِ الْخَمْسَ، وَأُعْطِيَ خَوَاتِيمَ سُورَةِ الْبَقَرَةِ، وَغُفِرَ لِمَنْ لَمْ يُشْرِكْ بِاللهِ مِنْ أُمَّتِهِ شَيْئًا، اَلْمُقْحِمَاتُ

Abdullah bin Mesud radıyallahu anh şöyle demiştir: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem göklere çıkarıldığı gece Sidretü’l Münteha’ya götürüldü. Sidre, altıncı semadadır. Yeryüzünden semaya çıkarılan onda nihayet bulur ve sonra ondan alınır. Onun yukarısından inen şeyler de onda karar kılar, sonra ondan alınır. (Abdullah burada) “Sidre’yi kaplayan kaplıyordu.” (Necm Suresi,16) ayetini okumuş ve onu ‘altından pervaneler’ diye tefsir etmiştir, sonra (rivayetine devamla) Rasûlullah sallallahu aleyhi ve selleme (orada) üç şey verilmiştir: Beş vakit namaz, Bakara Suresi’nin sonu (son 2 ayeti), ümmetinden Allah’a şirk koşmayanların büyük günahlarının mağfiret olunması” buyurmuştur. (Müslim, İman, 279)

عن عبدالله بن عباس رضي الله عنهما قال: بينما جبريل -عليه السلام- قاعد عند النبي صلى الله عليه وسلم سمع نَقِيضَا من فوقه، فرفع رأسه، فقال: هذا باب من السماء فُتِحَ اليوم ولم يفتح قط إلا اليوم. فنزل منه مَلَكٌ، فقال: هذا ملك نزل إلى الأرض لم ينزل قط إلا اليوم. فسلم وقال: أبشر بنُورين أُوتِيْتَهُما لم يُؤتهما نَبِيٌّ قبلك: فاتحة الكتاب، وخَوَاتِيمُ سورة البقرة، لن تقرأ بحرف منها إلا أُعْطِيتَهُ

Abdullah b. Abbâs -radıyallahu anhuma-‘dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: “Bir gün Cebrail -aleyhisselam- Nebî -sallallahu aleyhi ve sellem- ile otururken yukarıdan bir gıcırtı işitti. Cebrail -aleyhisselam- başını yukarı doğru kaldırdı ve şöyle dedi: “Bu, bugün gökte açılan bir kapıdır. Bu kapı bugüne kadar hiç açılmamıştı. O kapıdan bir melek indi. Bu melek yeryüzüne inen bir melektir. Bir güne kadar hiç inmemişti. Melek selam verdi ve şöyle dedi: “Senden önce hiçbir Peygambere verilmeyen ve sadece sana verilen şu iki nurdan dolayı sana müjdeler olsun. Bunlar, Fatihatu’l Kitap ve Bakara suresinin sonudur. Bunlardan okuduğun her harfin karşılığı mutlaka sana verilecektir. (Müslim, Müsafirîn, 254, 806)

İşte yükselmenin/miracın somut üç hali: Ecri/karşılığı elli olan ama amelde beş vakit olan namaz, hiçbir peygambere verilmemiş iki nur, şirk hariç kebairin mağfirete konu olması..

İsra ve Mirac yolculuğu, Allah Teala’nın Hz. Muhammed’i (a.s.) desteklediği mucizelerden birisidir. İslam literatüründe kabul edilen görüşe göre Mi‘rac hadisesi iki safhada meydana gelmiştir. Allah Rasulü’nün bir gece Mekke’deki Mescid-i Harâm’dan Filistin bölgesindeki Mescid-i Aksâ’ya yaptığı yolculuğa isrâ, oradan Cebrail ile beraber yüce göklere yükselmesine mi‘rac denilmiştir. Allah buralarda yalnızca elçisine çeşitli lütuflarda bulunmuş, cenneti göstermiş, ilahi sırlara mazhar eylemiş ve büyük ayetlerine muhatap kılmıştır.

Nitekim hadis-i şerifte de Hz. Muhammed’e (a.s.) refakat eden Cebrâil de Hz. Muhammed’i buraya/sidretü’l-münteha’ya kadar götürmüş, buradan ileriye geçmeye izinli olmadığını ifade ederek, bundan sonra Allah’ın daveti sebebiyle Hz. Peygamberin yalnızca gideceğini bildirmiştir. Çünkü farklı bir düzlemde ve aciz yaratılan insanın Sidretü’l-Müntehâ için kesin olarak “şudur veya budur” diye açıklama getirmesi mümkün değildir. Sidre etrafında gelişen bütün söylemler birer te’vilden ibarettir. Necm suresinin 9. âyetine ve hadis-i şerifteki rivayete göre, sadece Peygamberimize “Kâb-ı Kavseyne” kadar yaklaşmasına müsaade edilmiştir. Sidretü’l Müntehâ’dan ilerisi gayb âlemidir, farklı bir düzlemdir. Allah Teâlâ’dan başka hiç kimsenin ilmine ve bilgisine konu olamaz/giremez. Yani insanî/varlık düzleminde olan ilmin son sınırıdır. Buradan ötesi Allah Teâlâ’nın “Zât Âlemi” diye adlandırabileceğimiz ve biz insanların düzleminden idraki mümkün olmayan bir alandır. Bu nedenle de sidretü’l-müntehayı açık ve seçik bir tarzda ortaya koymamız mümkün değildir.

İslam literatüründe mi‘racın gerçekleştiği tarih/zaman dilimi hakkında en sahih kabul edilen rivayet, Birinci ve İkinci Habeşistan hicretlerinden sonra, Hz. Hatice (r.a) ve Ebû Tâlib’in vefatlarını takip eden dönemde hicretten bir yıl önce meydana geldiği şeklindeki rivayettir.  (İbn Kesîr, es-Sîre, II, 93, 107). Kaynaklarımızda Rebîülevvel ayı ve ramazan ayından bahseden rivayetler olsa da islam ülkelerinin çoğu mi‘racı Receb ayının 27. gecesinde idrak etmektedir.

Miracın meyvesi Sidretü’l-Müntehâ, yaratılış ilminin/beşer ilminin bittiği/eskilerin ve yenilerin ilminin ulaştığı son noktadır. Sidretü’l-Müntehâ ondan sonrasını sadece Allah’ın bildiği ve dostun dostta kalacağı ulu bir makamdır. Sidretü’l-Müntehâ, kendisinden alınıncaya kadar yukarıdan inen her şeyin varacağı son duraktır. Sidretü’l-Müntehâ aşağıdan yükselen şeyin yükselişi için bir amaçtır. Allah Teala’nın yarattıklarından hiç kimsenin onun güzelliğini tanımlayamadığı ulu duraktır. Sidretü’l-Müntehâ kıl kadar ileri gidenlerin, Cebrail dahil, yanıp kül oldukları ve sadece Makâm-ı Mahmûd misali Hz. Muhammed’e bahşedilmiş bir zirvedir. Sidretü’l-Müntehâ bütün varlıklar için “hayret-i küsvâ” yani insanın son derecede hayrete düştüğü bir makam olmasına rağmen Hz. Muhammed’in hayrette kalmadığı, şaş(ır)madığı, gördüklerini açıkça gördüğü yüce bir makamdır.

“…Sonra beni Sidretül-Müntehaya götürdü. Bir de gördüm ki, sidr ağacının yaprakları fillerin kulakları gibidir, yemişleri ise (Yemenin) Hecer (kasabası) testilerine benzer. Allah’ın emrinden her şeyi bürümekte olan şey Sidre yi tamamıyla bürüyünce bana başka bir hal oldu. Artık Allah’ın mahluklarından onun güzelliğinin bir kısmını bile anlatmaya gücü yetebilecek hiçbir kimse yoktur… “ (Müslim, İmân, 259).

YAZARIN DİĞER MAKALELERİ

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

SOSYAL MEDYA

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
4,338TakipçilerTakip Et
- Reklam -spot_img

Yeni İçerikler

Son Yorumlar

Ümmü Gülsüm Solmaz yorumladı Süreyya
Süreyya yorumladı Süreyya
Melek gün yorumladı Ruhun Secdeye Varışı
Melek gün yorumladı Hakikatin Yolu Meşakkatlidir