16 C
Bursa
21 Kasım 2024 Perşembe
spot_img
Ana SayfaİslamSünnet Bilinci Üzerine Notlar - 2

Sünnet Bilinci Üzerine Notlar – 2

Giriş

Yüce Allah bütün peygamberlerine belirli sorumluklar vermiştir. Hukuki (Bağlayıcılık) değeri açısından Sünneti anlayabilmemiz için, ilk önce Cenâb-ı Hakk’ın Hz. Peygamber’e yüklediği sorumlukları kavrayabilmemiz gerekmektedir. Söz konusu sorumlukları üç grupta toplayabiliriz:

Birincisi, ilahî emirlerin tebliği.

İkincisi, sözü edilen emirlerin bizzat tatbiki ki bu da mesel olma görevidir.

Üçüncüsü de bu emirleri insanlara açıklamasıdır.

Hz. Peygamber’e (s.a.v) verilen bu sorumlukları ayetlerden tespit etmeğe çalışalım, ondan sonra hukuki açıdan Sünnet’in değerini görelim:

A. Hz. Peygamber (s.a.v)’in Tebliğ ve Mesel Olma Görevi

İlahî vahye muhatap olan Allah’ın Elçisi’nin ilk görevi kendisine vahyedileni insanlara ulaştırma ve bildirmektir. Kur’an’ın ifadesiyle buna tebliğ denir. Tebliğ; Peygamberliğin bir gereğidir. Kur’an’ı Kerîm’de bu şöyle işaret edilmektedir:

﴿يَا أَيُّهَا الرَّسُولُ بَلِّغْ مَا أُنزِلَ إِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ وَإِنْ لَمْ تَفْعَلْ فَمَا بَلَّغْتَ رِسَالَتَهُ…﴾

“Ey Peygamber! Rabin’den sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan O’nun Elçiliğini yapmamış olursun…”. (Mâ’ide 5/67)

Her peygamber olduğu gibi, Hz. Peygamber (s.a.v) de tebliğ görevini yapmakla yükümlüdür ama insanların, bunları kabul etmeyişinden sorumlu değildir. Nitekim bu husus aşağıdaki ayette açıkça belirtilmektedir:

﴿وَأَطِيعُوا اللَّهَ وَأَطِيعُوا الرَّسُولَ وَاحْذَرُوا فَإِنْ تَوَلَّيْتُمْ فَاعْلَمُوا أَنَّمَا عَلَى رَسُولِنَا الْبَلَاغُ الْمُبِينُ.﴾

“Allah’a itaat edin, Peygamber’e de itaat edin. Karşı gelmekten sakının. Eğer yüz çevirirseniz, biliniz ki elçimize düşen sadece apaçık tebliğ etmektir”. (Mâ’ide 5/92)

﴿فَإِنْ أَعْرَضُوا فَمَا أَرْسَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ حَفِيظًا إِنْ عَلَيْكَ إِلَّا الْبَلَاغُ…﴾

“Ey Muhammed! Eğer yüz çevirirlerse bilsinler ki biz seni onlara bekçi göndermedik. Sana düşen sadece tebliğdir”. (Şûra 42/48)

Onun ikinci görevi ise, Allah’tan aldığı emirlere bizzat kendisinin uymasıdır ki bu da mesel olma görevidir. Yüce Allah, vahye uymasını Peygamberi (s.a.v)’e emrederek şöyle buyurmuştur:

﴿اتَّبِعْ مَا أُوحِيَ إِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ وَأَعْرِضْ عَنْ الْمُشْرِكِينَ.﴾

“Rabbinden sana vahyolunana uy! Ondan başka İlah yoktur. Müşriklerden de yüz çevir”. (Enam 6/106)

﴿وَاتَّبِعْ مَا يُوحَى إِلَيْكَ وَاصْبِرْ حَتَّى يَحْكُمَ اللَّهُ…﴾

“Ey Muhammed! Sana vahyedilene uy. Allah hükmünü verinceye kadar sabret…”. (Yûnus 10/109)

Bazı ayetlerde ise vahye uyduğunu Peygamber (s.a.v)’in diliyle ifade etmiştir:

﴿وَإِذَا لَمْ تَأْتِهِمْ بِآيَةٍ قَالُوا لَوْلَا اجْتَبَيْتَهَا قُلْ إِنَّمَا أَتَّبِعُ مَا يُوحَى إِلَيَّ مِنْ رَبِّي هَذَا بَصَائِرُ مِنْ رَبِّكُمْ وَهُدًى وَرَحْمَةٌ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ.﴾

“Onlara bir ayet getirmediğin zaman ‘sen bir defa yaşasaydın ya’ derler. De ki: ‘Ben ancak Rabbin tarafından bana vahyedilene uyarım. Bu Kitâb inanan millete Rabbinizden açık belgeler, yol gösterme ve rahmettir.’” (Araf 7/203)

Bir başka ayette de şöyle buyuruluyor:

﴿قُلْ مَا كُنْتُ بِدْعًا مِنْ الرُّسُلِ وَمَا أَدْرِي مَا يُفْعَلُ بِي وَلَا بِكُمْ إِنْ أَتَّبِعُ إِلَّا مَا يُوحَى إِلَيَّ وَمَا أَنَا إِلَّا نَذِيرٌ مُبِينٌ.﴾

“Ey Muhammed! De ki: ‘Ben peygamberlerin ilki değilim. Benim ve sizin başınıza gelecekleri bilmem. Ben ancak bana vahyolunana uymaktayım. Ben sadece apaçık bir uyarıcıyım”. (Ahkaf 46/9)

Hz. Peygamber (s.a.v) aldığı vahyi şahsında tatbik etmek suretiyle Müslümanlar için yaşayan bir örnek olmuştur. Bu husus ayette şöyle belirtilmiştir:

﴿لَقَدْ كَانَ لَكُمْ فِي رَسُولِ اللَّهِ أُسْوَةٌ حَسَنَةٌ لِمَنْ كَانَ يَرْجُو اللَّهَ وَالْيَوْمَ الْآخِرَ وَذَكَرَ اللَّهَ كَثِيرًا.﴾

“Ey İnananlar! Andolsun ki sizin için, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çok ananlar için Allah Rasûlü en güzel örnektir”. (Ahzâb 33/21)

Hz. Peygamber (s.a.v)’in vahyin emirlerini şahsında uygulayarak yaşamasını ve iman edenlerin örnek almaları istenmiştir. Dolayısıyla Peygamber (s.a.v)’in diliyle ayette şöyle buyrulmuştur:

﴿قُلْ إِنْ كُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللَّهَ فَاتَّبِعُونِي يُحْبِبْكُمْ اللَّهُ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ وَاللَّهُ غَفُورٌ رَحِيمٌ.﴾

“Ey Rasûlum de ki: ‘Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah affeden ve merhamet edendir”. (Âl-i ‘İmrân 3/31)

Peygamber (s.a.v)’e yapılan itaatin Allah’ın iznine dayandığı şu ayeti kerimede ifade edilmiştir:

﴿وَمَا أَرْسَلْنَا مِنْ رَسُولٍ إِلَّا لِيُطَاعَ بِإِذْنِ اللَّهِ…﴾

“Biz her peygamberi, ancak Allah’ın izniyle kendisine itaat edilmesi için gönderdik…” (Nisâ’ 4/64)

Yukarıda zikredilen âyetlerin Peygamber (s.a.v)’in mesel olma görevi ile ilgili olarak vermek istediği mesajları şu şekilde özetleyebiliriz:

  1. İndirilen vahye Peygamber (s.a.v)’in bizzat kendisinin uyması emriyle, başkalarına örnek-mesel olma görevi ve sorumluluğu yüklenmiş olması.
  2. Peygamber (s.a.v)’in diliyle bu görevi yerine getirdiği ifadelendirilmiş olması.
  3. Müminlerin, yaşantılarında onu örnek almalarının gereğine vurgu yapılması.
  4. Peygamber (s.a.v)’e talep edilen itaatin Allah’ın izniyle olduğuna vurgu yapılması. Dolayısıyla söz konusu itaat, bazılarının zannettiği gibi şirk kategorisine giren bir itaat değildir. Zira o insanları kendi yoluna değil, Allah’ın yoluna çağırmıştır.

Câbir b. ‘Abdillah (r.a)’dan gelen aşağıdaki kıssa bize onun mesel/örnek olma görevinin evrensel boyutunu ortaya koymaktadır:

“Umer b. el-Hattâb (r.a), Allah Rasûlü (s.a.v)’in yanına Tevrat’tan bir nüsha ile gelerek:

“Ey Allah’ın Rasûlü! Bak bu Tevrat’tan bir nüshadır” diyerek okumaya başladı. Bunun üzerine Ebu Bekr (r.a):

“Çocuğunu kaybedesice !!! Rasûlullah (s.a.v)’in yüzünün değiştiğini görmüyor musun?” deyince ‘Umer (r.a), Rasûlullah (s.a.v)’in yüzüne baktı ve:

“Allah ve Rasûlü (s.a.v)’in gazabından Allah’a sığınırım, Rab olarak Allah’tan, Nebî olarak, Muhammed’den, din olarak da İslâm’dan razı olduk” dedi. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v) şöyle buyurdular:

“Nefsimi elinde tutan Allah’a yemin olsun ki Mûsâ (a.s) çıka gelseydi, siz de ona tabi olup beni bıraksaydınız, doğru yoldan sapıtırdınız. Eğer Mûsâ (a.s) hayatta olsaydı ve benim nübüvvetime yetişseydi, muhakkak ki bana tabi olurdu”.[1]

B. Nebî (s.a.v)’in Beyan (Açıklama) Görevi:

Peygamber (s.a.v)’in üçüncü görevine gelince, kendisine indirilen âyetleri ve İlâhî emirleri insanlara beyan etmesidir. Kur’ân’da Peygamber’in (s.a.v) bu görevi şöyle ifade edilmektedir:

﴿وَمَا أَرْسَلْنَا مِنْ رَسُولٍ إِلَّا بِلِسَانِ قَوْمِهِ لِيُبَيِّنَ لَهُمْ…﴾

“Kendilerine apaçık anlatabilsin diye her Peygamber’i kendi milletinin diliyle gönderdik…”(İbrâhim 14/4)

﴿…وَأَنزَلْنَا إِلَيْكَ الذِّكْرَ لِتُبَيِّنَ لِلنَّاسِ مَا نُزِّلَ إِلَيْهِمْ وَلَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ.﴾

“.Sana da insanlara gönderileni açıklayasın diye Kur’an’ı indirdik; belki düşünürler”. (Nahl 16/44)

﴿وَمَا أَنزَلْنَا عَلَيْكَ الْكِتَابَ إِلَّا لِتُبَيِّنَ لَهُمْ الَّذِي اخْتَلَفُوا فِيهِ وَهُدًى وَرَحْمَةً لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ.﴾

“Sana Kitab’ı, ayrılığa düştükleri şeyleri onlara açıklaman için, inanan kimselere de doğru yol rehberi ve rahmet olarak indirdik”. (Nahl 16/64)

Sünnet’in beyan (açıklama) yönünü en belirgin bir ifadeyle ilk olarak ortaya koyan âlim, İmâm Şafii’dir. O, Sünnet’in Kur’ân karşısındaki hukukî konumunu tespit ederken Sünnet’in Kur’an’ı açıklama görevi konusunda kayda değer bilgiler verir. Biz onun verdiği bilgiler ışığında konuyu işlemeğe çalışacağız.

İmâm Şâfiî şöyle söyler:

“İlim ehlinden Nebî (s.a.v)’in Sünneti’ nin Kitâb karşısında üç durumda olduğu konusunda muhalif görüşte olanı bilmiyorum. Bunlardan ilk ikisi hakkında âlimler ittifak halindedirler:

-Allah’ın Kur’ân’da hükmünü açıkladığı konuda, Rasûlullah (s.a.v), Kitâb ’ın nassını teyit eden bir Sünnet ortaya koyar.

-Allah’ın, Kur’ân’da mücmel (özü belirtilmiş, açıklaması yapılmamış) olarak bildirdiği konularda, Rasûlullah (s.a.v), onunla Allah’ın neyi murat ettiğini açıklayan bir Sünnet ortaya koyar.

-Kitâb’ta hakkında hüküm bulunmayan konuda, Rasûlullah (s.a.v) müstakilen bir Sünnet ortaya koyar.”[2]

Şafii’nin ortaya koyduğu bu bilgileri ışığında Sünnet’in Kur’an’ı açıklaması konusundaki geliş yollarını şu şekilde sıralayabiliriz:

1- İcmâl ve tafsil yönüyle Kur’an’ı Kerîm’e muvafık ve onu destekleyici olarak gelir. Örneğin; namaz, zekât, oruç ve haccın vücûbiyyetini, şart ve rükünlerine değinmeyerek bu manayı ifade eden hadislerdir ki, bu konularda gelen ayeti kerimelere muvafık olarak varit olmuştur.

2- Mutlakını mukayyet, mücmelini tafsil etme, müşkilini izah, umumunu hususileştirme, müphemini açıklama gibi fonksiyonları yerine getirmek suretiyle, Kur’an’ın hükümlerini tefsir eder. Örneğin; ayette geçen siyah iplikten beyaz ipliğin ayrılmasından[3] maksadın; günün beyazlığı ve gecenin karanlığı olduğu, hırsızın elini kesme ameliyesinin; sağ el ve bilekle sınırlandırması ya da ayetteki:

﴿الَّذِينَ آمَنُوا وَلَمْ يَلْبِسُوا إِيمَانَهُمْ بِظُلْمٍ…﴾

“İnanıp da imanlarına herhangi bir zulüm bulaştırmayanlar (var ya)…” (Enam 6/82) ifadesinden muradın ‘şirke bulaşmazlar’ anlamında olduğunu sünnetin açıklamasıyla anlaşılmıştır. Sünnet’in çoğu bu türden olduğu için Kur’an’ı beyan etme vasfını kazanmıştır. Bu iki türden gelen Sünnetin fonksiyonu konusunda ilim adamları arasında ihtilaf yoktur.

3- Kur’an’ın hüküm vazetmediği bir konuda Sünnet hüküm getirir. Örneğin; yırtıcı hayvanlardan pençeli olanların ve evcil eşeğinin yenilmesinin haramlığı gibi hükümlerdir.[4] Bunların örnekleri detaylı olarak yeri geldiğinde verilecektir.

Üçüncü türden gelen Sünnet’in hüküm koymadaki istiklaliyeti konusunda usûlcüler arasında ihtilaf söz konusu olmuşsa da Sünnet, her üç kategoride işlevini yerine getirirken Kur’an’a muhalif olmayacağı açıktır.

Ancak sünnet birtakım hükümleri vazederken müstakil olarak mı, yoksa Kur’ân naslarında- zımnen de olsa- bir aslın bulunması yoluyla mı vazeder? Yani Kur’an’ın genel naslarına dahil olur mu? Birinci görüş, cumhûr alimlerin görüşüdür[5]. İkinci görüş ise Şâtibî ve Ebû Zehra’nın görüşüdür.[6]

İkinci görüş tercih edilip de sünnetin, Kur’an’a muvafakat ettiği alınır, Kur’an’a fazladan getirdiği hükümler alınmaz, dolayısıyla sünnetin tek başına hüküm koyma yetkisi yoktur denilecek olursa, bu durumda Peygamber’e (s.a.v) hususî itaati emreden ayetlerin anlamı kalmayacaktır.

Kaldı ki Cenâb-ı Hak şöyle buyuruyor:

﴿مَنْ يُطِعْ الرَّسُولَ فَقَدْ أَطَاعَ اللَّهَ…﴾

‘Kim Rasûlullah’a itaat ederse Allah’a itaat etmiş gibidir…’ (Nisâ’ 4/80)

Aşağıdaki başlıkta zikredilecek olan delillerden anlaşılacağı üzere cumhûr âlimlerinin görüşü tercihe şayandır.[7]

IV. TEK BAŞINA HÜKÜM VAZ ETME Yetkisi Açısından Sünnet

A- Sünnet’in Hüküm Koyma Yetkisi

Sünnet’in tek başına hüküm koyma yetkisi konusunda gerek Kur’an’ı Kerîm’de ve gerekse hadislerde azımsanmayacak derecede deliller gelmiştir. Önce Kur’an’ı Kerîm’deki delilleri gözden geçirelim.

a- Kur’an’ı Kerîm’deki Deliller:
aa) Yüce Allah şöyle buyurmuştur:

﴿فَلاَ وَرَبِّكَ لاَ يُؤْمِنُونَ حَتَّى يُحَكِّمُوكَ فِيمَا شَجَرَ بَيْنَهُمْ ثُمَّ لاَ يَجِدُوا فِي أَنفُسِهِمْ حَرَجًا مِمَّا قَضَيْتَ وَيُسَلِّمُوا تَسْلِيمًا.﴾

‘Hayır; Rabin’e andolsun ki aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda seni hakem kılıp, sonra da verdiğin hükümden dolayı içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın (onu) tam manasıyla kabullenmedikçe iman etmiş olmazlar.’ (Nisâ’ 4/65)

ab) Yüce Allah şöyle buyurmuştur:

﴿…وَمَا آتَاكُمْ الرَّسُولُ فَخُذُوهُ وَمَا نَهَاكُمْ عَنْهُ فَانْتَهُوا…﴾

‘…Peygamber size neyi verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan sakının…’ (Haşr 59/7)

ac) Yüce Allah şöyle buyurmuştur:

﴿…فَلْيَحْذَرْ الَّذِينَ يُخَالِفُونَ عَنْ أَمْرِهِ أَنْ تُصِيبَهُمْ فِتْنَةٌ أَوْ يُصِيبَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ.﴾

‘…Onun (Peygamber’in) emrine aykırı davrananlar, başlarına bir bela gelmesinden veya kendilerine çok acıklı bir azap isabet etmesinden sakınsınlar.’ (Nûr 24/63)

ad) Yüce Allah şöyle buyurmuştur:

﴿الَّذِينَ يَتَّبِعُونَ الرَّسُولَ النَّبِيَّ الْأُمِّيَّ الَّذِي يَجِدُونَهُ مَكْتُوبًا عِنْدَهُمْ فِي التَّوْرَاةِ وَالْإِنجِيلِ يَأْمُرُهُمْ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَاهُمْ عَنْ الْمُنكَرِ وَيُحِلُّ لَهُمْ الطَّيِّبَاتِ وَيُحَرِّمُ عَلَيْهِمْ الْخَبَائِثَ…﴾

‘İşte bunlar, yanlarındaki Tevrat ve İncil’de yazılı olarak buldukları o elçiye, o ümmi Peygamber’e tabi olanlar (var ya); işte O Peygamber, onlara iyiliği emreder, onları kötülükten nehyeder; onlara, temiz (ve güzel) şeyleri helal, pis (ve zararlı) şeyleri de haram kılar…’ (Araf 7/157)

ae) Yüce Allah şöyle buyurmuştur:

﴿قَاتِلُوا الَّذِينَ لاَ يُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَلاَ بِالْيَوْمِ اْلآخِرِ وَلاَ يُحَرِّمُونَ مَا حَرَّمَ اللَّهُ وَرَسُولُهُ وَلاَ يَدِينُونَ دِينَ الْحَقِّ مِنْ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ حَتَّى يُعْطُوا الْجِزْيَةَ عَنْ يَدٍ وَهُمْ صَاغِرُونَ.﴾

‘Kendilerine Kitâb verilenlerden Allah’a ve Ahiret Gününe iman etmeyen, Allah ve Rasûlü’nün haram kıldığını haram saymayan ve Hak Din’i (kendine) Din edinmeyen kimselerle küçülerek elleriyle cizye verinceye kadar savaşın.’ (Tövbe 9/29)

af) Yüce Allah şöyle buyurmuştur:

﴿وَمَا كَانَ لِمُؤْمِنٍ وَلاَ مُؤْمِنَةٍ إِذَا قَضَى اللَّهُ وَرَسُولُهُ أَمْرًا أَنْ يَكُونَ لَهُمْ الْخِيَرَةُ مِنْ أَمْرِهِمْ وَمَنْ يَعْصِ اللَّهَ وَرَسُولَهُ فَقَدْ ضَلَّ ضَلاَلاً مُبِينًا.﴾

‘Allah ve Rasûlü, bir işe hüküm verdiği zaman mümin erkek ve mümin kadına, o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur…’ (Ahzâb 33/36)

ag) Peygamber (s.a.v)’in emrettiği ve yasakladığı konularda ona uyma ve itaatin vücûbiyyetine delalet eden Kur’an’daki naslar, onu beyan ve teyit eden Sünnet ile tek başına hüküm koyan Sünnet arasında bir ayırım yapmamıştır. Bilakis bazı ayetler bu istiklaliyeti Sünnet’e teslim etmektedir. Örneğin:

﴿يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا أَطِيعُوا اللَّهَ وَأَطِيعُوا الرَّسُولَ وَأُوْلِي اْلأَمْرِ مِنْكُمْ…﴾

‘Ey iman edenler, Allah’a itaat edin. Peygamber’e de itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de…’ (Nisâ’ 4/59)

Bu ayetin tefsirinde et-Tîbî şöyle der:

“Peygamber (s.a.v)’e itaatin istiklaliyetine işaret etmek için bu ayeti kerimede:

﴿…وَأَطِيعُوا الرَّسُولَ…﴾

‘…Peygamber’e de itaat edin…’ (Nisâ’ 4/59) diyerek fiil, işareten tekrarlanmış fakat:

﴿…وَأُوْلِي اْلأَمْرِ مِنْكُمْ…﴾

‘…ve sizden olan emir sahiplerine de…’ (Nisâ’ 4/59) bu işaret tekrarlanmamıştır.”[8]

Dolayısıyla ayette geçen idarecilere itaat emrinin kayda bağlandığı ve mutlak olmadığı anlaşılmaktadır. Konuyla ilgili ayetlerden başka ayeti kerimeler de bu hususta delil sayılabilecek mahiyettedir.

b- Hadislerdeki Deliller:

Bu konudaki gelen hadislerde zikredilen delillere gelince, genel manadaki delillerin yanında, hususî anlamda bazı deliller de bulunmaktadır. Şöyleki:

ba) Genel Deliller:

Sünnet, ister ayetleri teyit, isterse onları beyan etme maksadıyla ya da tek başına hüküm vazetme şeklinde varit olsun, sünnetin bağlayıcılığını ortaya koyan hadislerin geneli buna delil mesabesindedir. Örneğin: “Size Sünnetimi tavsiye ediyorum”[9] hadisidir. Söz konusu hadislerin çokluğu bu geneli kesinleştirmektedir.

bb) Husûsî Delil

Örneğin:

“Bana Kur’ân ve onunla birlikte misli verildi, karnı tok ve yastığına dayanmış bir adamın: ‘Size gerekli olan Kur’an’dır, onda neyi helal bulduysanız, onu helal ediniz, neyi de haram bulduysanız, onu haram ediniz’ demesi yakındır. Biliniz ki Allah Rasûlü’nün haram kıldığı şeyler, Allah’ın haram kılması gibidir”[10] şeklindeki hadis ve değişik lafızlarla gelen hadisin versiyonlarını ele aldığımızda, Peygamber (s.a.v)’in bizzat kendisinin tek başına hüküm koyma yetkisine sahip olduğunu vurgulayan ifadelerini görmekteyiz.

c- Sahabe’nin Konuyla İlgili Görüşü:

Abdullah b. Abbas şöyle demiştir: “Resûlüllah (s.a.v) helal ve haram kılıcı olarak gönderilmiştir”[11]

d- Aklî delil:

Hz. Peygamber (s.a.v) vahyi tebliğ etmede hatadan masum olduğuna, göre, sünnet’in tek başına hüküm getirmesi, aklen mâni olmaması gerekir. Ayrıca Cenâb-ı Hakk’ın hükümlerini, Peygamber’in (s.a.v) tebliğ etme hususunda hangi yolu kullanmış olursa olsun gerçekleşmesi mümkündür ki, bu aklen caiz görünmektedir.  Kaldı ki âlimlerin ittifakıyla hükümleri tebliğ etme olayı hem Kur’an’la hem de Sünnetle fiilen vukû bulmuştur.

Sünnet’in müstakilen hüküm koyma fonksiyonu üzerindeki görüşleri delilleriyle birlikte tetkik eden Dr. Mustafa Sibâî, aslında âlimler arasında meselenin özüne ait bir görüş ayrılığı bulunmadığını, aradaki farkın,  meseleyi takdim ederken kullanılan ifadelerde olduğunu -isabetle- belirtmektedir.[12]

B- Sünnet’in Müstakil Olarak Getirdiği Bazı Hükümlere Örnekler:

Sünnet’in hukukî değerini iyi bilen sahabîler, önlerine çıkan meseleleri önce Kur’ân ayetleriyle halletmeye çalışıyorlardı. Eğer Kur’ân’da açık bir çözüm yolu bulamazlarsa, Sünnet’ teki tatbikatla çözümleme yoluna baş vuruyorlardı. Eğer kendileri o konuda bir bilgiye sahip değillerse, ashabı toplayıp Rasûlullah (s.a.v)’den öğrendikleri bir hadis/sünnet olup olmadığını soruyorlar ve ona göre meseleyi çözümlüyorlardı.

Sünnetin hukukî değeri, ilk Müslüman nesillerinin uygulamalarında da Kur’an’dan sonraki ikinci temel kaynak olarak kendisini daima göstermiştir. Hemen belirtelim ki prensip olarak hadisin, İslâm hukukunun Kur’an’dan sonraki ikinci kaynağı olduğu konusunda İslâm hukukçuları görüş birliği içerisindedirler. Sünnetin müstakil olarak getirdiği bazı hükümlere örnek verilmesi yerinde olacaktır. Sözgelimi; ninenin mirası ve altıda bir olduğu, (bu konuda âlimlerin icması söz konusudur, delil ise sünnetin getirdiği müstakil hükümdür), zina eden evli erkek veya kadının recmedilmesi, zina eden bekarın bir yıllığına nefyedilmesi, bir erkeğin evlilikte bir kadını, halâ veya teyzesiyle aynı anda nikâh altında tutmasının yasaklığı, şufa (mal ve arazide ortaklık) ile ilgili hükümler, evcil eşek etinin haramlığı, Mut’a nikahın haramlığı yanında, musâkatla (araziyi sulama, kullanma ve kiralama) ile ilgili hükümler, şahit ve yeminle ilgili hüküm, Ramazan’da orucunu kasten bozana kefaret (Buhârî, IV. 141, 149, 154; Müslim, III.139) ve ticaretle ilgili hükümler, namazların rekatları yanı sıra, zekâtın nisap ve ölçüleri, yırtıcı hayvanlardan pençeli olanların yenilmesinin yasaklığı, nikahta velâyet hakkıyla ilgili tafsilatlı hükme benzer örnekler gösterilebilir.[13]

SONUÇ

Günümüzde Sünnet bilincine sahip olmayan birçok Müslüman şer’i hükümlerin Kur’ân’da olduğunu zannetmekte ve Sünnet’e ihtiyacı olmadığını düşünmektedir. Bu düşüncede olan kimselere, bu iddialarının yeni olmadığı, İslâm’ın ilk devirlerinde bile Sünnet’i inkâr fitnesinin baş gösterdiğini ancak bu iddiaların boş olduğunu Hasan el-Basri’nin naklettiği şu olay bize konuyla ilgili fikir vermektedir:

“İmrân b. Husayn (r.a) bir gün dostlarıyla birlikte otururken içlerinden biri İmrân (r.a)’ya:

‘Ya Ebû Nuceyd! Bize Kur’an’dan başka bir şeyden bahsetmeyin’ dedi. Bunun üzerine İmrân b. Husayn:

‘Yer açın, yakın gelsin’ dedi. Adam yaklaştı, sonra İmrân:

‘Söyle bakayım, şimdi sen ve senin gibi düşünen arkadaşların, Kur’an’la baş başa bırakılsanız, öğle namazının (farzını) dört, ikindiyi dört ve akşamı ilk ikisinde kıraat etmek şartıyla üç rekât olarak Kur’ân’da bulabilir misiniz? Yine sen; altının zekâtı, ineğin zekâtı, devenin zekâtı ve çeşitli malların nerelerden alınıp, nerelere verileceği hakkında (malumatları) Kur’ân’da bulabilir misiniz? Lakin ben Rasûlullah (s.a.v)’in bunları haber verirken, zekâtın bundan bu kadar, şundan bu kadar diye farz kıldığında yanındaydım. Siz ise o zaman yoktunuz.’ (Diğer bir rivayette):

‘Kâbe’yi yedi defa tavaf etmek gerektiğini, Safa ile Merve arasındaki sa‘yı Kur’ân’da bulabilir misiniz?’ dedi ve ilave etti:

‘Ey millet, bizden naklettiklerimizi (yani; hadisleri) alınız. Çünkü siz, Allah’a yemin ederim ki eğer naklettiklerimiz (hadisler)le amel etmeyecek olursanız, mutlaka sapıtırsınız.’ Bunun üzerine adam, İmrân b. Husayn (r.a)’ya şöyle dedi: “Sen beni bu bilgilerle aydınlattın, Allah’ta seni aydınlatsın”.[14]

Sahabî İmrân b. Husayn’ın (r.a) bu cevabı, son zamanlarda oryantalizm ve modernizm hareketinin körüklemesiyle yeniden gündeme getirilen ‘Kur’an’la yetinme’ ve hadislerin sıhhatini tayin etmek için tek ve yegâne ölçünün Kur’an’a onaylatmak olduğu iddialarını reddetmektedir. Bu tür iddiaları savunan kimselerin, kendi iddialarına bir dayanak olsun diye hadisleri, uydurma olduğu halde ‘Kur’an’a arz’ hadisini delil getirirken, buna karşılık sahih sünneti/sahih hadisleri reddetmeleriyle nasıl bir çelişkiye düştüklerinin farkında bile değillerdir. Sonra bu tür iddiaları ileri sürmek, ‘beyan’ yetkisinin ve görevinin gereği olarak Allah Rasûlü (s.a.v) tarafından açıklanmış birçok hükmü dışlamak, Kur’ân ile Sahih sünneti karşı karşıya getirmek anlamına gelmektedir. Halbuki Peygamber (s.a.v)’in asla Kur’an’a ters düşmeyeceği bilinen bir gerçektir. Çünkü o vahiy ile desteklenmiş, vahyin kontrolu altında ve dinî tebliğde hatadan korunmuş bir Peygamber’dir.

Bu kısa araştırmamızda Sünnet’in, Kur’an’ı Kerîm’den sonra Müslümanların başvuracağı önemli bir kaynak olduğu ve Sünnet’in büyük bir kısmının vahye dayandığı ortaya koyulmaya çalışılmıştır. Ayrıca Sünnet’in Kur’an’ı tekit, tefsir veya teybin gibi fonksiyonlarının yanında, yasama yetkisi olarak da çeşitli hükümler vazedebileceği örnekleriyle tespit edilmiştir.

Cenâb-ı Hak, bizleri Allah Rasûlü (s.a.v)’in Sünnetini doğru anlayan ve onunla amel eden kullarından eylesin.

Allah’ın selâmı, rahmet ve bereketi, Rasûlü’nün yoluna tabi olanlar üzerine olsun.


[1] Dârimî, Mukaddime, 39.
[2]  Bkz. Şafi‘î, Muhammed, Risâle. (nşr. Ahmed Muhammed Şâkir). Dâru’t-Turâs, Kâhire, 1979, s. 91-92;
  Suyûtî, Miftâhu’l-cenne fi’l-ihticâc bi’s-sünne, (nşr. es-Seyyid el-Cemîlî), Mektebetü’s-Sekâfeti’d-
Dîniyye, Kâhire, s. 27-28.    
[3] (Bakara: 187).
[4] Bkz. ‘Abdülganî ‘Abdulhâlık, Hücciyetu’s-Sünne, s. 495-497; Muhammed ‘Accâc el-Hatîb, el-
    Muhtasaru’l-Vecîz, s. 35-37.
[5] Bkz. Erdoğan, Vahiy – Akıl Dengesi Açısından Sünnet, 235.
[6] Şâtibî, el-Muvafakât, 4/ 6-8); Ebû Zehrâ, Usûlu’l-Fıkh, s. 113.
[7] ‘Abdülganî ‘Abdulhâlık bu meseleyi çok detaylı bir şekilde ele almakta ve Şâtibî’nin bu konudaki görüşünü eleştirmektedir. Bkz. Hücciyetu’s-Sünne, s. 504- 515.
[8] Tibî, el-Kâşif ‘an Hakâ’iki’s-Sünen, 1/118.
[9] Ebû Dâvud, Sünen, no: 4607; İbn Mâce, Sünen no: 42.
[10] Ebû Dâvud, Sünen, no: 4604.
[11] Bkz. Taberî, Tehzîbu’l-Âsâr, Musnedu Ömer. thk. Mahmud Muhammed Şâkir, Matbaatu’l-Medenî,
Kahire, 1983, I. 155.     
[12] Bkz. Mustafa Sibâî, es-Sünne ve mekânetuhâ fî’t-teşri‘î’l-islâmî, el-Mektebu’l-İslamî, Beyrut, s. 379-385.
[13] ‘Abdülganî ‘Abdulhâlık zikrettiğimiz örneklerin bazılarına işarette bulunmaktadır. Bkz. Hücciyetu’s-
     Sünne, s. 516.
[14] Hatîb el-Bagdâdî, Kifâye, s. 15; Beyhâkî ve Hâkim de bu rivayeti nakletmişlerdir.

YAZARIN DİĞER MAKALELERİ

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

SOSYAL MEDYA

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
4,338TakipçilerTakip Et
- Reklam -spot_img

Yeni İçerikler

Son Yorumlar

Hatice yorumladı Yalan Dünya
Sümeyye yorumladı Yalan Dünya
Başak koçoğlu yorumladı Gençlik ve Din
Yunus yorumladı Gençlik ve Din
Levent Ateş yorumladı Gençlik ve Din