Dilimize pelesenk olan cümleler vardır. İbnül vakt olmak, yarıncı olmamak, anın içinde olmak, farkında olmak, içselleştirmek, künhüne vakıf olmak gibi.
Denilir ki, “Helekel musavvifun: Yarıncılar helak oldu.” İnsanoğlu hastalığı kabul etmez ama gönlüne bir çok hastalığın sirayetine de göz göre göre ses çıkarmaz. Çünkü maddi hastalıklar azaların varlığını hatırlatır. Gönlün rahatsızlığı ruhsaldır, görünmez, hissedilir. Sonra yaparım, vaktim var daha, yarınlar çuvala mı girdi gibi bahanelerimiz tamamen tembel bir beynin savunma sisteminin belirtisidir. Erteleme hastalığı. Çok insan bunu kabul etmek istemiyor fakat yaygın bir şekilde toplumumuzu tehdit ediyor.
İnsanlık tarihi boyunca Allah’ın arzı ve yarattıkları merak konusu olmuş, düşünen insan anlayıp anlamlandırabildiği hemen her şey hakkında fikir beyan etmiştir. Tarihsel süreçte bize gelen kültür, inanç, hayat tarzları ve her varlığa dair bilgiler zamanın içinden süzülerek asırlar boyu insanlığa miras bırakılmıştır.
Neden sanki geriye doğru gittiğimizde zaman daha bereketli, günler daha uzun, eşe dosta ayrılacak daha çok vakit, dağ-bayır aşacak fer, bir dava uğruna dökülecek ter varmış gibi geliyor. Bu bakış açısı belki de çocukluktan itibaren herkesin yaşayacğı ve geriye dönüp ah edeceği bir duygu olmaya devam edecek.
Öyleyse geçmişi bize özleten ya da zamanı daha bereketli kılan ne idi?
Geriye doğru bir yolculuk yapacak olursak, insanlığın rehberi Efendimiz (s.a.v.) ve sahabelerine bakalım. Hayatlarına katılan anlam ve inançları için gece, gündüz, aç, susuz, yorgun, dinlenik neredeyse nefes almaksızın mücadele içinde olmuşlar. Yoksa bu dava bize böyle gelir miydi? Kur’an ve hadis hafızları, bir cümleyi yerine doğru oturtmak için aylarca süren yolculuklara çıkmış kimi dönmüş kimi dönmemiş.
Nice alim, filozof, bilgin idialarını kuvvetlendirmek için gecesini gündüzüne, gözyaşını terine katmış bazen de kanına. Bize asırlardan aşırarak hibe etmiş bilgiyi. Güzel insanlar görmüş yeryüzü, susmayı bilen, konuşmayı bilen, dostluk kurulabilen, insanın sırtını dayayabileceği, fedakar, diğergam, çalışkan, becerikli. Onlar örmüşler vakti kuşanarak zamanın en güzel ağlarını.
İnsana verilen en güzel sermaye olan ömrü adeta ideallerine ve davalarına vakfetmişler.
Kadınlar çocuk doğurmuşlar artarak, çoğalarak, onları sevmeye, okşamaya, kıyafet dikmeye, örgü örmeye, güven aşılamaya cansiparane ömür vermişler. Söylenmeden, üşenmeden, bireysel ve kimlik kargaşasının kaosuna yenilmeden, hazlarını anlık değil ömürlük gayelere adamışlar adeta adanarak.
Dostluklar, arkadaşlıklar, komşuluklar için ahirete uzanan hasılatlara inanmış, inadına dünyayı er meydanı görmüşler.
Erkekler tarlada, dağda, bayırda hayrı çoğaltmış, bir mahallenin derdini sırtına bir pamuk ağırlığıyla alıp, mutluluğuna destan yazmışlar. Vatan, bayrak, istiklal aşkına can verip şehit, kan döküp gazi olmuşlar da şekva etmemişler, maldan, mülkten yana.
Bugün vakit, nakit olmaktan çıkmış, adeta bozuk para gibi umarsızca harcanıyor. Zamanın zalimce koştuğu, insana hiç acımadığı bir dönem içinde, aklı ve bedeni dumura uğratacak kadar çok uyarıcı malzeme var. İnsanın en büyük pişmanlığı olan vakit/zaman en ölü zamanlarını yaşıyor.
Çok bilinen bir kelamı kibardır, ”mezarlıklardan keşkeler” yükseliyor. İnsan ertelenen hayatlara, elinden akıp giden zamana yeniliyor. Tutmak istedikçe aşkını ve anlamını kaybeden an’lar hemencecik dün oluveriyor. Ruhun en ince detaylarını ahtapot kollarıyla saran aslında her çağda isim ya da şekil değiştirerek gelen haz merkezli varlık /insan hz. İnsan olmaktan uzaklaşıyor. Aradığı huzur ve mutluluğu, bozulmamış fıtratın gereği ve ahiret tasavvuru giderek körleşiyor. Körleşme insanın en nadide dayanağı olan gönlü, olması gerekenlerle doldurmayıp, bireysel bir narsizmi, toplumsal narsizme evriltiyor.
Artık kimse kimseyi tanımıyor, derdiyle dertlenip, hüznünü kuşanmıyor. Halbuki insan tanımadığının bile üzüntüsünü paylaşabilirken, sevincini asla çoğaltmıyor. Zaman; değerlendirilmediği zaman ruhunu acı bir şekilde insanlığın kollarında veriyor. Anlamını kaybetmiş ömrün gölgesi ağır oluyor. Ya veylena!
Zaman dünyaya ait bir mefhum. Toprağın altında yok. Güneş dürüldü, yıldızlar döküldü, dağlar hallaç pamuğu gibi fırladı. Elde kalan tek şey, “Asra yemin ederim ki, insan hüsrandadır. İman edip salih amel işleyenler müstesna…” Asr Suresi, 2-3. ayet-i celilesi.
El’an, “hakkı ve sabrı tavsiye etmek” gönüllüsü olup, iyilikte yarışıp, hayırda acele etmek fikrini biriktirmek için çok vaktimiz yok. Ecel gelmeden acele etmeli…